BABAİLER İSYANI

10923312_1602823529950945_3914412955986597402_n

BABAİLER İSYANI

1 Ağustos 1240 yılında Baba İlyas ve Baba İshak önderliklerinde Kürdistan’ın Kuzeyinde başlayıp, Anadolu içlerine kadar yayılan ve Babailer adıyla bilinen toplumsal halk hareketi, tarihsel toplumun gelişim seyrinde sonuçları itibariyle önemli bir yer tutar. Anadolu Selçuklu Devletine karşı gerçekleştirilen bu isyan, özü itibariyle Ortadoğu demokratik direniş geleneğinin devamı niteliğindedir. Daha önceki yüzyıllarda Babek, Hürremi, Mazdek ve Karmati direnişlerinde de görüldüğü gibi bu isyan da, özgür, komünal ve eşitlikçi bir yaşam ve toplum düzenini amaçlamaktadır. Tarihte insanlık adına gerçekleştirilen hakikat arayışlarının bir devamı olarak değerlendirmek yerinde olur. Çünkü toplumun zihnindeki hakikat algısına ters düşen yaşam tarzı, Ortadoğu’da her zaman tepkilere yol açtığı gibi, isyan ve direnişlerin de temel nedeni olmuştur. Bu sınıflı ve devletli sistemin, doğal toplum değerleri üzerinden kendisini yaşatmaya ve bu değerleri sömürerek kendisini var etmeye başladığı andan günümüze dek devam eden bir tepki ve isyan durumudur. Tarihin akışı içinde bu hakikat algısı ve arayışında zaman zaman duraklamalar yaşansa da, aslında hiçbir zaman bitmemiş ve insanlığın zihnindeki yerini de hep korumuştur. Bu açıdan bakıldığında, komünaliteye, paylaşıma ve özgür yaşama dayalı ahlaki ve politik toplumun değerlerini sömürmeye, talan etmeye ve bozmaya çalışan dönemin Selçuklu devletine karşı, başını Türkmenlerin çektiği ama içinde Kürt, Ermeni ve diğer yöre halklarının da bulunduğu bu isyanın, toplumsal vicdan ve adaleti temsil ettiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Nitekim isyana manevi olarak yani ideolojik anlamda önderlik eden Baba İlyas’ın “Dünya Mülkü Halkındır” sözü, bunu kanıtlar niteliktedir.

Sınıflı ve tahakkümcü devletli sistemin ilk çıkışından itibaren tarihi kendisiyle başlatan, kendi etrafında yaşanan olaylarla sınırlayan ve bunun dışında yaşanılanları yok sayan ve görmezden gelen tarih ve toplum yaklaşımlarından kaynaklı Babai İsyanına ilişkin yeterli bir bilgiye ulaşılamıyor. Var olan bilgiler ise Anadolu Selçuklu Devletinin tarihi hakkında yazılan kaynaklardan ulaşılan bilgilerdir. Bu salt Babai İsyanıyla ilgili bir durum değildir. Aynı şey bu geleneğin öncülleri durumunda olan Zerdüşt, Mazdek, Babek, Hürremi, İsmaili ve diğer toplumsal direniş hareketleri için de geçerlidir. Egemen sistemin bu tarih anlayışıyla yapmak istediği, toplumsal belleği yok etmek, bu zihniyet ve geleneğin ileriye taşırılmasını engellemektir.

Baba İlyas ve Baba İshak

İsyanın ideolojik önderi olan Baba Resul adıyla bilinen ve kutsanan Baba İlyas Horosani’dir. Uzun adıyla Şeyh Şucaaddin Abul Baka Baba İlyas Horosani, Anadolu’ya göç etmiş Alevi bir Türkmen Şeyhidir. Tarihi kaynakların hemen hemen hiç birinde Anadolu’ya gelmeden önceki yaşantısı ile ilgili bir bilgiye rastlanmaz. Fakat Horosanlı olduğu ve başka bir Türkmen şeyhi olan Ebu-l Vefa yolağından Dede Garkın baş halifesi olarak Amasya’nın Çat köyüne (bugünkü İlyas köyü) yerleştiğini, oğlu Muhlis Paşanın torunu olan Elvan Çelebinin yazdığı Mekakıbname’den öğreniyoruz. Elbistan ovasına dört yüzün üzerinde müridini toplayan Şeyhi Dede Garkın, onu baş halife yaparak Anadolu’ya gönderir. Temel amacı eşit, özgür ve komünaliteye dayalı toplumsal bir yaşamı inşa etmektir. Selçuklu Sultanı 1. Alâattin Keykûbad’la yakın ilişkiler kuran Baba İlyas’ın Ömer, Yahya, Mahmut, Hâlis ve Muhlis adlarında beş oğlu vardır. Birçok kaynakta ayrı ayrı değerlendirildiği için mensup olduğu tarikatın Yesevilik mi, yoksa Vefailik mi olduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Toplumsal eşitlik ve özgürlüğü savunan Baba İlyas’ın dünya görüşü içinde özel mülkiyete yer olmadığı gibi, toplumsal anlamda yaşanan sınıflaşmaya da karşıdır. Allah sevgisinin ve ibadetinin dinin katı kurallarıyla olamayacağını, insanın ancak kendi gönlünce bu aşkı ve sevgiyi yaratabileceğine inanan Baba İlyas, bu şekilde İslamiyet’in Sünni mezhebinden ayrılarak, tasavvufi bir çizgide ilerler. Dogmatizmin sınırlarından kendini kurtarmaya çalışan Baba İlyas, kadın – erkek ayrımına da karşı çıkar. Toplumun bir bütün ve eşit olduğuna inanır. Bundan dolayıdır ki, kendi zaviyesinde müritleriyle yaptığı toplantılara kadınları da katarak, İslamiyet’in Sünni geleneğinde var olan bu ayrımı ortadan kaldırır ve düşüncelerini mümkün olduğu kadar herkese yaymaya çalışır. Mütevazı, yardımsever ve kibirden uzak yaşam tarzı ve kişiliğiyle herkes tarafından sevilen Baba İlyas’ın tohumlarını attığı isyan için, V. Gordlevski “Anadolu Selçuklu Devleti” kitabında, “Mazdek öğretisinin yankıları duyulmaktadır” der.

