<<< İlk ışık kademesi olan hakk’tan, hemen her şeyin ondan yaratıldığı kabul edilen ilk akla “akl-ı evvel” denilir. Böylece çevrimin kutsal kökenden (alem-i gayb) duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir dünyaya (alem-i suhud) alçalan eğri’sinin dönüşümü başlamış olur.
Tanrı, Hakk olup potansiyel kazandıktan sonra “dönüşümler” geçirerek, yani kendine “yabancıla…şarak” kendinden daha az şeyler içeren daha az kendisi olarak beliren aşamalara doğru yol alarak, doğal elemente saf cevhere değin iner. Böylece inançta “varoluş çemberi” olarak algılanan “çevrim”in, “kutsal köken’den çıkıp görünür evrene doğru inen, alçalan evresinin son durağında hareketi tamamlamış olur.
Varoluş Çemberi’nin bu ilk yarısı tümüyle bir inanç ürünüdür. Gönül bilgisi’yle , sezgisel akılla ulaşılan, “batıni bilince” öncelik verilerek açıklanan ve geçici görünür gerçekler olarak algılanan, nesnel dünyaya göre “değişmez, kalıcı ve ebedi“ bulunan bu idealist düşünce “Metafizik aydınlanma”nın doğadan önce var olan ve diyalektik yöntemle gelişerek “doğalaşan” ve insan bilincinde kendini bulan “mutlak düşünce” sinden başka bir şey değildir.
Önce “mutlak bir düşünce” vardı, her şey bu mutlak düşünceden oluştu, diyen metafizik aydınlanmacılarla önce “mutlak hiçlik” te bir tanrı vardı, her şey O’nun kendine Yabancılaşmasıyla , yani “diyalektik dönüşüme uğramasıyla” görünür gerçekler durumuna geldi diyen Anadolu alevi inancı, tam bir örtüşme gösterir.>>>
—Edip Harabi—
Daha Allah ile cihan yok iken
Biz ani var edip ilan eyledik
Hakk’a hiç bir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik
Kendisinin henüz ismi yok idi
İsmi söyle dursun cismi yok idi
hiç bir kıyafeti resmi yok idi
Sekil verip tıpkı insan eyledik
Devr’in ikinci yarısı;
<<<Hakk’tan en uzak nokta olarak beliren doğal element, saf cevher’den çıkıp yabancılaşmadan uzaklaşacak her adımda daha çok tanrının kendisi olacak biçimde dönüşümler geçiren yükselen eğrinin (kavs-i uruc) hareketi ile başlar.
Işık felsefesinde inançtan nesneye inilmesiyle birlikte, Tanrı’nın tanrılığı sona erer. Varoluş Çemberi’nin yükselen eğrisi’nin hareketi bütünüyle “materyalizm” zemininde maddeci düşünce üzerinde yürür. Nesnel-toplumsal evren tanrısal özün görünüşe çıkan bir “yaratısı” olarak algılanmasına karşın; gerçekte bir öncel yaratıcıdan başka bir şey değildir.
Yabancılaşmanın son noktası “en az tanrı olan şey’in nesnelleşmesi olduğu için doğal “element/saf cevher” ya da bunun aklı ,ruhu Tanrı’nın da tanrılığını yapamayacağı bir ışık (sudur) aşamasını simgeler.
Bu noktada ilkçağ Aydınlanmacılığı’nın canlı-cansız doğanın kurucu ilkeleri olarak öne çıkardığı “toprak, su, hava, ateş” nesneleri yakalanır. Ve idealizmden, materyalizme kırılan, tanrının bilgisi, yönlendirilmesi dışında kendi yasaları, kuralları içinde adım adım yabancılaşmadan uzaklaşan bir sürecin başlangıcı olur.
Varoluş çemberinde “yükselen eğri” dönüşümleri giderek soyuttan somuta evrilir. Her şeyin dünya çevresinde döndüğü algısıyla beslenen ve çember yayını izleyen hareketin soyutlanması olarak bilince çıkan zaman sürecinde dokuz ruh, dokuz akla verilen bilgilerin görüntülerinin belirdiği tanrısal mekanlar olarak Atlas, Burçlar, Zühal, Müsteri, Merih, Zühre, Utarit, Güneş, Ay biçiminde somutlanır. Bu dokuz gök katından özelde nesnel süreci, yaşamı önceleyen ve karşıtlıklar biçiminde varlığını gösteren (zıtların birliği) nitelikler olarak “sıcaklık-soğukluk“, “kuruluk- yaşlık” vb. Öğeler belirir.
