BİZE NE OLDU ?

BİZE NE OLDU?

“İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin.” Pablo NERUDA.
Değerli okuyucular; gündemimizde birçok konu var ama yaklaşık bir aydır gündemimizi iki konu oluşturuyor. Biri “özel statülü” Alevi lisesi, bir diğeri de Alevi-Bektaşi Dergâhları konusu. Hepiniz de biliyorsunuz ki; Alevi toplumunun sorunu sadece bunlar değil. Devletin anayasasının ilk maddelerinde bulunan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerinin uygulanmamasından kaynaklı olarak eşit yurttaşlık sorunu ve Zorunlu din dersleri sorunu da dâhil birçok sorunlar var.
Devlet aklı her dönem tüm kurum ve kuruluşlarıyla Alevi toplumunu asimile etmek için var gücüyle çalışmış, manipülasyon (hileyle yönlendirme) politikalarıyla elinde olan tüm olanakları kullanmıştır. Selçuklu ve Osmanlı’ döneminden hiç bitmeyen, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından başlayıp günümüze kadar devam eden yok etme, etkisizleştirme ve çürütmeyle karşı karşıyayız. 1924’ten günümüze Cumhuriyet kadroları ve tüm hükümetleri (tüm iktidarları) Aleviliği dönüştürmeye, Alevileri de asimilasyon ve manipülasyon (hileli yönlendirme) yöntemiyle öz değerlerinden uzaklaştırmayı kendilerine şiar edindiler.
Öz değerlerinden uzaklaştırma, etkisizleştirilme ve çürütme politikaları günümüzde de tüm hızıyla devam ediyor. İşte bu kendi değerlerinden uzaklaştırma ve kendi hakikatinden bihaber hale getirmenin örneklerinden biri de sözüm ona “özel statülü” Alevi lisesidir. Her dönemde olduğu gibi günümüzde de devlet, asimilasyon ve manipülasyon işini yalnız ve tek başına yapmıyor yine bu toplum içinde devşirdiği hınzır paşalarla yapıyor. Tarihin çöplüğünde yerini almış hınzır paşalar gibi, günümüzde de asimilasyona aracı olan hınzır paşalar da tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklardır.
Bu yapı yıllardır devlet tarafından yürütülen Alevileri asimile etmenin ve içten çürütmenin bir başka ayağıdır. Bu yapı birkaç yıl önce Ankara-Mamak-Tuzluçayır’da uygulanmaya konulan Cami-Cemevi projesi kadar tehlikelidir. Hünkâr Hace Bektaş Veli’nin deyişiyle, “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır…” Bilimin ve ilimin ışığında yola revan olup, Hakk ve Hakikat aşkına yolu yürütenler, her türlü asimilasyonuna karşı mücadele ettikleri gibi bu ve benzeri oluşumlara karşı da mücadele edeceklerdir, bundan hiçbir şüphemiz yoktur…
Değerli okuyucular; bu konuları birçok kez yazdım ama yaşanılanları görünce anladım ki tekrar tekrar yazmak gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devlet tekçi, yasakçı yapılanmasına Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Diyanet İşleri Başkanlığını kurarak başlıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kuruluyor. Devamında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlanıyor. “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumdur” diye Diyanet İşleri Başkanlığının görevleri sayılıyor. Diyanet’in varlığı ve sayılan bu görevleri başlı başına evrensel laiklik ilkesine aykırı değil midir? Laik devlet din işlerine karışır mı? Laik devlet Müslüman olmayan yurttaşlarından aldığı vergilerle bu kurumu finanse eder mi?
Devlet çıkardığı 429 sayılı kanunla da yetinmiyor, devamında 18 Mart 1924 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununu çıkartıyor. Şimdi bu kanunda ne var diyeceksiniz; bu kanunun birinci maddesi yerleşim yerlerinin nüfus sayılarını belirterek il-ilçe (kasaba-nahiye) olmak için yeterliliklerini sayıyor. İkinci madde: “Cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık, gibi ortak malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar bağ ve bahçe ve tarlalarıyla birlikte bir köy teşkil ederler” diyor. Anlaşıldığı üzere bu kanunun ikinci maddesinde Müslüman köyü demediği için; bu kanun maddesi tüm köyleri kapsıyor. Şimdi anladınız mı Alevi köylerine niçin Cami yapılmak istendiğini ve bunda da ısrar edildiğini…