Babek’in düşüncesi ile (özel mülkiyetin olmayışı, her şeyin ortak olması ve kadın erkek eşitliği gibi) birçok benzerlikleri olan Baba İlyas’ın, ilk çıkışı da benzerdir. Babek’e, Cebrail görünerek, tanrının onu dünyanın sultanı yapacağını söyler ve harekete geçmesini ister. Dominiken misyoneri Simon de Saint Quentin’in anlattığı bir hikayeye göre de; Baba İlyas’a Tanrı, fakir ve perişan bir köylü kılığında görünerek, ondan yardım diler. Oğlunu kurt kaptığını söyleyen köylü, onu kurtarmasını ister. Baba İlyas bu isteğini gerçekleştirince, köylü ona Tanrı olduğunu söyleyerek, karşılığında ona sultanlığı bağışlar. Ve mevcut düzeni değiştirmesi için de hemen harekete geçmesini ister. Bundan sonrası için Dr. İsmail Kaygusuz şöyle devam eder; “Köylü Tanrı’dan (!) aldığı buyruk üzerine Baba Resul harekete geçmişti. Ünü yayıldıkça yayılıyordu. Baba İlyas’ın peygamberliği ve ahir zaman kurtarıcılığının kanıtları olarak ermişliği, gayptan (bilinmezlikten) haber verişi, inziva halinde Tanrı’yla ve meleklerle söyleşisi üzerinde bir dizi öyküler Kızılırmak kıvrımından Fırat havzasına ulaşmıştı. Halk akın akın dergâhını ziyarete gelmeye ve dertlerine sıkıntılarına ondan derman aramaya başlamışlardı…”(1)

Bu mitolojik anlatımdan da anlaşılacağı gibi, Ortadoğu’nun Peygamberlik kültürü Mazdek ve Babekten sonra Baba İlyas şahsında bir kez daha kendisini tekrar eder. Tarihten de bilindiği gibi, zulmün ve haksızlığın yaşandığı, toplumsal adaletin ayaklar altına alındığı, özgürlük ve eşitliğin olmadığı alanlar, toplumsal başkaldırıların ve halk hareketlerinin yaşanabileceği zeminler olmuştur. Bunun için de toplumlar her daim kendi içinden bir kurtarıcı veya öncü çıkarmayı bilmişlerdir. Nitekim halk Baba İlyas için, “La ilahe illallah Baba Resulullah” der.

Bundan dolayıdır ki, Babai halk hareketinin örgütlenerek yönetildiği yer de, Baba İlyas’ın Çat köyündeki dergâhı olmuştur. Tüm planlama ve taktik çizgiler burada çizilirken, hareketin öncü kadroları da burada hazırlanır. Baba İlyas’ın Anadolu ve Kürdistan’da bu ideolojinin propagandasını yapmaları için dağıtmış olduğu 60 kadrosunun en tanınmışı ve hareketin öncü komutanı (Server-i Leşkeran) Baba İshak’tır. Baba İshak’la beraber Şeyh Edebalı, Emircem Baba, Şeyh Osman, Hacı Mihman, Karaca Ahmed, Hacı Bektaşı Veli vb. birçok Babai kadrosu bulunmaktadır. Fakat bu harekete “Babailer” adını kazandırmış olan Baba İlyas ile birlikte Baba İshak’tır.

