UNESCO’DAN ALEVİLER’E MEKTUP VAR: (Rıza Algül)
“SERÇEŞME’NİN ve YUNUS’UN YOLUNDA YÜRÜYÜN!“
(1)
Bu başlığı gören herkes merak edebilir. Haksız da sayılmaz. Öyle ya, dünyayı temsil eden Birleşmiş Milletler‘in eğitim, bilim ve kültür kuruluşu olan UNESCO „Aleviler’e mektup göndermiş“se, bunun çok önemli ve çok anlamlı bir nedeni olmalı. Buradan devam eden merak sahibi, doğal olarak açılmamış bu mektubun içeriği üzerine cevap arayan soruları çoğaltır. Ancak bu mektubu okumak için o dili bilmek gerekir. Eğer okumak istediğiniz bu mektubun diline sahip değilseniz, okuyamazsınız. Okuyamadığınız için de, çok yazık ki UNESCO’nun bu “mektupta” Hace Bektaş Veli ve Yunus Emre için dünyaya ne söylediğini ve Alevilere neyi hatırlattığını anlayamazsınız.
Fazla merakta bırakmadan söyleyelim: Bu „mektup“, postacının getirdiği bildiğimiz mektuplardan değil. „Öyle şey olmaz! Mektup, mektuptur!“, demeyin. UNESCO’nun bu „mektubu“nun iki adresi var: Biri dünya, diğeri Aleviler. Biri, Serçeşme‘yi ve Yunus’u insanlığa ve dünyaya açıklayan bir haberdir, bir bilgilendirmedir. Diğeri ise Aleviler’e „özel yazılmış“ bir hatırlatmadır. Çünkü Aleviler, Serçeşme Hace Bektaş Veli’nin adını ansa ve imaj-resmini kendi mekanlarının duvarlarına assalar da, ne yazık ki çoğunluğu O’nun akli ve bilimsel ilkelerini birkaç cümle ile ifade edecek bilgiden ve bilinçten hayli uzaklaşmıştır. Daha doğrusu, baskı ve asimilasyon tarafından uzaklaştırılmışlardır.
Peki ya Serçeşmenin çağdaşı, yoldaşı ve Taptuk Emre üzerinden en başarılı öğrencisi Yunus Emre üzerine Aleviler’in söyleyeceği ne var? Galiba bir şey yok veya çok şey yok! Yok, çünkü Aleviler Yunus’u kendilerinden „saymamaya“ alıştırılmışlardı. Nasıl ve neden?
Çünkü Yunus’un şiirleri ve deyişleri Aleviler’in cemlerinden ve günlük yaşamlarından dışlanmıştı. Çünkü Yunus, şiirlerinde ve deyişlerinde İslam’ın, Şiiliğin ve genel olarak dinin en radikal direnişle karşısında durmuştu. Çünkü Yunus, tıpkı Serçeşme’si Hace Bektaş Veli gibi „dostun yüzünü tanrı, kâbe olarak“ ve „sevgiyi ‚din‘ olarak“ bilmeyeni, „yetmiş iki millete“ ve „on sekiz bin aleme bir nazardan bak!“mayanı Alevilikten saymıyordu. Bu nedenle O‘nun bu niteliğini gizlemek ve geride bıraktığı felsefi-edebi mirasının toplum ile buluşmasını engellemek amacıyla yüzyıllar boyunca Yunus için „kendi halinde zavallı bir İslam tasavvufçusudur“, diye ilan etmişlerdi.
Takiyyeciliğin egemenliğini kurduğu Aleviler de Yunus’un „zavallı bir Müslüman olduğuna“ alıştırılmışlardı. Ayrıca Yunus’un gittiği derin Batıni-felsefi yol, yol-bilgisini ve cesareti gerektiriyordu. Bu ikisine sahip olmak, „ateşten gömlek giymek“ gibi bir şeydi. Buna karşı, Alevilik ile islamcı-şiici dinsel formlar arasında durmak ve takiyyecilikle „durumu idare etmek“ daha kolay ve „tehlikesiz“di. Fakat gün gelecek, bu „arada durmak“ anlamının ifadesi olan takiyyeciliğin inkârcılığa varacağını düşünmeyen çok sayıda Alevi, bugün „Alevi-İslam“ı resmileştiren bir güçle karşılaşınca şaşkınlık geçiriyor.
