ŞAH İSMAİL ve ŞİİLİK NEDEN KIZILBAŞLIK GÖRÜLDÜ?
Şiilik dendiğinde direkt olarak insanların aklına İran gelmektedir. Bunun nedeni ise İran’ın bölgenin en eski yerleşik ülkesi ve nüfusu yoğun büyük bir İslam devleti olmasıdır. Arapların bir kısmı da Şii oldukları halde, İran’ın nüfusunun yarısına dahi yetişemezler. Bir de Şiilik için İranlılar, Arap Şiilerden daha fazla kendisini İslam’a feda ederler. Bu da biraz devşirme kültürden gelen aşağılık kompleksiyle, İslam dünyasına kendisini kabul ettirme psikolojisinden kaynaklanan bir durumdur.
Şah İsmail dönemine geçmeden İranlıların tarihleriyle ilgili kısa bir bilgilendirme açıklayıcı olacaktır. Çünkü İranlıların tarihleri çok eskilere dayanıp en az 7000 yıllık bir geçmişi vardır. Aynı zamanda kültür değerleri çok derin ve bölgenin en zengin kültür yapısına sahiptir. Avrupa ülkeleri dahi İran kültürüne hayranlıklarını gizleyememektedirler. İranlılara bu özelliği veren temel yapı ve değer, Hindistan kültürüyle olan ortaklığı ve en az 1500 yıl Zerdüştlük kültürüyle yaşamış olmasıdır.
Zerdüştlük hem bir dindir hem de Düalist Materyalist felsefeyi temel alan akılcı, modern ve hümanist dünya görüşüne sahiptir. Zerdüştlük; İran – Pers kültürünü daha da zenginleştirerek, özellikle bölgenin birinci etkili dili ve kültürü konumuna yükselten en gelişkin dini siyasal felsefelerin başında gelir.
İranlılar dil (Etimoloji) ve ırk (Etnik) açısından Hint Avrupa kökeninden gelen bir halktır. İlk etnik ve kültürel bağları Hindistan ve Sümerlere kadar gitmektedir. M.Ö. 600 ile 550 yıllarında Akamenidler adıyla ilk devletlerini kurmuşlardır. Bunlar birinci Persler olarak geçer. Bu tarihten önce nasıl yaşadıklarıyla ilgili net kayıtlar olmasa da ilk inanışlarının Güneş (İndra Mitra) ve Ateş olması, dillerinin Hint Avrupa dil ailesi içerisinde yer alması nedeniyle Hint imparatorluklarında yaşadıklarını rahatlıkla ifade etmek mümkündür.
M.Ö. 500’lü yıllarda Yunanlılarla birlikte Partlar adıyla ikinci bir devlet kurdukları da belirtilmektedir. Daha sonra bölgede devam eden karışıklıklar neticesinde Partlar yıkılıp, M.Ö. 450’lerden itibaren Kürt Med İmparatorluğunu yıkarak Sasaniler adını almışlardır. Sasaniler en uzun yaşayan Pers İmparatorluğudur. Buna ikinci Persler denilmektedir.
Safeviler ve İranlılar şeklinde günümüze kadar gelen toplumun tarihteki adları bu şekildedir.
İranlıların ataları içerisinde Akamenidler, Partlar ve Sasaniler din olarak Zerdüştlük, Mani, Mazdek, Babek ve Hürremilik’e inanıp, Tanrıları Güneş, Ateş ve Kadın Tanrıçalardır. Toplumsal ve ulusal kültürlerini bu temel değerler üzerine oluşturduklarından, ifade edilen inançların hepsi günümüzdeki Kızılbaş Alevilikle devam ettirilen din ve düşünce felsefesinin özüdür.
M.S. 750 yıllarından itibaren Ortadoğu ve Mezopotamya’da egemenlik kurmaya başlayan İslamiyet, Sasani devletinin yıkılmasına sebep olmuştur. İslamiyet’e karşı direnişini sürdüren Sasaniler, pek başarılı olamamışlardır. İslami baskıdan aynı şekilde etkilenen Manici Kürtler ve Persler, Kürt Ebu Müslim Horasan liderliğinde örgütlenirler. Bu örgütlenmeyi genişleterek İslam toplumu içerisinde dışlanan ve sürgün edilen Haşimi Şii Araplarla iş birliği yapmaları neticesinde, Emevi Sünni İslam devletini yıkmayı başarıp, M.S. 750 yıllarından itibaren Abbasi Şii İslam Devletini kurarlar. Abbasi Şii İslam devletini kurmalarıyla Sasanilerin çok büyük bir bölümü Mani Mazdek inancını bırakıp Şii İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Daha sonra Abbasi devletinin içerisinden ayrılan Safeviler kendi Şii İslam devletlerini kurmuş oldular. Böylece İslamiyet’i kabul eden Safeviler (Persler) her geçen gün eski inanç ve kültürlerini bırakıp, Müslüman Türklerin devşirmeciliğine benzer şekilde, egemenlik sağladıkları tüm alanlarda, Müslüman olmayan herkese İslamiyet’i kabul ettirmek için her türlü baskıyı uygulamışlar.