Baba İshak, Adıyaman yöresinde yaşamış ve Babai hareketinin hemen hemen tüm savaşlarını bizzat kendisi kurduğu halk ordusunun başında yürütmüştür. “Şamlı” lakabıyla bilinmesinden dolayı da, Şam Bayadı Türkmenlerine mensup olduğu tüm araştırmacıların ortak kanaatidir. Tüm bunlarla birlikte Kürt olduğu da söylenmektedir. Selçuklu Saray tarihçisi İbn Bibi, Baba İshak’ın günahtan sakınan, vefa sahibi, güçlü bir ikna kabiliyeti olan, doğru yolu gösteren ve üstün ahlaklı bir halk öncüsü olduğunu söyler. Hastaları iyileştiren fakat karşılığında para veya hediye gibi hiçbir maddi çıkar beklemeyen ermiş bir sufi, çobanlığı kendisine meslek edinmiş, ilim ve irfan sahibi bir insan olduğunu dile getirmekten kendini alamaz. Bu şekilde Baba İshak ezilen ve baskı gören her din ve milliyetten insana güven vererek, isyana katılmaları için çevresinde kadınlı erkekli çok sayıda insan toplar. Birçok tarih kitabında, isyanın hem propagandacısı ve örgütleyicisi hem de savaşlara bizzat katılan Ser Leşker (başkomutan) olmasından dolayı, Baba İlyas’la karıştırılır. İkisinin bir kişi olduğu dile getirilir.

Ahmet Yaşar Ocak, Baba İlyas ve Baba İshak arasındaki ilişkiyi, 15. Yüzyılda Batı Anadolu’da başlayan Şeyh Bedrettin isyanında, Şeyh Bedrettin ile yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal arasındaki sarsılmaz güvene dayalı ilişkiye benzetir. “Baba İshak’ın diğer halifeler arasında çok güçlü ve belirgin yeri kendini hemen göstermektedir. Baba İlyas’ın ayaklanmanın örgütlenmesi konusunda ona güvendiği kesindir” diye yazar.(2)
Özellikle kimi kaynaklarda (Elvan Çelebi – Mekakıbname) Baba İlyas’ın Baba İshak’ı Şam bölgesine çalışma yapması için gönderdiğini yazar. Baba İshak’ın Şam ve Kürdistan’ın kuzeyinde çalışma yürüttüğü süreçte, orada etkin faaliyetleri olan İsmaililikten etkilenmiş olabileceği dile getirilmektedir. Herhangi bir kaynakta organik ve örgütsel bir bağa ilişkin bir bilgi olmasa da, Babai isyanının amacına ve örgütleyicilerinin kullandığı argümanlara bakıldığında, belirli bir etkilenmenin varlığından söz etmek yanlış olmayacaktır. Bununla beraber, Baba İlyas ve Baba İshak’ın amaç edindikleri komünal, eşitlikçi ve paylaşımcı toplumsal düzen ve yaşama bakıldığında da birçok benzerlik görmek mümkündür. Buna ilişkin, Dr. İsmail Kaygusuz’un, Ahmet Yaşar Ocak’ın kitabından yaptığı alıntı dikkat çekicidir.
burada Baba İshak’ın İsmaililerle ilişkisi konusuna kısaca eğilmek istiyoruz. Hüseyin Hüsameddin’in kaynak göstermeden, Baba İshak’ın Baba İlyas’a mürit olmadan önce İran’da Hand Alaaddin İbn Muhammed adında bir İsmaili şefinin yanında eğitilip, yetiştirildiğini ileri sürmesi pek dikkate alınmamaktadır” der.(3)

Yine E. Cemal Şahin yaptığı araştırmada şunları dile getirir:

“Ayrıca bu dönemde, özellikle Güney Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de yaşayan Türkmenler arasında İsmâili (Bâtınî) propagandası da yaygın bir şekildeydi. Baba Resûl isyanının mayalandığı merkezlerden biri olan Kuzey Suriye, yaklaşık olarak bir asırdan beri İsmâilîler için çok elverişli bir propaganda alanı haline gelmişti.” (4)
Her iki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Babai halk hareketi, bir sömürü, baskı ve talan aygıtı olan devlete karşı, doğal toplumun doğrudan demokrasi anlayışını savunan, ahlaki, komünal, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal direniş hareketi olmasından ötürü, İsmaili örgütlenmesine benzemektedir.

İsyanın Nedenleri

1071’de Alparslan, Meyaferqin merkezli Mervani Kürtlerinin yardımıyla Anadolu’nun kapılarını Türklere açar. Bu dönemde Anadolu’ya gelen Türklerin inancı çoğunlukla devlet dini olan İslamiyet’in Sünni mezhebiydi ve bunlar yerleşik hayata geçerek köy, kasaba ve şehirlerde yaşıyorlardı. Bu yaşam tarzı ve kültür, daha çok kabile aristokrasisinin devletleşmesi ve uygarlaşmasından kaynaklanıyordu. Eğitimlerini medreselerde devletin desteklediği Sünni İslam anlayışına göre alıyorlardı. Ve yaşam tarzları da Sünni İslam’ın şart koştuğu ilkeler ışığında şekillenmişti. Fakat daha sonra Moğolların istilasından kaçıp Anadolu’ya yerleşen Türkmenler ise çoğunlukla İslamiyet’i önceki inançları ile kaynaştırarak benimsemişlerdi ve eskiden olduğu gibi yine yarı göçebe bir yaşam sürüyorlardı. Süfiliğin tasavvufi Müslümanlığını benimsemiş olan Türkmenler, Türkmen Baba ve Dedeleri etrafında toplanıyorlardı. Kendi gelenek ve göreneklerine oldukça bağlı, sınıfsız, sömürüsüz, anti – uygarlıkçı bir yaşam tarzını sürdüren ve devlet tarafından dışlanan Müslüman kesimi oluşturuyor, aynı zamanda Anadolu Alevi anlayışı ve yaşam tarzının da temellerini atıyorlardı.

