KENDİNİ BİLMEK

KENDİNİ BİLMEK

 

“Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.”

George ORWELL.

 

İlkeli, ahlaklı, onurlu ve erdemli yaşamın bir bedeli vardır. Bu yaşam biçiminin bedeli ne olursa olsun, önce kendini bilmek esastır. Bir insanın özünü bilmesi demek, kendisini bilmesi demektir. Her şeyden önce kişinin kendini bilmesi, kişilikli, dürüst, ilkeli ve erdemli olması için bu yönde eğitilmesi gereklidir. Kişinin bu yönde aldığı eğitim o kişiyi iyi ve güzel insan (insan-ı kâmil) yapar ve o kişi öğrendiklerini, içselleştirdiklerini topluma sunar…

 

Büyüklerimiz; “sen seni bilirsen Hakk-ı Hüda’sın, sen seni bilmezsen Hakk’tan cüdasın” derlerdi. Çünkü kendini bilmeyenin, yaşamı, iyiliği, sevgiyi, saygıyı, onuru ve ruh temizliğini yani güzelliğe dair ne varsa bilmesi mümkün değildir. Kendisini bilmeyen ve idrak etmeyen kişilikler pandora kutusu gibi kötülüğü ve çirkinliği sembolize ederler. Evet, öncelikle kendin olmak için de samimi olmak gerek, samimi olmadan hiçbir eylem, söylem ve mücadelen gerçekçi ve inandırıcı olmaz…

 

Zifiri karanlıklara ışık olmak isteyen, nice bilgeler ve düşünce insanları, ilkesiz, kendi olmaktan çıkmış, onurunu çiğnemiş ve kararmış vicdanlara, kendilerini kutsal bir ışık olarak yakıp, insanlığın yüce erdemine ulaştılar. Marifet ve hakikat aşkıyla mayalanmış bir yaşam öğrenme, bilme ve anlama sırrına ulaşmış özgün bir yaşamdır. Evet, önce kendin olursan, geçmişinin ve gelecekte seni bekleyen güzelliklerin ve çirkinliklerin farkında olursun. Derviş buna; “bilmek yaşamın farkına varıp anlamlandırmaktır” diyor. Unutma; Gerçekleri görmezden geldiğin sürece kendini bilme erdemine ulaşamazsın… Gerçeği her zaman savun, seni anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun.

 

Hakikat aşkıyla harmanlanan bir yaşamın, bilmek ve anlamak noktasında insanı özgürlüğe götüreceği kesindir. Özgürlük arayışında, insanoğlu şimdiye dek kendisini çevreleyen ve kuşatan doğa yasaları, gelenek ve göreneklerle ilişki ve çelişki içinde olmuştur. Bu ilişki ve çelişki ikilemi onun anlama ve bilme edinimine yöneltmiştir. Bugün yaratılan bu değerler insanlığın maddi ve manevi değerlerinin toplamını kapsamaktadır. Bu da bir anlamda insanlığın özünü teşkil eder. İnsana hayat veren pınarların kuruduğu, duyguların erozyona uğradığı günümüzde insani değerlerden uzaklaşan insanın kendini bularak, özündeki güzelliğe yeniden ulaşmaya ihtiyacı var…

 

Hızla büyüyen teknoloji çılgınlığı ve kapitalist sistemin insanı içine sürüklediği derin bunalım ve kendine güvensizlik, kişiyi bağımlı bir kölelik ortamına itip, bilmek ve anlamak yerine plansız, hedefsiz ve pusulasız bir kişilik konumuna sokmuştur. Böylece onu kapitalist sistemin dayattığı “muazzam” yaşamın etkisinde büyük ölçüde bırakmıştır. İnsanın kendini değersiz, moralsiz ve acılar içinde hissetmesi bununla ilintilidir. İçine düştüğü anlamsızlık tapındığı ilahları da çok yüceltmesi günahkâr duygularla bağıntılıdır. Kişinin çok tapınıp, kendine efendiler yaratması da bundandır.

 

Nebiler, putlara tapınmanın insanın köleliği olduğunu belirtirler. Onlar putperestin bir küçük odun parçasıyla bu işe başladığının farkındadırlar. Putperest bu odun parçasının yarısıyla bir ateş yakar ve ekmek pişirir, diğer yarısıyla da put yapar. Sonra da eliyle yaptığı bu puta, kendisinden üstün bir şeymiş gibi taparmış. Çünkü bütün gücünü harcadığı bu odun parçası güç kazanmış; kendisi ise zayıflayıp, tükenmiştir.  Bugün bu odun parçasının yerini kapitalist sistemin kirli çarkları almıştır. Bu kirli çarkların dişlisi haline gelen insan kendine yabancılaşarak öz değer yitimine uğramıştır. Onun içindir ki artık insanca olan en değerli şeyler kar (meta) amacına güdümlemiştir. O kapitalizmin kirli çarkları içinde daha çok kazanmak istemektedir, kazandıkça da emeği sömürmektedir doğayı kirletmektedir. Onun dünyasında paylaşmak, ilkeli, erdemli, ahlaklı olmak ve bilgiyle özgürleşmek kavramları anlamlarını yitirmiştir artık!

 

Bu nedenle, insan kendini arayıp, yeniden tanımalıdır, İnsanın kendini tanıyıp anlaması için, ilk önce kendisiyle büyük savaşım verip, kafasındaki hapishaneden kurtulmalıdır, Verilecek bu büyük savaşım kişiyi bilme ve idrak etme noktasında özgürleştirecektir. Kişi kölelik zincirlerini kırıp, özgürleşme yolunda bir adım atma noktasında kararlı olduğunda, yeni bir başlangıç yapacaktır. Her başlangıç kendine ulaşmadır aslında. Şunu da utmayalım ki; hakikat arayışında yapılan başlangıçlar ancak içi doldurulursa anlam kazanır, aksine tekrardan öteye gitmez.

 

Onun içindir ki gerçekler acı da olsa hakikate ulaşmayı hedeflemeliyiz. “Gerçeği arayan önce durgun bir deniz gibi temizlemesi gerekir” diye anlamlı bir söz vardır. Bu bağlamda bakıldığında kirlenmiş, ilkesiz,  erdemini yitirmiş kötü ve köle ruhlu kişiliklerle sonuç almak başarı elde etmek mümkün değildir. Büyük düşünür Erich FROMM diyor ki; “erdem ve ilke, insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur.”  O nedenle ne pahasına olursa olsun ilke ve erdemden vaz geçilmemelidir.

 

Evet, kendimizi bilip hakikat aşkıyla özgürlük bilincine varırsak ilkenin ve erdemin mutluluğuna ulaşırız. O zaman ne kimsenin kölesi oluruz ne de kendimize “tapılacak” efendiler yaratırız…  Aşk İle.

 

Mehmet KABADAYI.                                                                                                                                             İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com