Aslolan iyiliktir, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu olduğu için, ancak iyi bir insan kâmil insana dönüşebilir, kâmil insansa eğitimli, bilgili ve o bilgisiyle yaşamına yön veren insandır. Kamil insanlar yetiştirmek için, binlerce yıldan beri, çeşitli örgütler, okullar açılmış, bu örgütler gizli, sırlar sistemiyle yer altında hayatına devam etmek zorunda kalmıştır.
Yu…nanistan, İtalya, mısır İskenderiye, Tibet, Hindistan ve dünyanın başka coğrafyalarında, kâmil insan yetiştirmek için kurulmuş okullar vardı. Bu okullar zaman zaman, tahrip edilmiş, öğrencileri katledilmiş, yasaklanmış, çoğu zaman takıya yapmak zorunda kalmış, gerçek kimliklerini açıklayamamış, o günün düşünce yapısına benzer bir görüntü vermek zorunda kalmışlar. Halife Ömer, mısırı fetih edince, halka ya Müslüman olursunuz ya hepiniz ölürsünüz diye halk kılıçla Müslüman edildi. Ömer İskenderiye okulunu yıkar ve bütün kitapları yakar. İskenderiyeli bilginler Müslümanlığı kabul etmiş görüntüsüyle, muhalif âlinin yanlısı görünüp, eski öğretilerine gizlice devam ederler, Pisagor ve platonun görüşlerini yaymaya devam ederler. Bu okullar ve düşünceler, zamanla başka adlarla, eski yollarına devam ederler, bazen da yapısal ve düşünsel değişikliklere uğrarlar.
İslam savaşçı bir kavmin bağrında, savaşçı bir din olarak doğdu. Fetih İslam ın kanıtı ve başlıca ikna yöntemiydi. Dünya her şeyiyle Allahın, Müslümanlarda Allahın yeryüzündeki tek varisleri olduğuna inanarak, bütün dünyanın malı, mülkü, Müslüman a helal. Islama göre mutluluk dünyada bulunmaz, gerçek dünya ötekisidir, bu dünya insanların denendiği yalan dünyadır. İslam ümmetine vaat ettiği, toplumsal huzuru, adaleti verememiş, ümmeti hayal kırıklığına uğratmış, İslam a ilk karşı çıkan ve hoşnut olmayan peygamberin ehl-i beyti yani, kendi öz ailesi olmuştur.
Peygamberin ölümünden sonra, iktidara geçen bütün halifeler ve yöneticiler, peygamberin ailesine karşı neredeyse bir yok etme mücadelesine girerler. Ali devlet yönetiminden uzaklaştırılıp, Medine de bir tür tecrit edilir, peygamberin ölümünden yirmi dört yıl sonra Halife olabilir, dört yıllık halifelik dönemi, iç savaşlarla geçer ve camide öldürülür. Sırasıyla bütün aile fertleri, hasan zehirlenir, Hüseyin Emevilerin ikinci halifesi yezit tarafından katledilir, kadınlar ordunun arkasından çıplak sürüklenir. İslamiyet’in ilk iki yüz yılı, peygamberin ailesine karşı baskı ve yok etmeyle geçer.