Bu inançsal ve sosyal anlamda yaşanan ayrışma, Türkler daha Orta Asya’da iken gelişmeye başlamış, Anadolu’ya göç ile birlikte buraya taşınmıştır. 10. Yüzyılda Müslümanlık Türkler arasına girmeye başladığı zaman, şehirli Türkler devlet destekli Sünni Müslümanlığı seçerken, kırsal kesim ve köylerde yaşayan yarı göçmen Türkler ise kendilerine gerek İranlı ve gerekse de Türk Süfiler tarafından getirilen tasavvuf ağırlıklı Müslümanlık anlayışını benimserler.

Bir bütün göç eden bu kitleler arasında büyük çoğunluk Mâverâünnehir, Hârezm, Fergana, Horasan, Azerbaycan ve Erran bölgelerindeki Oğuz (Türkmen) boyları olsa da, Karluklar, Halaçlar, Kıpçaklar ve bazı öteki Türk boylarından oluşan 900 bine yakın insan vardır. Bu boylar Adıyaman, Maraş, Malatya, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri, Çankırı ve Eskişehir gibi yerlere yerleşirler. Özellikle ana yurtlarının Moğollar tarafından istila edilmesi ve kendi iç çekişmeleri göçlerin temel nedeni olarak gösterilebilir. Hiçbir şekilde (özelikle Moğolların saldırılarıyla gelenler) kendi dinlerinden, gelenek ve göreneklerinden vazgeçmemiş olan bu Türkmen boyları, bütün örf ve adetleriyle beraber Orta Anadolu‘ya yerleşirler. Buna ilişkin Enver Cemal Şahin’in yaptığı araştırmada şunlar dile getirilir:

“Bunların yaşamları gereği çok güçlü bir geleneksel sosyal yapıları vardı. Bu yapı içinde kendilerini yöneten ve bir anlamda geleceklerinin garantisi olarak gördükleri boy ve dini reislerine sarsılmaz bir bağla bağlı idiler. Bu nedenle sıkı bir gelenek, örf ve âdet ağı içinde yaşıyorlardı.

Bu konar-göçer Türkmen zümreleri geldikleri ilk yurtlarından bu yana, bu sert geleneksel yapı yüzünden, onları gerek yerleşik hayata geçirmeye, gerekse bir disiplin altına almaya çalışan bütün merkezi yönetimlere, kendilerine hor bakan yerleşik kesimlere karşı kolay kolay uzlaşmaz bir psikoloji içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Merkezi yönetimin kendilerini düzene sokmak için uyguladığı baskı karşısında hemen ayaklanıyorlar, şehir, kasaba ve köyleri yağmalıyorlardı. Bu nedenle Selçuklu hükümdarı 1. Alâeddin Keykûbat, bunları belirli bir disiplin altına almak için, kendisiyle iş birliği yapan bazı Türkmen beylerine ya da bazı Türkmenler’in ileri gelenlerine seyit’lik belgeleri vermek suretiyle, bunlar aracılığı ile disiplin altına almak istedi.”(6)

Öyle ki, Elvan Çelebi’nin yazmış olduğu Mekakıbnâme’de, Baba İlyas’ın Horosan’dan gelip Amasya’ya yerleştikten sonra, 1220 – 1237 yılları arasında Selçuklu Sultanı olan 1. Alaeddin’in onu ziyaret ettiği ve büyük kerametlerine tanık olup etkilendiği için de, Çat Zaviyesi’ni vakıf olarak verdiğinden bahseder. Fakat tarihi kaynaklarından bildiğimiz kadarıyla Zaviye vakıfları, Sultan 1. Alaeddin’in, Moğol baskısıyla Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Türkmenleri sınırlara yerleştirme ve tebalaştırma politikasının bir parçasıdır. Zaten, iktidarını güçlendirmek için de Sultanlığının ilk yıllarında bol bir şekilde vakıf arazisi dağıtarak, Türkmenleri kontrol altında tutmaya çalışır. Çünkü bir taraftan Horosan’da Sultan Sancar’a yapılanlar hafızalardaki yerini korurken, diğer taraftan kendisi ile kardeşi 1. İzzeddin Keykavus arasında yaşanan iktidar kavgalarından kaynaklı toprak rejimi önemli ölçüde zedelenmiş ve sistem bozulmuştur.