HAYATIN AKIŞI BİZDEN YANA!
Her şeye rağmen, yine de içiniz kararmasın. Hayat bizden, yani dünyamız için sevgiden, dostluktan ve barıştan yanadır. Tarihsel yaşamın bu aşamasında, Aleviler açısından olağanüstü güzel şeyler yaşanıyor. UNESCO, 40. Genel Kurulu’nda 2021 yılını „Hace Bektaş Veli’yi ve Yunus Emre’yi Anma Yılı“ olarak ilan etmesi bunların en önemlilerinden biridir. Bu kapsamda Hace Bektaş Veli ve Yunus Emre dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli etkinliklerle anılacaklar. Biri, Hace Bektaş Veli (Serçeşme), Aleviliğin Yolu’nun Anadolu’daki felsefi ve örgütsel kurucusu ve önderidir. Diğeri, Yunus Emre, Serçeşme’nin felsefi ve pratik ilkelerini en kapsamlı ve en ileri nitelikte şiire ve deyişlere taşımış Alevi şiir-edebiyatının en büyük kurucusu ve önderidir. Burada öne çıkan ilk soru şudur: Serçeşme’yi ve Yunus‘u kimler, hangi perspektifle anacak ve dünyaya nasıl tanıtacak?
(2)
“GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ!”
Makalenin birinci bölümünü şu cümle ile bitirmiştik: „Serçeşme’yi ve Yunus‘u kimler, hangi perspektifle anacak ve dünyaya nasıl tanıtacak?“
Serçeşme’nin ve Yunus’un doğum ve ölüm tarihleri ve biyografileri üzerine ne yazık ki kesin olan kayıtlar yok. Ayrıca Serçeşme ve Yunus üzerine Aleviler‘in ve Bektaşiler‘in kitle-bilinci bakımından söyleyebilecekleri çok şey de yok. Çünkü baskılar ve yasaklar Aleviliğin bu iki ana-kaynağını toplumun bilincinden silmek için bilinç-altını yalan-yanlış safsatalarla doldurmuş, takiyyecilik de – istesin veya istemesin – önce buna uymuş, sonra bu takiyyeciliği alışkanlığa dönüştürmüştür.
Fakat sadece bunu görmek yanıltıcı olur. Her şeye rağmen bizim Hace Bektaş Veli ve Yunus Emre üzerine söyleyebileceğimiz çok şey var. Çünkü Serçeşme‘nin ve Yunus’un kurduğu Yol, değil sadece Alevileri, esas anlamda dünyayı aydınlatan göneştir. „Güneş balçıkla sıvanmaz“.
UNESCO’nun bu kararından dolayı mı yoksa zamanı gelmiş olmasından dolayı mı, diyebiliriz ki Alevi kurumlarında ve genel olarak Aleviler içinde Hace Bektaş Veli ve Yunus Emre adeta „yeniden keşfedildiliyor.“ Aleviler internet kanallarında (Zoom) veya başka medya araçlarında Hace Bektaş Veli‘yi ve Yunus Emre’yi konuşuyor, tartışıyor ve anlamaya çalışıyorlar. Bu çabalar yakın gelecekte doruğa çıkacak ve Serçeşme, Yunus ve diğer felsefe ozanlarımızın ilkeleri, yani Batıni felsefe, Aleviler içinde adeta „taht kurmuş“ takiyyeciliği ve boş hayalleri kapıdışarı ederek kendi kulvarını açacaktır.
Bu, Alevi toplumunun kendi gerçeğiyle kendini yeniden tanıması ve tanımlaması sürecinin de başlangıcı olacaktır. Bu, takiyyeci-inkârcı-asimilasyoncu kabuğun kırılmasıdır. Bu, bu güne kadar kendini takiyye ile gizlediğini ve eylemi ile söyleminin birbirine zıt olduğunu fark eden, fakat gelenekselleşmiş islamcı-şiici sözcük ve kavramların esiri olmuş çevre baskısından dolayı dışa vurmaktan çekinen Aleviler’e de özgürlük cesareti taşıyacaktır. Bu, aynı zamanda Aleviler’in kendileriyle yüzleşmesidir. Bu, „kendi özünü dara çekmek“tir.
