ALEVİLİK NEDİR, NE DEĞİLDİR YOLCULUĞUMDA ANTİK YUNAN FELSEFES

Bıldırcını gagasından yakalayan gülüşün tazeliğine bezendirip semah dönen evreni, kendini henüz özelleştirilmemiş yıldızlardan broş yapmaya adayan sanattır Alevilik. İnsanlık tarihi boyunca giz kokulu aynalarda gördüğümüz evrene dair her buluşta, kendini yeniden var eden bilgiye tutsak ve bilgiyi kut sayıp kutsayan bilgeliktir Alevilik. Erdemin yüceliğini nesilzade mirası sayan topluluklardan, üretim toplumuna giden yolda yârin yanağından gayrısını rızalık şehrine küfeyle taşıyan ahlâktır Alevilik.

Çok daha fazlası da yazılabilir Alevilik’in temel unsurlarına dair, eşitlik mesela, mesela aydınlanmacılık, yoldaşlık bilinci örneğin, barışçı oluşu mesela, yetmişiki milletin kardeşliğine inanması, tabiata olan aşkından bahsedilebilir ziyadesiyle, canlı cansız tüm varlığın özünde kendini görmesi ve insanın kâinatın aynası olduğuna inanması örneğin, dahası gerçeğe aşıktır Alevilik, gerçekler demine hü diyerek ifade eder kendini her Alevi, nefsini yenmeyi ölmeden önce ölmek olarak adlandırır, sırr-ı hakikat gizler sözünde Hallac-ı Mansur En-el Hakk diyerek veya karanlık bulutların ortasından bir boran gibi geçerek efendileri kendi sehpalarında yenen, boynunu urgana geçiren Pir Sultan’da bulur Kızılbaşlığı’nı.

Nedir Alevilik diye sorarım her defasında kendime ve yeni cevaplar bulurum zihnimin derinliklerinde. Kendi levh-i mahfuzumda kayıtlı sihirli bir giz kutusudur Alevilik. Her açtığımda bu kutuyu yeni bir kavram çıkar karşıma. Öyle ya ne demiş ti Pir Hace Bektaş, “Her ne arar isen kendinde ara”. Aradıkça buluyorum talip olduğum yolun örüldüğü taşları bir bir.

Epeyce bir süredir Antik Yunan’ı dolaşıyorum zihnimin delhizlerinde. Sokrates’in son saatlerine tanık oldum örneğin içim ürpererek. Oysa ki ne demişti Sokrates, “Kendini bil”.
Evet, evet sadece kendini bil demişti ve kendisine dair “Bildiğim tek şey hiç bir şey bilmediğimdir” demişti. Dahası herkes dünyanın ne olduğunu bilmezken ve gökyüzüne anlam bile veremezken çıkmıştı ortaya Anaksimandros, “Dünya boşlukta duruyor ve tüm evren dönüyor” demişti. Sokrates’in beni Pir Hace Bektaş’a götürdüğü yolculukta Anaksimandros’un da beni Aşık Hüdai’ye götürdüğünü itiraf etmem lazım. Ne demişti Aşık Hüdai “Bütün evren semah döner”.

Bitmedi dahası var, Heraklitos var mesela “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyerek mutlak olan tek şeyin değişim olduğunu anlatmaya çalışmış ve ilk diyalektik felsefeyi sunmuştu insanlığa. Kendisine miras kalan krallığı tüm devrimci duyarlılığıyla elinin tersiyle iterek insanlığın ayrı ayrı krallıklara bölünmesini ve sömürülmesini reddetmişti örneğin. Hearklitos’la yolculuğum beni İbreti’ye götürdü kaçınılmaz olarak. Ne demişti İbreti “İbreti der varlığımız bitmezdi / İnsanoğlu yanlış yere
gitmezdi / Ayrı gayrı devlet icat etmezdi / Dünyaya bir bayrak diker giderdim”

Empedokles var örneğin, dört temel maddeden oluşan tüm evrenin hava, su, toprak ve ateşten etkileşiminin dinamizmini anlatıyordu Antik Yunan’da. Pekiyi ya kendisinden yüzyıllar sonra Anadolu’da çile dolduran Alevi ozanı Gencî ne diyordu ? “Çar anasır bâb’ından nikâb büründüm” Işığın bünyesinde saklı dört elementin tüm kâinatı var ettiğini anlatır olmuştu Gencî .

Ne aramadık ki zihinlerimizde bugüne kadar. Sınırsız bir derya ve us almaz bir derinlik içredir zihnimiz. Kendinden aşkın bir kainât olgusunu kesinleştirmiş Alevilik için bulunmaz bir kütüphanedir insan. “Okunacak en iyi kitap insandır” diyerek yol gösterici olmamış mıydı Pir Hace Bektaş.

Kavramlar denizinde neler yok ki; Alevilik literatürüne dair ne türden bir kavramı anlamaya, açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışırsak çalışalım, karşımıza Antik Yunan Felsefesi çıkıyor kaçınılmaz olarak. Tabii şu hatırlatmayı da yapmadan geçmemek lazım. Antik Yunan Filozofları olarak yukarıda isimlerini zikrettiğimiz tüm filozoflar, ya bugün ismine Anadolu dediğimiz topraklarda doğmuş ve yaşamışlardır ya da Anadolu’ya yerleşerek felsefelerini orada geliştirmiş ve yaymışlardır. Yani özünde Antik Yunan Felsefesi, adlı adınca Anadolu Felsefesidir. Nihayetinde Alevilik de Anadolu kökenli bir inanç değil midir ?

Kendi gölgesini güneşten önce alıp giden bir kaçak gibi uzaklaştıkça felsefeden ve bilgiden, cehalet rüzgârına teslim bireyler olarak sadece fiziki varlığımızı devam ettirebiliriz o kadar. Oysa ki kişilik kavramının insanlara tek tek yüklediği öncül görevin, bilgi her neredeyse ona ulaşmak için yol almaktan veya yola talip olmaktan geçtiğini de hatırlatma ihtiyacı duyduğumu itiraf etmeliyim.

Aslen altını çizmemiz gereken en basit hususların da neler olduğunu kısaca hatırlatacak olursak, özetle ; Bilgi edinmek için soracağımız soruların her şeyden kuşku duyacağımız tartışmaya açık cevaplar vermesi gerektiğinden hareketle, Nasıl ve Ne kadar sorularının sorulması gerektiğidir. Nasıl sorusu sizi felsefeye, Ne kadar sorusu sizi bilime götürür. Lakin bu soruların yerine Niçin sorusunu sorduğumuzda bilmeliyiz ki bu soru, eninde sonunda bizi tartışılamaz, dogmatik bir ideaya yani ilahi bir varlığa götürecektir.

Felsefe yoldaşınız, bilim yardımcınız olsun…
Aşk ile,

Murat KILIÇ

29/08/2020

#DevrimciAlevilerBirliği

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.