Daha önceleri ortak mülkiyet olan topraklar, 1230’dan sonra yerini peyder pey özel mülkiyete bırakır. Bu bozulmadan kaynaklı köylerde özel mülkiyete sahip toprak ağalığı oluşmaya başlar. Toprak ağaları köylüleri ırgat olarak kullandığı gibi, köylülerle devlet arasında da aracı bir sınıf gibi işlemeye başlar. Bu da doğal olarak Türkmenlerin günlük yaşantısını etkilediği gibi, ekonomik anlamda sıkıntılar yaşamalarına neden olur. Yaşanan bu sorunlar Sultan 1. Alaeddin’in ölümüyle beraber daha da katmerleşir.

1. Alaeddin 1237 yılında ölünce yerine oğlu Kılıç Arslan’ın hükümdar olması beklenirken, başta Sadeddin Köpek olmak üzere bazı komutanların baskısı üzerine aynı yıl 2. Giyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına çıkar.
2. Gıyâseddin zamanında, Türkmenler üzerindeki baskılar daha da fazlalaşır. Bütün zamanını av partileri, içki meclisleri ve eğlenceye veren Sultan, devlet işlerinden elini çekerek, yönetimi veziri Sadeddin Köpek’e bırakır. Devleti istedikleri gibi yöneten vezir ve çevresi, yüksek mevkilere rüşvet karşılığında istediklerini yerleştirirler. Devlet içinde yaşanan bu başıboşluktan yararlanan vergi memurları, yüksek vergi adı altında toprak sahiplerini haraca bağlar. Devletin boşalan hazinesi bu şekilde doldurulmaya çalışılır. Toprak ağaları sultana verdikleri bu vergilerin acısını, durumları gittikçe kötüleşen köylülerin topraklarına el koyarak ziyadesiyle çıkarırlar. Bununla da yetinmeyen toprak ağaları ve beyler, devletin kendilerini aşağılaması gibi onlar da köylüleri aşağılarlar. Sınıflaşma gittikçe derinleşmektedir. Köylülerin, uygulanan bu zorbalık karşısında devlete yaptıkları şikâyetler sonuçsuz kaldığı gibi, devlet memurları ağa ve beylerin yanında yer alıp, Türkmenleri dışlar. Toprakları ellerinden alınmasından dolayı, hayvanlarını otlatacak mera ve kışı geçirecek yer bulmada oldukça zorlanırlar. Geçimlerini sürdüremez duruma gelen Türkmenler, kimi zaman yolları üzerinde bulunan köy, kasaba ve şehirleri yağmalar, bu da şehirli Türkler ile Türkmenler arasında, sosyal anlamda bir ayrışmayı beraberinde getirir. Şehirli Türkler, Türkmenler için “zorba Türkler, pis Türkler ve isyancı, dinsiz Türkler” gibi hakaretler ederken, Türkmenler de onlar için, “Etrak-ı Bê İdrak” (Akılsız Türkler) ya da “Havaric” (Dışarılıklı) gibi hakaretler ederek, aralarında yaşanan kin ve nefreti gösterirler.

Bununla beraber Selçuklu devleti, devlet işlerinde Farsları tercih eder ve Şehirli Türklerin düşüncelerini paylaşır. Devlet bürokrasisinin üst kademelerine getirilen İranlılar, Türkmenleri hor görerek, onlara karşı oldukça kötü davranırlar. Devlet nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Türkmenler, kendilerini dışlanmış hissederler. Kendi komünal ve özgür yaşam kültürünün anlam dünyası içinde yeri olmayan Selçuklu devletinin zorbalığa, sömürüye ve talana dayalı yaşam kültürü ile idare tarzı, Türkmenlerde ciddi rahatsızlıklara yol açar. Bir taraftan şehirli Türklerin kendilerine karşı aşağılayıcı yaklaşımları, diğer taraftan devletin kötü yönetimi ve yöneticilerin egemen yaklaşımları Türkmenleri isyana sürükler.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan buna ilişkin, “Zor yaşam koşulları, baskı ve sömürü Türkmenleri sürekli isyana sevk etmiştir. Sultan Sancar’ı kafese koyup yanlarında taşımaları, Alevileşerek iktidar Sünniliğinden kopmaları, çok sayıda tarikat kurarak sivil toplumu (Ahmed Yesevi’den Mevlana’ya, Baba İshak’tan Şeyh Bedreddin’e, Pir Sultan Abdal’dan Şah İsmail’e, Celali ayaklanmalarından esnaf ayaklanmalarına) geliştirmeleri ve bu uğurda ayaklanmaları bu konuda önemli örnekler olarak gösterilebilir. Kendi direniş kültürlerini Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu söylemlerinde destansı tarzda sergilemişlerdir. İktidarın Farsça ile Arapça karışımı ucube diline karşı Türkçenin arılığını da yine Türkmenler korumuştur. Ortadoğu halklarıyla dostça yaşamışlar, gönüllü iç içe yaşamaktan çekinmemişlerdir” der.(7)

Propaganda ve Örgütlenme Dönemi

İşte tam da bu sosyal, siyasal ve ekonomik toplumsal sorunlara çözüm olmak için, Babailer (Baba İlyas ve Baba İshak) başta Kürdistan’ın Kuzeyi olmak üzere, Anadolu içlerine kadar kendilerini örgütlemeye başlarlar. Zaten bu isyanla ilgili yapılan araştırmalar da, isyanın anlık bir patlama olmadığını, daha öncesinden geniş bir örgütlenme ve propaganda çalışması yapıldığını ortaya koymaktadır.

