TARİHSEL BİR GERÇEKLİK Mİ ÜTOPYA MI
KIZILBAŞ ALEVİLİKTE RIZALIK ŞEHRİ- IV
…
HANOK ADENİ GÖRDÜ MÜ ?
Tevrat’ın konumuzla ilgili bölümü tabi ki, üçüncü bölümde açıkladıklarımla bitmiyor. Adeta bilmece gibi, çözülmeyi bekleyen daha bir çok yön bulunmakta. Ancak, başta da belirttiğim gibi, bu özetlemenin sınırlarını gereksiz zorlamak istemiyorum ama üzerinde çalışmakta olduğum kitap da, etraflıca çözümlenmeye çalışıldığını belirtmek istiyorum. Şimdilik özetle de olsa kadim Rıza Şehri’yle ilgiliyiz ve yolculuğa devam ediyoruz.
Daha Tekvin bölümünün başlarında yeralan Aden bilgisi, bu gün, bütün bir Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dünyasının her insanınca bilinen, Havva’nın yılan tarafından kandırılarak “yasak bilme meyvesi’den yemesi, Adem’e de aynı şekilde yedirerek Cennet’ten/Aden’den kovulması öyküsüyle devam eder. Bunun dışında Aden ve oradaki yaşantı hakkında Tekvin’den bilgi edinemeyiz. İncil, konuyu “Eski Ahit” yani Tevrat zemininde devam ettirir. Kur’an ise önceki bölümde de belirttiğim gibi hiç bir şekilde “dünyasal olan”ı açık edecek bir ayrıntıya yer vermez. Bir çok ayetinde sözünü etse de, “Allahın yap dediklerini yap yapma dediklerinden uzak dur” bağlamında bu emrin hatırlatılması gereken her yerde ve durumda, ödül ve ceza olarak cennet ve cehenneme yer verir o kadar.
Konumuz açısından Tevrat’ın Tekvin bölümünde bulamadıklarımızı, bir başka kutsal kitap da, Hanok’un kitabında buluyoruz. Hanok, Adem ile başlayan, İbrahimi Peygamberler süreğinde, “Tufan öncesi” bir peygamber olarak yeralıyor. “Gizli” ya da “sır” kitapları hanesinde yer veriliyor Hanok’un kitabına. İ.Öncesi yıllarda Tevrat içinde yeralmasına karşın Tevrat patrikleri ya da bilgeleri, ”şeytani öğreti” olduğu gerekçesiyle kitabı Tevrat kapsamından çıkartıyorlar. Ne ki kitap, bölgenin otantik ortaklık toplumu süreklerinde korundu. Onsekizinci yüzyılda bir çok tartışmaya yolaçan ve sahte olduğu yolunda teologların görüş oldukları, Hanok kitabının bir kopyası Etiyopya’da bulunmuştu. 1947 yılında Kumran mağaralarında bir çoban tarafından bulunan ve İ.Ö. 2. yüzyıla ait olduğu belirtilen el yazması tomarlar arasında, Hanok kitabının bir kopyası da ele geçmişti. Burada bulanan kopya ile Etiyopya’da bulanan kopyanın birebir aynı olduğu görüldü. Bu kez de aynı camia arasında görünürde bir suskunluk, alttan alta ise “şeytani öğreti” olduğu yolundaki propağanda sürdürüldü.