Burada Cin, Hint, Iran, Yunan-Anadolu düşüncelerinin bir bileşimi biçiminde evirilen “İlkçağ aydınlanma“ felsefesinin bire bir izlerini görürüz. Görünen sonsuz çeşitliliğin kuru-yas, aydınlık-karanlık, sıcaklık-soğukluk, boşluk-doluluk,artı-eksi vb. karşıt güçler taşıdığı; gelişmenin, değişmenin “itici” gücünün bu olduğu sezisi ışık felsefesinde önemli yer tutar. “Tanrı-doğa-İnsan” (Varlık birliği-Vahdeti Mevcut) kutsal üçlemesini, “tez-antitez,sentez” biçiminde besleyen de bu yaklaşımdır.
Önsüz, sonsuz olarak algılanan bu öğe ve niteliklerin ilişkisinden “üç alem” yani “cansızlar alemi“, “bitkiler alemi“, “hayvanlar alemi“ ortaya çıktı.
Çevrimde yükselen eğri’nin son halkası “hayvanlar alemi” derece derece yükselerek Hakk’a ulasan ve eksiksiz insanı temsil eden “İnsan-i kamil” aşamasıyla son bulur.>>>
Sonuç;
<<<Varoluş felsefesinde onu “idealizm” den “materyalizm”e çeviren “Vahdet-i Vücut / Vahdet-i Mevcut” gibi tasavvuf aşamaları, Anadolu Alevi Bektaşi inancının toplumsal halk dini olmasını sağlamıştır.
Vahdet-i vücut’daki kamil insan yaratma aşaması, Vahdeti Mevcut’da kamil toplum ve toplumlar yaratmaya dönüşür…
Canlı- cansız doğayı tanrısal özün görünüşüne çıkmış biçimi olarak görmek, aslında Tanrı’yı “nesnelerin toplamı” biçiminde algılamanın değişik anlatımından başka birsey değildir.
İnancın kamil insanda tekleştirilmesi, bu birliğinde “Tanrı-evren- insan” birlikteliğinden oluşması kadar güzel bir inanç olamaz. Ayakları yere basan bir tanrı inancı tek tanrılı dinlerde yoktur, bütün kıyımlarda bundan dolayıdır.
Anadolu Alevî Bektaşiliği Evren’de elle tutulan gözle görünen bütün maddesel örtüyü tanrısal özle birleştirerek tekleştirmiştir. Anadolu alevi inancı tanrıyı kamil insanın gönlüne sokmuştur. tanrıyı toplumdan kopuk hükmedici konumundan alıp ete kemiğe büründürerek gerçek yasamın içine sokmuştur.>>>
—Virani—
Alimdir kadehim Alimdir şişe
Alim sahralarda morlu menekşe
Alim dolu yedi iklim dört köse
Alim saki Kevser dolumdur Ali
Virani’yem düştüm şimdi derdine
Vücudum garg oldu çile bendine
Gönül sormaz oldu kendi kendine
Söyler dehanımda dilimdir Ali
<<<Ali’ye tanrısallık elbisesi “kamil insan” sıfatı ile giydiriliyor ve doğada olan her şey kendisinde tekleştiriliyor, oda yetmiyor, Virani’nin kendisi de, tanrı Ali ile bütünleşiyor. Gönlü, dili Ali olup hiç yönlendirilmeden, sormadan, sorgulanmadan kendi kendine söyleşiyor.
Söyler dehanımda dilimdir Ali!!!. Devr felsefesi de vücudunun garg olup çile bendinde dolanmasıdır. Virani bu şiirinde ayni zamanda ’da Enel-Hakk kavramını işliyor, Dört dörtlük tasavvuf yüklü ölümsüz bir eserdir.
Aleviliğin Ali’si, Hünkar Veli’si, Kızıl Deli’si önsüz ve sonsuzdur, dün Ali olmuştur bugün Veli olur yarin bir başkası olur, yaşayanlar gönülden gönüle hafızalara kazınıp evrimini dönüşümünü sürdürüp devam eder. Hiç bir semavi dini bu değerleri eritip yok edememiştir, edemeyecektir de. Çünkü akıl sürekli kendisini geliştirmektedir. Aklın gücünü engellemek zorbalar tarafından başarılıp imkânlaştırılırsa iste o zaman toplumsal hümanist inanç tehlikeye girer.>>>
Kaygusuz eder bu ilmi
Okudum anladım bildim
Bütün alemlerin hükmü
Kamil insan elindedir.
—Kaygusuz Abdal—
Hıdır Yergezen
İlk yorum yapan olun