Ahmet Yaşar Ocak’a göre Babailer propaganda ve örgütlenme çalışmalarını iki bölgede ve daha çok da Alevi inançlı göçebe ve yerleşik köylüler arasında yürütmüşlerdir.

Bunlardan birincisi; Baba İlyas’ın kendi zaviyesinin olduğu Amasya, Tokat, Çorum, Sivas ve Yozgat bölgesidir.
İkincisi ise Baba İshak’ın bölgesi olan Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Maraş, Elbistan, Malatya, Kefersud ve Kuzey Suriye bölgeleridir.

Propaganda çok bilinçli bir şekilde yürütülür. En çok üzerinde durulan noktalar şunlardır; Sultanın zevk ve eğlence düşkünü bir sefih ve zalim olması ile devlet yetkililerinin ahaliye zülüm etmesidir. Buna karşı Baba İlyas’ın Allah tarafından görevlendirildiği ve zalimlerle yapılacak bu mücadelede zaferin kendisine nasip olacağı telkin edilir. Babaileri temsil eden simge Baba İshak’ın başına taktığı kızıl börküdür. Bunun halka güven verdiğine inanılmaktadır. Bu propaganda sadece Aleviler arasında değil, aynı zamanda Sünni ve gayri Müslim kitleler arasında da sürdürülmüştür.

1. Alevi inançlı kitlelere yönelik; Baba İlyasın kurtarıcılığı altında ayağa kalkarak, kötüler ve zalimleri yok edip, yeni, eşit ve özgür bir düzenin sağlanacağı,

2. Sünni kesime dönük; Sultanın Sünni bir Müslüman olmasına rağmen, Hz. Muhammed’in şeriat koşullarını yerine getirmediği, içki ve yoz yaşamdan başka bir iş yapmadığı, bundan dolayı da dinden çıktığı,

3. Gayri Müslimlere yönelik ise; Toprak ağaları ve beylerin ellerinden alınacak toprak, hayvan ve elde edilecek diğer ganimetlerin başkaldırıya katılan kim olursa olsun ayrım yapılmaksızın eşit bir şekilde dağıtılacağı, propagandası yoğun bir şekilde işlenerek, isyana herkesi katma amaçlanır.

Propaganda çalışmalarına Hacı Bektaşı Veli’de katılır. Kayseri ve Eskişehir çevresinde özellikle de Rumlar içinde çalışma yaptığı kimi kaynaklarda dile gelir. Burada Rumların gözcüsü olan Karaca Ahmet himayesi altında 57 bin insanı temsilen erenler toplantı yapmaktadır. Hacı Bektaşı Veli bu toplantıya katılarak, Rum diyarındaki erenleri kendi saflarına katmak için onları ikna etmeye çalışır. Bundan sonrasını Dr. İsmail Kaygusuz şöyle dile getirir: “Hacı Bektaş’ın Rum’daki erenleri ziyarete gelişinin ana amacı, Karaca Ahmed Sultan’ın 57 bin müridiyle, yani kendisine candan bağlı 57 bin kişilik gücüyle, Baba Resul’un Suriye ve Anadolu’da her kavimden ve her dinden edinmiş olduğu 72 bin müridi, yani bu denli insan gücünü birleştirmenin yollarını aramaktı.” (8) Yine aynı kaynak tarafından Hacı Bektaş’ın Rum diyarına Baba İlyas tarafından elçi olarak gönderildiği yazmaktadır.

Osmanlı tarih yazıcılarının Karaca Ahmed’in Babai olduğunda hemfikir olmalarından dolayı, Karaca Ahmed’in 57 bin Rum ereni ile birlikte bu mücadeleye katıldığını anlıyoruz. Karaca Ahmed’in kişilik olarak bilgili, görgülü, inançlı ve ikna kabiliyeti olan bir kişilik olmasından dolayı, 57 bin Rumlu erenler topluluğunu kendisine bağladığını ve peşinden sürükleyebildiğini anlayabiliyoruz. Bununla beraber Karaca Ahmed’in Horosan şahlarından birinin oğlu olması, Anadolu’nun (Rumun) batısının kendisinden sorulması ve aynı zamanda bir hekim olması da bunda etkilidir. Hatta kimi araştırmacılar tarafından (Dr. İsmail Kaygusuz) rakip bir önder tehlikesinin olmasından dolayı, Hacı Bektaş’ın devreye sokulduğu dile getirilir. Fakat bu bir yorumun ötesine gitmemektedir.

Yaygınlaşan ve büyüyen bu propaganda ve örgütlenme çalışmalarıyla beraber, hareketin adı neredeyse her tarafta duyulur, anılır ve konuşulur olmuştur. Sevenleri her gün biraz daha artan Babailer, başkaldırının geleceği günü büyük bir heyecanla bekler.