İfade edilen tarihlerde Iran ve Irak topraklarını kapsayan bölgede 1030 yıllarında Büyük Selçuklu adıyla Sünni Müslüman bir devlet kurulmasına rağmen, Şii Arap ve Farsların baskısı sonucunda Büyük Selçuklu devleti dağılarak Anadolu’ya göçe başlarlar. Aynı şekilde Şii ve Sünni Araplar ile Şii Farsların baskıları yüzünden, özellikle bölgede yaşayan Kürt ve Türk Kızılbaşların büyük bir kısmının da Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldıklarını görüyoruz.
Belirtilen tarihler arasında Şii ve Sünni Müslümanların baskıları neticesinde, İran ve Irak bölgesinde bulunan Kürt ve Türk Babai Kızılbaşlar oldukça azınlık duruma düşmüşmüşler.
Böylece Mezopotamya’dan Anadolu’ya ilk Kızılbaş göçün önderlerinden Pir Hünkâr Bektaşi Veli’nin ailesi olduğu birçok tarihi kaynakta yazılıdır. Anadolu’ya yerleşen Selçuklu Sünni Müslümanlar 1171 yılından itibaren yeniden Sünni İslam devleti kurarlar. Burada da Sünni İslam’ın hâkimiyet sağlaması için her türlü baskı, katliam ve asimilasyonu sürdüren devşirme Selçuklu, en çok Kızılbaş Kürt ve Türk Alevileri baskı ve katliama maruz bırakmıştır.
Aynı zamanda Müslüman Sünni Selçuklu Devleti, Safevileri de tedirgin etmekte idi. Safeviler, Anadolu’daki Selçuklu ve 1299 yılında ortaya çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etmek ya da zayıf düşürmek için ellerinden gelen her türlü yöntemi denemekten çekinmemiştir. Bu yöntemlerden en çok dikkati çeken ise Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlıya karşı önemli bir muhalif güç olan Kızılbaşları kullanmaya çalışmış olması, İranlıların tarihlerindeki ikinci kara lekedir. Çünkü İran kendisinin de eskiden sahip olduğu Zerdüştlük gibi çağdaş ve modern bir kültürü tarihten sildikten sonra, ne zamanki Sünni Arap ve Türk Müslümanlar karşısında zorda kalmışsa, Kızılbaşlara yardım etmek adıyla kendi yanına çekmeye çalışması tam bir utanmazlıktır.
Safevilerin, eskiden inanıp sahip oldukları Kızılbaşlık kültürünün bazı özelliklerini öne çıkararak, Anadolu’daki Kızılbaşlara daha yakın ve sıcak bir duruş göstermeleri demek, Safevilerin Kızılbaş olduğu anlamına gelmediği gibi, Kızılbaşlarında çaresizlikten dolayı Safevilerle ittifak yapması Şii Müslüman oldukları anlamına gelmiyor.
Zira Anadolu Kızılbaşları bir tercih yapmak zorunda idiler. Çünkü var olabilmeleri için mutlaka güçlü bir müttefikle ortaklık yapmaları gerekiyordu. Bu tercih doğrultusunda, Sünni Selçuklu ve Osmanlı devleti mi, yoksa Şii ve eskiden Kızılbaşlık kültür izlerini taşıyan Safeviler mi olmalıydı? Doğal olarak Kızılbaşlara en yakın müttefik güç Safeviler olmuştur. Belki de bu düşünceye sahip olmalarının bir diğer etkisi de Safevi devleti Şahlarının Kürt olmalarıdır. Kızılbaşlar bu tercih doğrultusunda Safevilerle birtakım ilişkilere geçerek, Selçuklu ve Osmanlı’yı bir gün yenecekleri inancıyla İran Şahı ile birlikte savaşlarını sürdürmüşlerdir.