30 Kasım 1925 tarihinde Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması dair 677 Sayılı Kanunla da Hace Bektaş Veli Dergâhı ve tüm Alevi Bektaşi Dergâhları kapatılıyor. Yetmiyor Alevi-Bektaşi Yol Önderlerinin Pirlik, Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları yasaklanıp, falcılar, üfürükçüler ve muskacılarla aynı sepetin içine konuluyor. Değerli okuyucular; Alevi Bektaşi Dergâhları Alevilerin inançsal, sosyal, kültürel, muhabbet ve eğitim merkezidir. Alevi Dergâhları, eşitlikçi yaşamın, sosyal paylaşımın ve toplumcu dayanışmanın öğretisinin yapıldığı mekânlardır. Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin falcılarla, üfürükçülerle ve muskacılarla uzaktan ve yakında hiçbir ilgisi olmaz…
23 Mayıs 1928 tarih ve 432 sayılı Heyeti Umumiye kararı ile Hace Bektaş Vakfının tüm hakları yok saylıyor. 05 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı yasa ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne devrediliyor. Tüm bu olup biteni açık bir şekilde anlatmak ister isek sözü edilen Genel Müdürlük, Hace Bektaş Vakfına ait mal ve mülklere el koyup, emlâk ve araziyi satarak paraya çeviriyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1963 yılında Dergâhı Kültür Bakanlığı bünyesine veriyor ve 16 Ağustos 1964 yılında Dergâh müze olarak açılıyor. Bu tarihten itibaren, Dergâh müze statüsünde olduğu için Aleviler son 3-4 yıl önceye kadar Dergâha biletle giriyordu… Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir inanç mensubu kendi inanç merkezi müze oldu diye kutlama (şölen) yapmaz. Ve yine dünyanın hiçbir yerinde hiçbir inanç mensubu kendi inanç merkezine biletle girmez! Bu konu ile ilgili Alevinet Haber’de yazdığım Tarihi Hakikatlerle Yüzleşme başlıklı yazıma da bakabilirsiniz.
Değerli okuyucular; Alevi kurumları 4 Temmuz’da Hace Bektaş Veli Dergâhını Ziyaret ettiler ve Dergâhta Cem olmak istediler. Ancak müze görevlisi “burası müzedir” kültür bakanlığından izin almadan buradan Cem yapamazsınız dedi ve karşı çıktı. Ardından bazı Alevi kurum başkan ve yöneticileri, bazı dedeler-babalar ve bazı yazarlar dünyanın hangi ülkesinde ibadet devlet iznine bağlıdır, Dergâhta Cem olmak için izin mi alacağız diye tepki gösterdiler. Evet, kanun ve yasa çerçevesinden baktığınızda müze müdürü görevini yapmaktadır. O kanun demokratiktir ya da değildir onun tartışması ayrıca yapılır. Naçizane bana göre o kanunların hiç biri demokratik değildir ve evrensel laiklik ilkesine de aykırıdır. Devlet, 95 yıldır laiklik ilkesini çiğneyerek “din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğü” gibi evrensel kuraları ihlal etmektedir.
Düz mantıkla baktığınızda Alevi kurum başkan ve yöneticilerinin, Dedelerin-Babaların ve kimi yazarların itirazları da yerindedir. Yalnız bu itirazlar “üstü kapalı ne şiş yansın ne kebap yansın” mantığıyla yapılmaktadır. Müze Müdürü, durup dururken Alevilerin kendi Dergâhında “Cem yapmasını, Semah dönmesini ve Muhabbet etmesini yasaklıyor ve izne bağlıyor” gibi bir algı yaratılıyor. 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması dair 677 Sayılı Kanun yürürlükte olduğu için Alevi-Bektaşi Dergâhlarının yasaklı, HBV Dergâhının müze statüsünde olduğu, Aleviliğin ve Alevi yol önderlerinin (Pir-Mürşid-Dede-Baba) bu ülkede yasaklı olduğu kamuoyuna gerçekler ortaya konularak açık ve net bir şekilde açıklanmıyor. Toplumsal değerlerimize karşı yapılan tarihsel ve güncel haksızlıklar yetmezmiş gibi içimizden çıkan birilerinin tüm bu olup bitenleri yok sayması yüreğimize sızı sokup canımızı yakıyor, İşte bu nedenlerle içimiz sızlıyor…
Derviş diyor ki; “bilimin ışığında yürüyenler hakikati kendine yol edinirler.” Alevi kurumlarının başındaki pirler, dedeler, babalar ve yöneticiler daha ne zamana kadar bu kanunlar yokmuş gibi davranacağız? İçimizden çıkmış kimi kariyer, menfaat ve çıkar düşkünleri, Aleviliği içten içe bir ağaç kurdu gibi kemiriyorlar. Bütün bunlar da yetmiyor birde toplumu manipüle ediyorlar. Aleviliği kendi egolarına ve hırslarına bulaştıranlara karşı daha ne kadar sessiz kalacağız? İnanç önderlerimizin bize bıraktığı değerlerin içinin boşaltılmasına ve çürütülmesine daha ne kadar katlanacağız? Bizim biz olmaya hakkımız yok mu?
Aşk İle.
Mehmet Kabadayı
17.4.2021