DEYİŞLERDEKİ ALEVİLİK
Kendi adıma söylemem gerekirse, bütün bu olanlardan ve bundan sonra bu yolda olabileceklerden çok umutlu ve mutluyum. Aşağıda Serçeşme’den aktardığımız bir kaç felsefi ilke ve Yunus’un bir deyişinden aktardığım iki dörtlük, onların insanlığa söylediklerinin bütünlüğünü bize yeterince açıklar.
Bu anlayış ve yöntemle 2002’den başlayarak pek çok ülkede ve yerde Türkçe, fakat daha çok Almanca dilinde „DEYiŞLERDEKi ALEVİLİK“ başlığını taşıyan seminerler ve sunumlar yaptım. Bu sunumlardaki veya kitap tanıtımlarındaki kaynaklarım, başta Serçeşme’nin ilkelerei olmak üzere Yunus’un ve diğer felsefe ozanlarının bilinmeyen şiirleriydi.
Ayrıca biz, bir yandan bu felsefe şiirlerinden bir seçki yaparak Almanca’ya çevirdik ve kitap baskısı için yayına hazır duruma getirdik. Diğer yandan otuz kadarını besteledik ve bunları Grup Divan konserlerinde icra ediyoruz. Gördük ki ve görüyoruz ki, tanrıya yakarmayan fakat yargılayan Serçeşme’nin ilkeleri ve Yunus’un deyişleri, evrene akıl, mantık ve bilim gözüyle bakan bütün insanların gönlünde yerini buluyor.
„Kendi özünü dara çekmek“ ve „Kusurunu eline almak“ Aleviliğin en temel toplumsal davranışlarından biridir. Alevilik’teki „Mansur Darı“nın anlamı da zaten budur. „Mansur Darı“ ve Cem’de „Pir Divanı“ aynı zamanda Serçeşme’nin ve Yunus’un Yol’unda yürümenin, dünyaya akıl, mantık ve bilim gözüyle bakarak eksik olanı tamamlamanın ve hatalarından arınmanın yeridir. Tanrı veya başka hiç bir sıfat, unvan ve kişi „Mansur Darı“ ve „Pir Divanı“nın üzerinde değildir.
„Deyişlerdeki Alevilik“ten söz ettik. Fakat „Deryişler“ derken, şu can alıcı ayrıma da dikkat çekmek istiyoruz: „Alevi deyişleri“ olarak bildiğimiz deyişlerin tümü kendi içinde bütünlüklü değildir.
Biri, 13. Yüzyılda Serçeşme ve Yunus en başta olmak üzere Kaygusuz, Said, ve daha pek çok ozanın ve önderin yarattığı evren merkezli akli ve bilimsel olan Batıni-felsefe çıkışlı şiir-deyiştir. Nesimi ve Harabi’den İbreti ve Daimi’ye kadar ozanlar, bu ekolün devamcılarıdır. Bizim „Deyişlerdeki Alevilik“ betimlemesinden anladığımız işte budur.
Diğeri ise, özellikle 16. Yüzyıldan sonra ortaya çıkmış şiir-deyişlerin çoğu evrenden kopuk, akıl ve bilim-dışı olan ve takiyyeciliğe uyarlanmış Şii-İslam çıkışlı ekoldür. Aleviler’in bütün erkânlarına egemen olan, ne yazık ki bu ekoldür.
SERÇEŞME’Yİ VE YUNUS’U ANMAK: HANGİ PERSPEKTİF?
Birinci nokta: UNESCO’nun 2021 yılını „Hace Bektaş Veli ve Yunus Emre Yılı“ olarak ilan etmesi, bu anmaların uluslararası bir anlam taşıdığını bize açıklar. Dolayısıyla uluslararası nitelikte olan bu anma etkinliklerini Türkiye dışındaki ülkelerde her ülkenin diliyle yapmayı gerektirir. Ayrıca bu, aynı zamanda dünyaya açılmak için iyi bir fırsattır.