Aliye yapılanları hazmedemeyen, âli taraftarları ve iktidardan uzaklaştırılanlar, Şiilik adı altında İslamlın ikinci kolu Şia- âli partisi- doğar. İslam Sünni ve Şii ler diye ikiye bölünür, İslam da öyle top yek ün bir birlik hiçbir zaman olmamıştır, peygamber dönemin dede. Peygamberin karşısında her zaman, muaviye nin babası Ebu süfyan, Hz Osman ve ümeyye oğulları vardır, emevi ler ümeyye oğullarının iktidarıdır. Mekke de iki büyük aile vardır, kureyş, haşimiler yani peygamberin oymağı ve karşısında her zaman rakip olan ümeyye ailesi, maviye vardır. Muhammed peygamberliğini ilan etmeden çok önceleri bu rekabet başlamıştır, bu karşıtlık, iktidar ve paylaşım mücadelesidir, nedeni Kabedir. Arabistan ve o geniş mahalde, Kâbe gibi yüze yakın mabet vardı ama en büyükleri ve işlerliği en kalabalık olanı Kâbedir, güneşe atfen yapıldığı bilinir. Kebenin yönetimi bazen kureyşlilere bezende ümeyye oğullarına geçiyordu. Kâbe o bölgenin gelir getiren hem inanç, hem de ticaret merkeziydi. Kâbe ye gelen hacılar ki, farklı dinler, inanaçlar, putpereslerin ortak mabediydi. Ziyaretçilerin, yiyecek, içecek, barınacak, her türlü ihtiyaçlarını kebeyi yöneten aile fertleri temin ediyordu, tabi ücret karşılığında, bu bütün ailenin geçimiydi. Bu gelir paylaşımı iki aile arasında İslam öncesi ve sonrası da devam etti, âli ve maviye karşıtlığının özü buydu.
Muhammed in ailesi, kuşaklar boyu kebenin yönetimini elinde tutan rahiplerdir. 2 muhammedin ailesinin tek tanrılı hanif dinine inandığı söylenir. Kureyşliler İbrahim in karısı köle hacer den olan oğlu İsmail in soyundan geldiğine inanırlar, İbrahim in öz karısı sarah, köle hacerle oğlu ismaili hicaza sürgüne göndertir. İsmail burada cürhum kabilesinden Sami bir kadınla evlenir, kureyşliler böylece ismailin soyundan geldiklerine inanırlar. Muhammed in amcası el Zübeyir, hac döneminde Kabenin güvenliği ve geleceği için,{ hılful füdül] [ Allahın sulhu ayları] anlamında bir örgüt kurar, bu gizli bir örgüttür, elemanlarının kim oldukları bilinmez, yüzlerini tanınmamak için kapatırlar. Örgüt elemenlarına her türlü savaş tekniği öğretilir, örgütün kendine has kuralları vardır, Muhammed bu örgütün elamnıdır, Mekke halkı arasında lakabı [ el emindir] Hıristiyan şövalyeleri gibi bir teşkilattır. Muhammedi peygamberliğinde bu örgüt korur. Dikkat edilirse, Muhammed in bütün amcaları ve yakın akrabaları hepsi birer ünlü savaşçıdır. İbrahim ve oğulları kabeyi inşa ettiklerinde, Kâbe tarikatı adında Bâtıni bir örgüt kurarlar amaç kabeyi ve dinlerini korumaktır.
İslam’da iki ana düşünce var, biri zahiri bu Sünni inancıdır, dış görünüş, var olana, söylenene, görünene inanmak. Söylenen Allahın sözü, Allahın kitabı kurandır, ona karşı bir şüphe etmek, onu eleştirmek, sorgulamak, din dışı, Allaha ortak koşmaktır ki, cezası Allah adına ölümdür. İkincisi ise Bâtıni bir düşünce yapısıdır, binlerce yıldır bu düşünce, farklı adlarla, farklı inançlarla devam ede gelen bir derin felsefi düşünüştür. Esas olarak görünenin arkasındaki görünmeyen gerçeği görmektir ve bu gerçeği arar, iç görünüş, kuşkucu, sorgulayıcı, neden, niçin diye soran, tam gerçeği bulana kadar her şeyini irdeleyen bir akılcı düşünüştür. Aleviler bunu kısaca anlatmak için bir hikâye anlatırlar. Ali Ömer’e seninle benim taraftarlarımın arasında çok ince ve önemli bir ayrıntı var der, Ömer neymiş o seninkilerde benimkilerde aynı insanlar der, ikisi anlaşırlar farkı bulmak için, Ali ve Ömer kendi tarafını tutanlardan birer adam çağırır. Ömer adamına şu çuvala şuradaki toprağı doldur ve doğru Hindistan götür der, adam çuvalı doldurur ve gözden kaybolur. Ali’de aynısını söyler, âlinin adamı çuvalı doldurur birkaç adım gittikten sonra, çuvalı yere bırakır Aliye, ya Ali der, hindi standa toprak mı yok da buradan toprak gönderiyorsun, bu ne saçmalık der torbayı yere bırakır. Ali Ömer’e bak fark bu der.
