ZİHNİYET DEVRİMİ

ZİHNİYET DEVRİMİ

 “Yalanlamak ve reddetmek için okuma. İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma. Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!”  Francis BACON. 

  

      Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini yer ve zaman bildirerek sebep sonuç ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır. Bütün olaylar bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Kendisinden önceki olayın kendisinden sonraki olayın sebebidir. Önceki olayı bilmez isek sonraki olayı yani günümüzde yaşadıklarımızı kavrayıp anlayamayız. Ülkemizde her dönem (100 yıldır) iktidarı elinde bulunduran egemenler, söylem, eylem ve çeşitli farklı yöntemlerle “öteki” gördükleri toplum kesimlerini baskılamışlar ve de hizmetçi olarak görüp ırkçı söylemlerde bulunmuşlar. Ne yazık ki ırkçı, ayrıştırıcı söylemler günümüzde de devam ediyor ve mevcut iktidar ve “iktidar bloku (ittifakı)”, demokrasi ittifakına dönük saldırılarda sınır tanımıyor.

     Günümüzde ırkçı söylemde bulunmayı kendilerine şiar edinmişlerin öncülerinin dile getirdikleri iki ırkçı söyleme yer vereceğim. Belki düşünüp, sorgulayıp yüzleşmemize kapı aralayacaktır. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü 31 Ağustos 1930 tarihinde yaptığı bir konuşmada şöyle diyor:  “Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”(…) Dönemin Adalet Bakanı Mamut Esat Bozkurt’ta 19 Eylül 1930 tarihinde İzmir / Ödemiş’te yaptığı bir konuşmada şöyle diyor: “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!”(…) İşte bu zihniyet toplum üzerinde baskı uygulayan, topluma korkular salan, toplum içinde ötekiler yaratan ve topluma acılar yaşatan bir zihniyettir.    

     Yukarıdaki iki söylem de açıkça ırkçılığı ifade etmektedir ve faşist bir söylemdir. Türk Dil Kurumu tanımına göre ırkçılık: “kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimi”dir. Toplumbilim ise “insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklardan üstün olduğunu öne süren öğreti” olarak tanımlanmıştır. Faşizm, düşünce, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakları kapsayan siyasal özgürlükleri engelleyen gerici, baskıcı bir devlet yönetim biçimidir. Aynı zamanda faşizm, insanı insana düşman eden tek sistemdir…  Günümüzde de tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu sistem, mevcut iktidar “bloku-ittifakı” eliyle baskıcı anlayışını sürdürmek için çeşitli gerekçeler uydurarak muhalifler üzerinde baskı uyguluyor.       

      Milliyetçilik ve kapitalizm birlikte doğdular ve aynı kaptan besleniyorlar. Bu anlamıyla milliyetçilik, kapitalist sistemin devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Özünde milliyetçilik, kapitalist sistemin dinsel söylemidir; ama hizmet ettiği emrinde olduğu ise ulus-devlettir. Bu bağlamda, “milliyetçiliği dinlerin dini, ulus-devlet ise tanrıların tanrısı olarak yorumlamak son derece yerinde olacaktır.” Zira tek dil, tek kültür, tek din ve tek millet söylemi ülkemizde çok çeşitlilik arz eden toplumsal gerçeklik için bir çözüm değil, sorunların ve çözümsüzlüğün çıkış noktası ve de ana kaynağıdır. 

      Kapitalizmin emrindeki “ulus-devlet” çok çeşitlilik arz eden toplumsallığı ezer ve tahrip eder. Alfred DUBLİN, kapitalizmin emrindeki ulus-devleti tarif ederek şöyle der: “devleti ele geçirirsen o senindir, sende onunsundur ve artık sen kendin yani sen değilsin ve sen kendin olarak yoksundur.” Alfred DUBLİN bu sözleri söylerken şunu demek istiyor; Ulus-devlet, Frankenstein’ler yaratan bir sistemdir, siz o sistemi değiştiremiyorsanız o sizi değiştirecektir. Bu tür sistemlerin oluşturduğu ve yarattığı algı faşizan olduğundan, diller zehir saçar, kindardır, bağnazdır, ırkçıdır ve gericidir, kendisini bir başkasından üstün görme ve başkasını yok sayma onun karakterinde var olur.

     Kapitalizm, ilke, erdem, ahlak ve onuru anlamsız kılar, değerli (kutsal) olan her şeyi yere düşürür ve maddileştirir. İnsanlar arasındaki ilişkileri basit birer çıkar ilişkisine düşürür. Yine bu sistem, insan bilincini kendine bağımlı kılar ve insanın kendi özgürlüğünü seçme ve belirleme ayrıcalığını ortadan kaldırır. Ve devamında yaratmış olduğu kişiliğe ve ondan oluşan topluma dayanarak kendini devam ettirir. Kapitalist sistemin dayattığı yaşamı aşmak ve özgür yaşama ulaşmak isteyenler, öncelikle kendilerini iktidarcı yöntem ve alışkanlıklardan azade etmesi gerekir. Başka bir değişle, zihniyet devrimini kendinden başlatıp vaz geçmesi gerekir. Bütün bunlar yapılmadan, iktidarcı araç ve yöntemlerle yapılacak her çıkış tekçi-inkârcı sistemi daha da güçlendirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Aşk ile.

  Mehmet KABADAYI

İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com