İkinci nokta: Aşağıda da göreceğiniz gibi birbirine zıt çıkışlı bu iki şiir-deyiş ekolü arasında bir uzlaşma veya uzlaştırma olanaksızdır. Bize göre, bu iki ekolü değerlendirmek için. ÖLÇÜ Serçeşme‘dir. Çünkü her iki ekol de Serçeşme’yi “Kaynakların kaynağı” ve “Pirlerin Piri” olarak görüyor:
– Yunus Emre –
„Aşk imandır (din – R.A.) bize, gönül
cemaat
Dost yüzü kıbledir, ettim salavat
Dost yüzünden başka, taptığım
YOKTUR
Bundandır kapıda kaldı şeriat“
Can secdeye vardı, dost mihrabında
(karşısında)
Yüzüm yere vardı, ettim ibadet
İbadetin vakti olmaz orada
Din budur bizde, varsa MUHABBET…“
– Şah Hatayi–
“Gel ey Muhammed ümmeti
Bu devlete (Safavi) saâdete
Bu din Muhammed dinidir
Parmak getür şehâdete”
„Muhammed anadan düştü
Kâfirlerin aklı şaştı
Bin kilise yere geçti (yıkıldı)
Muhammed doğduğu gece“
– Kul Himmet –
“Yüz seksen bin kafiri sünnet etti
Doksan bin akçayı aldı pay etti
Din Hak dini deyü din telkin etti
Ali’m Hayber Kalesine varınca”
„Ali’m tutdu Zülfikâr’ın sapını
Döndürdi kâfirin dine hepsini”
Şunu da unutmadan not edelim: Hatayi, Kul Himmet ve pek çok takiyyeci şair-ozan ve şiir-deyiş kendi içinde tutarsızlık taşıyor. Bu şiir ekolü bir eliyle Şii-İslam’a ve dine tutunurken, diğer eliyle Batıniliğe, Hallac-ı Mansur’a ve Hace Bektaş Veli’ye tutunuyor. Bu konuyu merak eden dostlar, bizim bu sayfalarda (Alevitischer Literatur & Musikverein) “YEDİ ULU OZAN”: TAKİYYECİLİĞİN BİR İFADESİ OLAN SEÇMECİLİK”, adıyla yayınlanmış dizi-yazılarımıza bakabilirler).
Her okuyucu, yukarıda Yunus Emre’den, Şah Hatayi’den ve Kul Himmet’ten aktardığımız şiir-deyiş örnekleriyle aşağıya aktardığımız Serçeşme’nin temel ilkelerini karşılaştırarak kendi yönünü belirlemesini öneririz:
– SERÇEŞME”ye göre –
„Tanrı, Kâbe insandır
Din-inanç sevgidir
Okunacak en büyük kitap insandır
72 millete bir gözle bakmayan,
bizden değildir
Bilimden gitmeyen, karanlığa gider
Akıl başta Sultan, gönül onun
terazisidir
İnanmak akıl ile olur, akıl Sultan‘dır
Erkek-kadın ayrımı yapan bizden
değildir
Kadınları okutmayan toplumlar
gelişemezler
Bilim-irfan mürşittir
Çalışmadan geçinenler, bizden
değildir
Her ne arasan, kendinde ara“,
RIZA ALGÜL
Bende bit şeyler ekleyeyim . Şah hatayı Şah ismailin babasıdır .Şah Cüneyt de Şah hatayinin babasıdır .Şah Cüneyt bugünkü lrakta olan Güney kürdistanı. Şengal ilçesindendir ve kürtdür Şah hatayı bir türkmenle yani bir yörükle evliliği var ondanda Şah ismail doğmuştur. Şah İsmailde Sefavi devletini kurarken Şiiliği şecti .Osmanlı döneminde de yavuz sultan selimle şavaştılar sonuç olarak aleviler her ikisinin zulmüne uğramıştır. Yunus Emre bir kürtdür ünlü oluşu dünyaya tanınmasını en büyük pay sahibi olan Baba Tayir Uryandır kızılbaş alevisi olduğundan dolayı kimliği hep arka Planda kalmıştır zaman zamanda karartılmıştır bunu sizin yazılarınızda da bir eksiklik olarak gördüm ve üzüldüm .ve yine aynı bir eksiklikse Babailikğin kurucusu Ebû fevayi kürdi ,yada Ebû fevayi Horasan derler ondan bahsetmemişsiniz .halbuki bunun oçaklarında yetişen Vefayi olan sonrada anadoluya yollanan görev icabı dağılan HACE Bektaşi Veli baba ihsak ve Baba ilyas tan hiç bahsetmemişsiniz .bu konuda beni aydınlatırmısınız.saygılar