Altıncı imam Cafer el sadık ölümü[765] dönemin otoriter bir düşünürü, bilgin, çevresinde çok çana, düşünür, bilgin, hukukçu, fıkıhçı bir topluluk vardı. Gulatın önemli kuramcısı Ebul hattab vardı. Gulat biçimcilik, Allahın insan nitelikleriyle tanımlanması, ölülerin dirileceğine ve kıyamete inanmazlar, oruç, namaz, hac gereksizdir, Hurufilik bunun devamı olabilir. Hattab küfe valisinin emriyle çarmıha gerilir, Cafer in büyük oğlu İsmail in düşüncesine yakındı. İmam Cafer okulunda, sonradan İslam’ın farklı mezheplerini oluşturacak olan, mezhep kurucuları, caferin öğrencileriydi. Hanifi, Hanbelî, şafi gibi başka önemli isimler de vardı. caferin okulu geçmiş İskenderiye okullarının devamı niteliğindedir.
İmam Cafer den sonra, kim imam olacak tartışmalarının yapıldığı ve bu tartışmalarda, imam Cafer in büyük oğlu İsmail in imamlığı istemesi, imamlık benim hakkımdır dediği vs gibi çok şeyler yazılmakta, kesin bir kanı olmadığından, bu konular her zaman tartışmaya açıktır. İsmail [topal İsmail] devrimci, aşırı fikirler savunan, İslam ı eleştiren ve kedisi gibi düşünen arkadaşları ve taraftarları olan bilge bir kişiliktir. Çevrenin baskısı, gelenekler buna müsait değil diye, bazı yazarlar ismailin, içki içiyor diye yapılmadığını yazsada, bunlar bana gerçekçi gelmiyor. Cafer İsmail i değil, hamide adlı cariyeden doğma oğlu, Musayı el Kazımı imam olarak belirler. Bunun üzerine tartışma başlar, imamlığın İsmail in hakkı olduğunu savunanlar, Şiiliğin en devrimci kanadı İsmailliliği kurarlar. İsmail bu atamaya karşı çıkarak, yunan adalarında bir okula gider, yedi yıl bu okullarda ve o dönemin ünlü bir düşünürün öğrenciliğini yaparak, Yunan felsefesini derinlemesine işler. Geri memleketine döndüğünde, çevresine ve arkadaşlarına, artık İslamiyet bitmiştir, insanlığa hiç bir şey veremez, biz yeni bir mezhep[parti] kurmalıyız dediği söylenerek, kendi adını alan İsmail i mezhebi ortaya çıkmış olur. Yazılı kaynaklarda İsmail hakkında pek doyurucu bilgi yoktur, bir yazar İsmail in Baki mezarlığındaki mezarını ziyaret ettiğini yazar.
Emeviler ve Abbasilerin yönetiminde, İslam mensupları hiç hoşnut değildi. Allahın yarattığı bir dünyada, dolaylı olarak Allahın yönettiği bir dünyada, nasıl olurda adaletsizlik, zulüm, haksızlık olur, zalimler hep güçlü ve iktidarda olurlar, işte İsmailliğin çıkışı bu sorunun sonucudur.