İsyanın Başlaması ve İlerleyişi

Babailerin amaçlarına gönül veren yoldaşları başkaldırının geleceği günü beklerken, Selçuklu Sultanı 2. Giyaseddin yaşanan gelişmelerden haberdar olur. Elvan Çelebi’ye göre, isyan hazırlıkları Çat köyünde kadılık yapan ve Baba İlyas’ı sevmeyen Köre Kadı tarafından ihbar edilmiştir. Rivayete göre Köre Kadı, Baba İlyas’ın atını ister. Fakat Baba İlyas atı vermeyince, o da yaşananları gidip Sultana ihbar eder.

İsyanı başlamadan bitirmek isteyen Sultan, Baba İlyas’ın dergahının bulunduğu Amasya’ya beylerini ve bir süvari birliğini gönderir. Herhangi bir kaynakta isyanın başlayacağı tarihe ilişkin bir bilgi olmasa da, hazırlık aşaması ve propaganda safhasının bitmediği de yapılan araştırmaların ortak noktasıdır. Sultanın kendi üzerine gönderdiği birlik ve beyleri haber alan Baba İlyas, önce bir grup yoldaşı ile birlikte Haraşna (Amasya) Kalesine sığınır ve savunma hazırlıkları yapmaya başlar. Daha sonra da Kürdistan’ın kuzeyinde bulunan Baba İshak’a haberci yollayarak, durumdan haberdar olmasını sağlar.

Bunun haberini alan Baba İshak, 1 Ağustos 1240 yılında, Sultanın bir vergi memurunun kendisine yaptığı haksızlığı bahane ederek Türkmen, Kürt, Ermeni, Rum ve diğer yöre halklarından oluşan ordusuyla ilk önce Kefersûd’u (Atatürk Barajı ile birlikte Fırat nehri altında kalan eski Samsat dolaylarıdır) ele geçirir. Baba İshak’ın ordusu içinde kadın – erkek, yaşlı – genç eli silah tutan herkes yer alır. Kefersud’dan sonra sırasıyla Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Besni, Gerger ve Kahta’yı ele geçirerek, Malatya’ya doğru ilerler. Selçuklu askerleri ve bir kısım Hıristiyan halktan topladığı kuvvetlerle, Baba İshak’a karşı koymak isteyen Malatya valisi Muzaffereddin Alişir yaptığı her iki savaşı da kaybeder. Elbistan dolaylarında gerçekleştirilen savaş sonrasında Baba İshak, yeni katılımlarla beraber ordusunu daha da büyüterek yoluna devam eder. Babai ordusunu tanımlayan özellikler, savaşa katılanların siyah elbiseli (libaslı), kızıl başlıklı (börklü) ve ayakları çarıklı olmalarıdır.

Amasya’ya doğru engellenemez bir biçimde ilerleyen Baba İshak, Sivas’ı alır. Sivas İğdişbaşısı (Selçuklular’da, farklı ırklardan olan kişilere “iğdiş” derlerdi. Anne veya babası Türk olmayan Müslümanlar da bu şekilde adlandırılırdı. İğdişler kentin ileri gelenleri içinde yer alınca, özel müfrezeler oluşturmuşlardı. Bu müfrezelerin başlarına, genellikle de yerli halktan Müslüman olmuş birinin oğlu getirilirdi. Bu kimselere “iğdiş başı” ya da “mer-i eğadişe” denirdi.) Hüremşah ve diğer birçok bey öldürülür. Baba İshak’ın bu başarısı karşısında tıpkı Malatya ve çevresinde olduğu gibi, Sivas çevresinde yaşayan Karaman ve Canik ile Sinop dolaylarında yaşayan Çepni Türkmenleri de isyana katılırlar. Tokat’ı da alan Babailer Amasya bölgesine girerler.

Bunu habere alan 2. Giyaseddin başkent Konya’yı terk ederek Kubadabat’a çekilir(Konya’nın Beyşehir ilçesinde, bugünkü Göl Kaya köyünün sınırlarında bir yer). Fakat Hacı Mubarızüddin Armağanşah komutasında büyük bir orduyu da Amasya’ya gönderir. Armağanşah, Babai kuvvetleri Amasya’ya gelmeden önce, Baba İlyas’ı yakalamak niyetindedir. Çünkü yoldaşları Baba İlyas’ı Peygamber olarak görmekte ve üzerlerindeki ciddi bir etkisi olduğunu bilmektedir. Amasya kalesinde savunma durumunda olan Baba İlyas tuzağa düşürülerek savunma hattı kırılır ve kale kuşatma altına alınır. Bu kuşatmada çok kanlı çarpışmalar yaşanır. Selçuklu askerlerinin ve silahlarının kendilerine bir şey yapamayacaklarına inandırılmış Babailer, yakınlarının öldürüldüklerini gördükçe hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaşarlar. Armağanşah bundan da yararlanarak Baba İlyas’ı yakalatıp, kalenin surlarına astırır. Elvan Çelebinin mitolojik anlatımında ise yakalanıp hapse atıldığı kırk gün sonra ise Boz atının duvarı yararak onu kurtarıp, göğe uçurduğu anlatılır.
Baba İshak’ın komutasındaki Babai halk ordusu Amasya’ya ulaştığında, Baba İlyas’ın kalede sallanan bedeni ile karşılaşır. Öfkeden çılgına dönen halk ve Baba İshak, Armağanşah’ın ordusunu dağıtarak onu öldürürler. Ve Selçuklu devletinin başkenti Konya’ya yürürler.