Safeviler ile Kızılbaşların bu ittifakları dinsel dayanaktan çok siyasal ve politik özellik taşıyordu. Çünkü Kızılbaşlar biliyordu ki, Safeviler artık eski inançları olan Kızılbaşlığa dönmeyeceklerdi. Aynı şekilde Safeviler de biliyordu, Kızılbaşlar İslamiyet’i kolayca kabul etmeyecek. Bu yüzden Anadolu’daki Kızılbaşlar, Safevileri kendilerine inandırıp tam bir destek almak için sadece Hz. Ali ve 12 İmamların adlarını yalnızca sözlü olarak her yerde anarak, Safevilerin güvenini kazanmaya çalıştıkları görülmektedir. Ancak Kızılbaşların unuttukları bir nokta vardı. Oda şudur.
İranlıların eski bir Uygarlık ve kültürden geldiklerini ve bu tecrübelerinden dolayı, temel siyasal politikalarından kolayca ödün vermeyeceklerini akıllarından çıkarmamalıydılar. Ve Safeviler kendine özgün yapılarından dolayı, ya Kızılbaşlara güvenmedikleri için tam destek vermemişler veya yapılan ittifakla Osmanlı’yı yenemeyeceklerini anlayarak, Kızılbaşları sonunda yalnız bırakmışlar. Şii Safevilerle, Kızılbaşlar arasındaki ortak nokta ve ittifakları bu şekilde özetledikten sonra, asıl bir döneme damgasını vurmuş olan Şah İsmail ailesini daha yakından tanıyarak, Kızılbaşlarla olan siyasal, politik ve dinsel ilişkilerin ne derecede doğru temeller üzerine olduğunu net bir şekilde anlamaya çalışabiliriz.
Şah İsmail’i, Kızılbaşlığı ve Şiiliği tanımak için, önce Şah ailesinin kökeni ile uğruna savaşlar verdiği ve bugün İran toplumunun devam ettirdiği dini kültür olan Şiiliği inceleyerek öğrenmek mümkündür. Bunun dışında, eskiden beri Hz. Ali ve 12 İmamlarla ilgili hayale ve düzmecelere dayanan söylencelere bağlı kalmak, insanın kendisini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Şah İsmail etnik olarak, İran’ın yerli halklarından olan Kürt bir aileden gelir. Ancak ata ve dedesinin daha önce Müslümanlığı kabul etmesiyle birlikte, Şah İsmail’de İslam kültürüne göre büyüyüp, kendi öz etnik kültürü olan Kürlükten uzaklaşarak, Fars milliyetçisi olmuştur. Ve bu doğrultuda siyaset ve politika yürüterek ömrünü tamamlayan bir kişidir. Buna benzer anlayış, Türkiye ve Irak halklarından Müslümanlığı kabul eden birçok Kürt ve Türk’te aynı şekilde kendi öz kültürlerinden uzaklaşarak, Arap İslam milliyetçiliği yaptıkları görülür. Şah İsmail’in böyle bir tarihsel yaşamı olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu doğrultuda değerlendirmek en akılcı ve en uygun olanıdır.
Şah İsmail’e, Alevilerin ilgi duyması, Şah İsmail’in Kızılbaş ya da Alevi olduğundan değil, Anadolu ve Mezopotamya’da, Sünni İslam’a karşı tek güçlü muhalefet olmasından kaynaklıdır. Alevilerdeki ilginin gerçek nedenini araştırdığımızda, “Denize düşen Köpüğe sarılır” örneğine benzer.
Aleviler, Sünni Müslüman Türk Devşirme devletine karşı, yapmış oldukları her isyanda yenik düşmüşlerdir. Son bir kez daha kendilerine tek yardım edecek güçlü muhalefetin, İranlılar olduğunu düşünerek İranlılarla yakınlaşırlar. Böylece kendilerine kim el uzatmış ise, onu sahiplenmeleri, doğal olarak bir duygu gelişmesi de yaratmıştır.
Gerek Şah İsmail’in yaşamından gerekse yapılan kaynak incelemelerinden de anlaşılacağı gibi, Hz. Ali ve 12 İmam yolunu takip edenlerin, Kızılbaş ya da Alevi değil, Şii oldukları tüm yaşam biçimlerinden anlaşılıyor. Şah İsmail’in kim olduğunu, ata ve dedesinin nereli, hangi etnik toplumdan olduğu, din ve yaşam felsefelerinin nereden geldiğini, elde edebildiğimiz şu belge ve kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Kaynaklar ışında yaşanan olayların hangi temel kültürel yapıya dayandığını, zaman ve süreç içerisinde nasıl bir şekle dönüştüğünü incelediğimizde, Şii Şah İsmail’in Kızılbaş olmadığı net bir şekilde ortaya çıkıyor…..
İlk yorum yapan olun