O dönemlerde bilinen ve bilinmeyen, birçok örgüt, mezhep kurulur, hepside yönetimlere, alternatif, muhalif anlayışlardır. Haksızlığa, zulme başkaldırıdır. Bunlar geçmiş yerel inançlardır, bastırılmış düşüncelerdir. İslamın doğuşu beraberinde yeni, sorunlar çıkarmıştır. Arap coğrafyasına, farklı inanaçlar, milletler, kabileler gelmiş, bunlar Arap olmayan, tam İslam da olmayan toplumlardır. Bunlara mevali derler, İslam yönetimleri, mevalilerden cizye adı altında, vergi alırlar, Müslüman olmadıkları için, yaşamlarının devamının garantisi olan kelle vergisidir. Bu farklı topluluklar neden bu coğrafyaya birikmiştir bu tartışılmalıdır. Türkler orta asyadan kuraklık nedeniyle, göç etmiş olabilir. İslam orduları Türk şehirlerinden, buhara, semerkent vs kentlerden binlerce Türk gencini esir alıp, Arabistan çöllerinde köle olarak satar, kölecilik sermaye birikiminin en temel metasıdır, savaşlar ganimet için yapılır, esir alınan, kadınlar ve erkekler köle pazarında satılır, bu en büyük gelirdir. islamda kölecilik gelirin, ganimetin adıdır, kölelerin azad edilmeleri kuran da bile çelişkilidir. Türk kölemenler[memluklular] paralı köle askerler. Tarih boyunca köleliği yaşamayan Türkler nasıl olmuşta, Arap çöllerinde köleliği yaşamaya başlamış, bence bu İslam egemenlerinin, Türkleri köleleştirdiğinin kanıtıdır. Buhara ve başka kentlerden, çocuklarını bulmak ve pahasını verip çocuklarını, yeniden özgürlüğe kazandırmak için, aileler kafilelerle Arap çöllerine gelir. Halklar savaşlarla oradan oraya sürülür, böylece o coğrafyada göçmen topluluklar oluşur. Her milletten, her inançtan, insan toplulukları vardır, arap coğrafyasında.
İşte bu mevali topluluklar, İsmail i mezhebinin içinde yer almışlardır, bu toplulukların özelliği, egemen Arap İslam yönetimleri altında ezilmektedir. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Gürcüler, Nusayriler, Dürzîler, Hıristiyan, Yahudiler, küçük guruplar hepsi egemenlere karşı bir olmanın kendileri için bir çıkış yolu bulmanın arayışı içersindedirler. Bu bölgede İslam’ın doğurduğu bir sınıf, yeni bir topluluk doğmuştur. Bugün Alevilerin 72 millete bir nazarla bakmak anlayışının, buradan geldiğini düşünüyorum. ismaili mezhebinde, bu halkların, yaşam ve inançlarının bir harmanlaması yapılmıştır. Bu inançlar hem birlikte, yeni bir anlayışı ortaklaştırırken hem de eski inançlarını, kendi içlerinde devam ettirmekteydiler, bu topluluklar gerçek anlamda, hiç Müslüman olmadılar. Sünnilerde, Şiilerde İsmail’i mezhebin inin mensuplarını, din dışı görüp, tuttukları yerde öldürüyorlardı. İsmail i kendi güvenlikleri için, düşmanlarının ulaşamayacakları sarp, yüksek dağ başlarına, iyi korunan kalelere sığınıp, yaşamlarını oralarda sürdürüyorlardı. Kendi dava mensubu olmayan hiçbir kimseyle, mezhepleri hakkında hiç bir şey konuşmuyorlar, takiye yapıyorlardı, böyle davranmak zorundaydılar, aksi takdirde sonları olurdu.
Bugün bile ismaililik hakkında zengin bilginin yokluğu yaşamlarının gizlilik içinde geçmesine, dışa kapalı olmasına bağlıyoruz. Dış dünya onlara yaşam hakkı tanımıyordu, kitapları gizliydi, bir baskında hem insanları toplu kıyıma uğruyor, hem de kitapları yakılıyordu, hep başka görünüm içinde yaşamlarını devam ettiriyorlardı.
Dindar bir İsmail i karşıtı, onları öldürmek, yağmur suyundan daha helaldir, onlarla kurulan ortaklık yâda dostluk, onların kestiğini yemek ve evlenmek hak değildir. Onlardan birinin kanını dökmek, yetmiş Rum gâvur u öldürmekten daha hayırlıdır. Bugün bile, alevinin kestiği yenmez, beş alevi yi öldüren cennete gider, alevinin Müslüman olması için önce gâvur olması gerekir, yani bir din sahibi olup, ondan sonra Müslüman olabilir. Böyle düşünen bir coğrafyada nasıl bir yaşam sürdürülebilir, nasıl bir yol aranır, gelin siz düşünün.