2 Comments

  1. Mum bir ışık yayar, bu ışık aşkın aydınlatılması manasına gelir. Bir şairin dediği gibi aşk ateşi önce maşuku sonra aşıkı yakar. Mum sevilendir ve etrafındaki pervane ona aşık olan kişidir. Aşkın oluşması bir bakışla yani tek bir kıvılcımla olur; işte bu kıvılcım mumun üzerindeki ateşi yakar. Daha sonra pervanenin mum etrafında dönüş süreci başlar. Tıpkı pervanenin mum ışığına giderek yakınlaşmak istemesi gibi aşık da tutkunu olduğu sevgiliye giderek daha çok yakınlaşmak ister…Ta ki mumun alevine dokunup kanadını yakıncaya kadar. Mum bu esnada kovalandıkça yakalanmak isteyen bir sevgili gibidir. Aşk, sevgili merkezli bir dönüşten ibarettir. Ne yapsanız, ne etseniz, ne okusanız ne yazsanız; yolunuz hep sevgiliye çıkar. Mumun alevinden etkilenip ona ilk dokunuşu yapan pervanenin yanan kanadı, azap içindedir. Azabın anlamı “acı, elem, ıstırap”dır ve bir diğer anlamı da “lezzet”tir. Aşığın tattığı bu acı, bir zaman sonra onun tabi hali olmaya başlar. Öyle bir nokta gelir ki pervane metaforundaki aşık, mumun alevinden aldığı şevkle iki kanadıyla ateşe sarılmak ister ve tamamıyla yanar. Bu benzetme, aşığın sevgili huzurunda can vermesi ile özdeşleşir; ve mumun bundan hiç haberi yoktur. Kaldı ki aşk, sevgili için olmaktır. Divan şairleri, “sevgili için can taşıyan aşıktır; canı için sevgili arayan ise menfaat peresttir” der.
    MUM ISIGINI, GUNES ISIGINA CEVIREBILIRIZ, BUTUN KARANLIKLARI AYDINLIGA CIKARABILIRIZ

  2. Saygideger Caninin Yuregine saglik.

    Tepkisi, Sitemi ve yorumlari yapici ve kayda deger bir yazi olmus.
    “Yasamak Direnmektir” Direnmenin Iyiden, Guzelden, Haktan. Haklidan, Dogrudan, Sevgiden ve Insanlik yolundan kesintisiz mucadele vermenin yolu Kararli ve Mucadeleci durusumuzla gosterebiliriz. Ozellikle icimizden cikan ve cikabilecek HINZIR PASALAR cikmistir, cikmaya devam edecektir. Maddi cikarlari ellerimizin tersi ile kenara itip, Sevgi ve Insanlik yolunda var olan ve olabilecek butun manevi degerleri ayakta tutmak insanligin gorevidir.
    Bizim gorevimiz sadece AKP, MHP, CHP vs vs benzeri burjuva partiler ve Fasist duzenle sinirli kalmamalidir, Emperyalizme, Sosyal Emperyalizme, Fasizme, Sosyal Fasizme ve Herturden gericilige karsi kesintisiz durmaksizin mucadelemizi surdurmek zorundayiz, Bu mucadele simdiki genclige ve gelecekteki nesillere birer isik olmalidir.
    Insanliga dair butun guzelliklerin savunucusu ve takipcisi olmak zorundayiz, Cunku savundugumuz ve savunmaya calistigimiz yol SEVGI VE INSANLIK YOLUDUR. O zaman SEVGININ DUSMANLARI VE iNSANLIK DUSMANLARI Bizim dusmanimiz oldugunu kabullenerek yasamin her alaninda Sevgi ve Insanlik dusmanlarina karsi mucadele vermek zorundayiz.

    Anadolu topraklarinda asirlarca yasamis ve yasanmis dogruluklari ve guzellikleri kendimize klavuz secerek, kendimizi yenileyip gelistirerek, Ozellikle Isbirlikcilere, Teslimiyetcilere, Ihanetcilere, Riyakarlara ve Yol Duskunlerine karsi kesintisiz mucadele verirken, Bazilarin tabularina dokunmamak mantigi ile yaklasimlarda bu yola yakisan bir durus degildir.
    Ornegin her yil 8 Mart Dunya Emekci Kadinlar Gunu en iyi sekilde kutlanmali ve genis yer verilmelidir. Irkci ve Milliyetci Fasist Duzenin Cellatlarini dize getiren Ser verip sir vermiyen 18 Mayis 1973 de iskencelerde hunarca katledilen Ibrahim Kaypakkaya nin anilmamasi buyuk bir hendikap olarak gorulmektedir.
    Denizler, Mahirler, Seyit Rizalar, ve daha nice insanlik icin bedel vermis halk kahramanlarinin anilmasi Bu yolun vaz gecilmez mucadelesi olmasi gerekir.

    Saygi ve Insani Sevgilerimle.

    Baskoylu

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.