Bu yenilginin ardından Sultan 2. Giyaseddin, Erzurum’da bulunan sınır boyu kuvvetlerini Emir Necmeddin komutanlığında Babailerin üzerine sevk eder. Bir hafta içinde Sivas’a ulaşan bu ordu da Türk, Gürcü, Kürt ve Frank askerlerinden oluşturulmuştur. Sivas’tan Kırşehir’e geçen ordu, orada Babaileri beklemeye başlar.
Sayıları 60 bini bulan Emir Necmeddin komutasındaki Selçuklu ordusu ile sayısı 6 bini geçmeyen Babai kuvvetleri Malva ovasında karşı karşıya gelir. Selçuklu ordusunda sayıları binin üzerinde olan kiralık zırhlı Frank şövalyelerinin başında baş komutanları Frederic vardır. Simon de Saint Quentin’in verdiği bilgide, Babai halk güçleri Selçuklu devletine karşı yaklaşık iki ay içinde 12 savaş kazanmışlardır. Bundan dolayı Selçuklu askerleri, halk arasında yayılmış olan Baba İlyas’ın mucizelerinden ve Türkmenlerin savaşçılığından çekinmektedir. Babailerin kılıç kesmez, ok işlemez olduklarına inanmaya başlamışlardır. Bu yüzden saldırmaya bile cesaretleri kalmaz.

Bunun farkına varan Emir Necmeddin ve yardımcıları Behramşah Candar ile Gürcü Zahiruddin Şir, zırhlı Frank şövalyelerini öne sürerler. Savaş başladığında ok ve kılıçlarının zırhlı şövalyelere bir şey yapmadığını gören Babai güçleri şaşkınlıkla geri çekilirler. Bunu gören Selçuklu askerleri arasındaki Babai söylencesi kırılır ve saldırıya geçerler. Gerçekleşen bu kanlı savaşta 4 binin üzerinde Babai öldürülür. Malva ovası kızıl başlı, siyah elbiseli ve çarıklı Babailerin kanıyla kızıla boyanır. Sağ kalanlar ise savaş ganimeti olarak esir alınıp, köle gibi kullanılır. Savaş sonrasında yürütülen soruşturmalarda yüzlerce Babaili zindanlara doldurulur. Kimilerinin ise derileri yüzülerek içlerine saman doldurulur. Yaşamını yitirenler arasında Baba İshak’ta bulunur. Yenilgiden sonra geriye kalan Babailer kaçarak, Anadolu’nun değişik bölgelerinde saklanırlar. Bir kısım Babai halifesi ise, Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) örgütünün yardımıyla, Suluca Karahöyük’te, Hacı Bektaş-ı Veli’nin etrafında toplanırlar.

“Ala gözlü al kınalı geyiklerim.
Koyaklardan kayalıklardan niye düze indiniz
Sizleri de mi Babai belleyip peşinize düştü Keyhusrev’in avcıları?
Tokat tekkesi ören olmuş baykuşlar öter.
Duman tütmez Babai ocaklarında.
Gayri keklik ötmez, ot bitmez tarlalarında.
Kurtlara, canavarlara yuva oldu hanları hankahları.
Ala gözlü, kınalı geyiklerim
Şu ören tekkede onlara yem olursunuz
Yerler sizi parçalarlar
Yarinizden, yareninizden ayırırlar
Varın gidin buralardan” -Dr. İsmail Kaygusuz-
İsyanın Sonuçları
Babai isyanının sonuçlarını özetlemek gerekirse;
1-Baba İlyas ile Baba İshak’ın savunduğu düşünceler, Hacı Bektaşı Velinin de bir Babai olmasından dolayı Bektaşiliğin çıkışı ve gelişiminde esin kaynağı olur. Anadolu Aleviliğinin gelişip, büyümesinde öncü rol oynar.
2-Anadolu’da tasavvufun temelleri atılmış olur.
3-Selçuklu devleti açısından Malva zaferi sonun başlangıcı olur. Çünkü Babailer isyanı, devletin dış görünüşteki ihtişamına rağmen, özde ne kadar zayıf olduğunu; siyasi, idari, toplumsal ve ekonomik anlamdaki zaaflarının ne denli fazla olduğunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. O güne dek bu gerçeğin farkında olmayan Moğollar, gücünü yitirmiş Selçuklu devletine saldırarak, 1243 yılında kendilerine bağlar, 1308 yılında ise tümden ortadan kalkmasını sağlarlar.
4- Osmanlı Devletinin kuruluşunun koşulları oluşur

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.