Bir toplumda yetişen bir dahi, bir lider, bir sanatçı kendi toplumunun değer yargılarıyla, o toplumun bilinciyle, çelişkileriyle, sorunlarıyla birlikte doğar ve o toplumun birikimidir onu yetiştiren bilinç. Hasan sabah da Şii bir ailenin çocuğu olarak kum kentinde doğdu, daha sonra rey kentine göçtüler. Rey dailik faaliyetlerinin yoğun olduğu bir kentti, ilk dini bilgisini burada aldı, ilk öğretmeni, Emire zerrab adlı Fatımi daisiydi, tabii ki ailesi bu öğretinin rehberiydi. Babası ırak ın kufe şehrinden gelen, yemen kökenli biriydi. Hasan 17 yaşında 1074 te örgüte girdi. Batı İran ile ırak ta ki İsmail i davet inin başında bulunan, Abdül melik ibn Attaş tarafından, İsmail i öğretisini almak için mısıra gönderildi.1078 de Mısıra varan Hasan, Kahire ve İskenderiye de üç yıl kaldı, burada Fatımi sarayının ileri gelenleri tarafından karşılandı.
İlk Fatımi devleti, 909 da kuzey Afrika da ifrikiyede kurulur. Sonradan 969 da mısırı ele geçiren Fatımi ler devletin merkezini mısıra taşırlar.973 el muiz, dört oğlu, akrabaları atalarının tabutlarını da alarak, kahire ye girerler. Bu birinci aşamadır tarihçilere göre, ikinci aşama halife el Muntansırın öldüğü 1094 yılından sonrasına derler. El Muntasır Türklerin doymak bilmez talepleri için hazinesini satar, Fatımi sarayları türk muhafızları tarafından talan edilir,1069 kahire deki Fatımi kütüphanesi zarar görür. Muntansırın ölmesinden sonra, yerine Nizarmı yoksa küçük oğlu Mustavil i mi geçecek tartışmaları başlar, Hasan Sabah Nizarı destekler, muntansır ölmeden önce, taht kavgasının başladığı görülüyor. Fatımi devleti 185 yıl hüküm sürer.
Mısırda Şiiler azınlıkta olsalar da, Mısır Şii İsmail i hanedan tarafından yönetilir. Cevher ordunun başındadır, başkent Kahire nin yapımına başlar, Fatımi sarayının yerini belirler ve planını kendisi çizer. 970 de el Ehzer cami temeli atılır, iki yılda biten caminin çevresine, el Ehzer üniversitesi yapılır 989. Fatımi yönetimi boyunca el Ehzer, sayısız İsmail i bilgini, hukukçu dai yetiştirmiştir, Bâtıni bilimlerin öğretildiği en büyük okuldur. El Azizi Mısır fatimi halifelerinin en iyi ve başarılısıydı, Yahudilikten İsmail i olan el Aziz, el Ehzerin üniversiteye dönüşme fikrinin babasıydı. Fatımi ler Yahudi ve Hıristiyanları devlet yönetimine alıyor, dinsel hoş görü gösteriyorlardı. Ermeni general behram, İslam ın kılıcı unvanını almıştı 1137. Fatımi devletinin en başarılı ve üst düzey komutanı, halifesi, din adamı, Yahudi yâda Hıristiyanlardandır. Suriye emiri Cemal el Devlenin kölesi olan ve adını ondan alan, Bedr el Cemali bir ermenidir. Kendi Ermeni birliklerini toplayıp, Suriye Akka kalesi komutanlığı, Şam valisi olmuş, 1074 te Kahire ye ulaşmış, yalnız ordunun başkomutanı değil, sivil, hukuki, dinsel yönetiminde başındadır, onun dönemi refah dönemidir, Mısırda bütün yetkileri eline alıp, vezirler, halifeler, imalar, göstermelik bir güçtür. Asi Türk komutanlarını ortadan kaldırır. Hasan Sabah, Nizara verdiği destek nedeniyle, Bedr el Cemaliyle ters düşer, önce hapse atılır, sonra Mısırdan Afrika’ya sürülür, Akdeniz de gemi batınca, Suriye’ye götürülür, 1081 de İsfahan’a gelir. Iranı dokuz yıl karış karış gezer, örgütlenme yapar.
Iranın kuzeyindeki sarp, dağlık bir bölge olan Deylem bölgesi, hiçbir zaman İran hâkimleri bu halkı kontrol altına alamamıştır, İslamlaştıramamışlardır, Hasan Sabah Deylemlileri barışçıl yoldan davaya katar, Hasan için bu bölge önemlidir. Kendine korunaklı emin bir yer arar, Elburz Dağlarının kalbinde, denizden 2000 metre yükseklikte Alamut Kalesinde karar kılar, Alamutu mehdi adlı bir derbeyden kimi zorla, kimi 3000 dinar karşılığında aldığı söylenir. Hasan Sabah 35 yıl boyunca bu kaleden hiç dışarı çıkmaz, ayda bir kaldığı odanın damına çıkar. Hasan Sabah, zeki, yetenekli, eşsiz bir örgütçü, siyasi strateji uzmanı, düşünür, yazar, çileci bir hayat süren, dostlarınada, düşmanlarınada aynı uzlaşmaz dürüstlükle davranır, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklar. Bütün eylemleri o planlar, dini, felsefi, siyasi bütün meseleleri o yazar o kararlaştırırdı. Alamut dönemi, dağlılar, köylüler ve küçük kentlerde yaşayan Nizari cemaati, kültürlü bir toplum oluşturdular, kütüphaneler vs. Hasan Sabbah Ünlü Selçuklu vezir, Nizam ül Mülkü 1092 öldürttü. Suriye ve İran Nizari İsmail i devletine dönüştü.
Hasan Babbah ve İsmaililer, vicdansız dünyada, yaşamlarını sürdürmek, davalarını yaymak için, kendilerince bir yol buldular. Dünya haramilerine ve zalim düşmanlarına güçleri yetmezdi, ne güçlü, nede kalabalık orduları yoktu, geçmişten aldıkları, farklı savaş tekniklerini uygulamaya koydular. Bu çok ince, çok etkileyici bir yoldu, küçücük çocukken, siyasi, dini askeri olarak yetiştirilen, dailer, fedailer, dünyanın bütün krallıklarına gönderiliyordu. Bu yetenekli fedailer, en zeki, atletik, birkaç dil bilen, davalarına inanmış, davaları için ölümü göze almış insanlardı. Bu fedailer gittikleri ülkenin, sayalarında hemen yer buluyorlardı, askeri olarak iyi eğitilmiş, disiplinli, kültürlü, iş bitiren tiplerdi, fedailer geldikleri ülkenin hiçbir şeyini anımsatacak, her türlü yerel özellikleri siliyor, gittikleri ülkenin asli unsuru gibi, kendilerini adapte ediyorlardı. Örgüt onlardan ne zaman bir eylem yapmalarını istendiği zaman, hiç tereddüt etmeden, kurbanlarını hançerliyorlardı. Hançerler dünyaca bilinen, ismaili hançeriydi, hançerden başka silah kullanmıyorlardı. Fedailer eylem sonrası, canlarını kurtarmak için, hiçbir çaba harcamıyor, oldukları yerde duruyor, çoğunluklada öldürülüyorlardı, kaçabilecek durumları olsa bile kaçmıyorlardı. Bu eylemler dünyanın her yerinde, yankılanıyor, herkes fedaileri konuşuyor, ismaililer bu sayede dünyanın en büyük krallıklarına, komutanlarına boyun eğdiriyor, onları vergiye bağlıyorlardı. Bu korkudan dolayı, Selçuklu sarayında, komutanlar zırhlı gezmek için, Selçuklu sultanından izin istiyor, saray içinde zırhlarını giyinip, sultanın huzuruna öyle çıkıyorlardı.
İslam devlet yönetimleri, düşmanlarına karşı her zaman, yalan ve iftiralarla, onları toplumun gözünden düşürmek için, toplumun nefret ettiği yakıştırmaları, onlara yakıştırıyorlardı. İsmaililere haşhaşı yakıştırması bir iftira, karalama kampanyası idi. Nasıl olurda, insan ölümden korkmaz, bu nasıl bir inanç da, inanacı için canını feda ediyor, işte bu sorulara kimse mantıklı bir yanıt bulamadığı için, ancak yalancı cennet hikâyeleri, haş haş içiriyorlar, uyuşturuyorlar gibi basit, gerçeği yansıtmayan iftiralar üretiyorlardı. marko polo ve birçok yabancı yazarda aynı, iftiraları yazmaya devam ettiler. Haşhaşı yakıştırması sadece Suriye nizrileri için söylenmiş bir söz, buda çok tutarlı ve gerçekçi bir yaklaşım değil.
İsmaili düşüncesi ve inancı, İslami inanç sistemiyle tamamen zıt yöndedir. İsmail’i inancında Cennet cehennem, kadercilik yok.pirsultanın,,, alemin muradı dünyada cennet, dediği gibi,cennet, cehennem bu dünyada, bu dünyadan başka bir dünya yok, şeriat kanunları gereksiz. Bu dünyada cenneti kuracağına inanmış bir insan, ölümüne bu inancını yerine getirmek için, mücadele ediyordu. ismaili iktidarları güçlü olmadığı, örgütün tam hâkimiyet sağlayamadığı dönemlerde, takiye yaparak, gerçekleri saklarlar, kendilerine Müslüman görüntüsü verirler, ne zaman her şeye hâkim olurlar, gerçek kimliklerini ortaya çıkarırlar. 1164’te 2. Hasan, ramazan ayı içersinde, şeriatı kaldırdığını ilan eder. İlk İsmail i devleti 874, İran körfezi güneyinde Harmat Karmat tarafından, Lashada kurulur. Oruç, namaz olmadığı gibi, tek cami bile yoktur. 150 yıl süren bu devlet Karmatiler diye bir meclis tarafından yönetilir, komin bir yaşam vardır, özel mülkiyet yoktur, içki yasağı, İslami anlamda ayıp, günah diye bir şey yoktur. Sufiler her türlü dini fikri ve Allahın varlığı tartışılıyordu. Karma tiler 929 da Mekke yi işgal edip, Kabedeki kutsal kara taşı [haceri evsedi] Lashaya götürürler, hacıların hacca gitmesini engellerler, hacılara saldırırlar.
Hasan sabah kurduğu örgütün, kusursuz işlemesi için, her türlü olumsuzlukları hesaba katarak, devletin örgüte hâkim olmasını değil, örgütün devlete hâkim olmasını istiyordu. Yozlaşmaya, bürokrasiye hiç tahammülü yoktu, örgüt içinde disiplin, ilke önemliydi, örgütün ilkelerine uymayan, kim olursa olsun cezalandırılıyordu, dost, düşman, oğlu, kızı diye kimseyi ayırmıyordu, örgütte herkes eşitti. Örgüt içinde mutlak bir gizlilik vardı, örgüt dışındaki hiç kimseye dava ile ilgili hiçbir şey söylenmiyordu, dış dünya davaya bağlı olduğu bilinen herkesi yok ediyordu. Dai yayıcı, çağırıcı, misyonerdi, davayı dailer yayıyor, davanın ilkelerini onlar anlatıyordu. Hasan Sabahın örgütü kadro örgütüydü, bütün halkı örgütlemek diye bir dertleri yoktu, bunu yapamazlardı, bütün halkı eğitemezlerdi, dailer kalelerde eğitiliyor, felsefe, din, genel kültür, dil, edebiyat, müzik, çok yönlü bir eğitimden geçiyorlardı. dai atandığı bölgede bağımsızdı ama merkezle sıkı bağları vardı. Dai entelektüel, örgütçü, bilgili, hukukçu, Müslümanlık dışındaki dinleri bilen, yerel dilleri ve yerel gelenekleri bilmek zorundaydı. Köylerdeki, şehirlerdeki, zeki, örgüte uygun gençleri, örgüte katmak için dailer, özel ikna yöntemleri uyguluyorlardı. Hasan Sabahın örgüt elemanlarına Assains deniyordu, Arapçada bekçi, sır bekçileri anlamında.
Hasan sabah ölmeden yerine Kiya Buzurg’u atadı 1124 te öldü. Nizari örgütlenmesi 1256, alamut kalesinin Moğol komutan, Hülaği Han feth eder. Alamut düştükten sonra, Nizari örgütlenmesi eski etkisini yitirdi, küçük bir hizip olarak, tasavvuf şemsiyesi altında, yoluna devam etti. İsmail i düşüncesi ve örgütlülüğü, başka coğrafyalarda, farklı adlarla bugüne kadar geldi. Hindistan, Pakistan, Afganistan, kuzey Afrika, Anadolu, İsmail i düşüncesine sahip topluluklar halen mevcut. Hindistan Nazarileri Hindu, Müslüman ve yerel gelenekleri harmanlayarak, kendi özgün dinsel geleneklerini yarattılar. 1513 liderleri imam Şahın ölmesiyle, ikiye bölünmüşler, Muhammed Şahlılar ve Kasım şahlılar. Muhammed Şahlılar 16 yy Hindistan a göçmüş, 19 yy yok olmuşlar. Kasım Şahlı kolu Encudan Köyünde ortaya çıkmış, Orta Asya ve Hindistan’da faaliyet göstermiş. Bugün dünyanın en zengin ailelerinden Ağa Han adıyla, doğu farikada müritleri bulunmaktadır, geçmişten gelen gelenekle, Nazariler liderlerine vergi vermek zorundalar, ünlü bir davada, Hinduluktan Nizriliğe geçen, sonra Sünni olan Barba iler, mahkeme tarafından Ağa Hana vergi vermeye karar verir.
Babailer, Anadolu Aleviliği, Hacı Bektaş Veli bu yolun devamcısı olduğu araştırmacılar tarafından söylenmektedir. 1340 ortaya çıkan Hurufilik. Fazluluh Esterabi tarfından yayılır, damadı ve yolun önemli liderlerinden, İmameddin Seyyid Nesimi de İsmail i olarak sayılır. Hallacı Mansur, en el Hak inancıyla 922. Ömer Hayyam,1050 1122 İran’ın ışık kaynağıdır. İbni Sina 980 Buhara’da, Yunan felsefesinin temsilcisi olarak bilinir. Farabi 870- 950 her varlıkta tanrıdan bir parça vardır, madde ondan zuhur etmiştir. Bugün ki Anadolu Aleviliği bütün inanç boyutuyla, neredeyse İsmail i inancı ve düşüncesinin bir devamı nitriğindedir. İsmail i liderlerine efendi denir, Hacıbektaş postnişini ulu soylar ailesine, talipleri efendi diyorlar. Hüccet kelimesi iki anlayışta da geçiyor, hüccet örgütün liderliğinden verilen onay, örgütün resmi bir senedi, dailere verilen belge, dedelerde Hacı Bektaş, dergâhından aldıkları hüccetle dedelik yaparlar. Dedeliğin özel bir anlamı yok, dailiğin Alevilikteki adı, dai.
Dünyada binlerce yıldan beri insanlar bir arayış içersindedir, insana yakışan en değerli şeyi, iyiliği, insanlığı, bilgiyi, tanrıyı arar durur. Kimi tanrı adına din, kitap yazar, peygamberliğini ilan eder, tanrının yeryüzündeki temsilcisi ilan eder. Kimisi kendinin tanrı olduğunu söyler, kimisi tanrıyı inkâr eder. Kimileri her şeyin doğada olduğunu, onu bulup açığa çıkarmak için bilime, bilgiye kendini adar. Pisagor, Sokrates, platondan bütün bilimlerin babası hermese ki, ana doluda İdris Peygamber derler, işte bu sürecin bir yansımasıdır, haşhaşiler ve Hasan Sabah olayı.
YUSUF AYDIN
İlk yorum yapan olun