Bu kısa tanıtıma, hem Hanok’un kendisi hem de kitabında verilen bilgilerin, konumuzla bağlantısının önemi bakımından yer verdim. Hanok, Semitik bir peygamber olarak Tevrat’ın Peygamberler soy süreği içinde yeralmasına karşın, İbraniler açısından pek rağbet görmeyen bir peygamber olarak belirtiliyor. Buna karşın, özellikle Irak başta olmak üzere, Araplar arasında oldukça önem verilen bir Peygamber. Hanok olarak değil, İdris olarak biliniyor bu peygamber ve Bağdat yakınlarında halâ ziyaret edilen bir türbesinin olduğuna da işaret ediliyor. Ne ki, Hanok, Tufan öncesi peygamber olarak, Mandaistlerin(Sabiiler) Kurucu Peygamberi olarak da bilindiği gibi kadim İran’ın efsanevi kurucu kralı ya da Şahı, Kyumars’ın da öğretmeni, bir bilge olarak tanınıyor. Tam da bu zeminde Hanok, Kenan diyarında değil, büyük olasılıkla Kuzeybatı Iran’da yani Kuzey doğu Kürdistanda, Dayleman’da yaşamış görünmektedir.(*)
Tekvin bölümünde Hanok ile ilgili bilgi, Hanok’un öldüğünden sözetmez diğer peygamberlerin aksine, “Ve Hanok, altmışbeş yaşında, Matuşelah’ın babası oldu.ve Matuşelah’ın babası olduktan sonra, Hanok üç yüz yıl Allah ile yürüdü, ve oğullar ve kızlar babası oldu; ve Hanok’un bütün günleri üçyüz altmış beş yıl oldu; ve Hanok ile yürüdü; ve gözden kayboldu; çünkü Allah onu aldı”(5,21-24) diye bilmecemsi bir sonla biter.
“Allah-Peygamber-Kitap” başlıklı çalışmasında, Semitlerde Tektanrıcılığın başladığı konak üzerine yaptığı değerlendirmelerin olduğu yerde, değerli Marksist öğretmen Dr.H.Kıvılcımlı, Hanok için şunları söyler; “…Acaba Semitler ‘rabbin ismini’ Enoş’un (Hanok’un babası)hangi çağında “çağırmaya başladılar’? Genç zamanında mı? Olgunluk veya yaşlılık çağında mı?
Bunu kabaca şöyle kestirebiliriz. Tevrat, Enoş zamanı içine giren Hanok için de şöyle der: ‘Hanok üç yüz yıl Allah ile yürüdü’ ve gözden kayboldu: Çünkü O’nu Allah aldı’. Hanok’a kadar geçen 512 yıl Tevrat’ta birkaç satırla geçiyor ve tektanrıcılıktan sözedilmiyor; Hanok ile tektanrıcılık önem kazanıyor. Demek ‘Enoş zamanı’nın olgunluk devrini ve Hanok’u ölçü almak en doğrusu olur.
Buna göre tek tanrı fikrinin belirişi az çok güçlü bir tarihsel devrimle olabileceğine göre tarihleme İ.Öncesi 2700 lere dek geriletilebilir. Bu Semitlerin Sümerleri yıktığı tarihlerdir. Hanok’u bir kan- teşkilatını (kandaş ortaklık.H.K) veya kabileyi lideriyle birlikte ‘Allah’ın alması’ da savaşlarda O’nun tümden yitirilmesidir. Ve bu da o dönemde ve Hanok zamanı Semitlerin Sümerler’e karşı tarihsel devrimci akınları, boğazlaşmalarını sıklaştırdıklarını gösterir. Hanok da ‘300 yıl Allah ile birlikte yürüdü’ ğüne göre, tarihleme tamıtamına Sargon’un Akad imparatorluğunun kuruluşuna denk düşer. Sargon Semit Şefidir.”
Yukarıda da belirtildiği üzere, bir başka bağlam içinde ele aldığı Tevrat ve Tekvin kitabına ilişkin çözümlemesinde, Dr. Kıvılcımlı’nın Hanok’a ilişkin söyledikleri bu kadar. Tekvin’in ilgili ayetinde Hanok’un “300 yıl Allah ile birlikte yürüdü” şeklindeki anlatımının, Kıvılcımlı’nın işaret ettiği gibi, Sümerler’in Semitlerle yaptıkları boğazlaşma sırasında tekmil kandaşlarıyla birlikte yok olması anlamına- “tarihsel devrimlerin”, günün behrinde toplumların zihinlerinde ve yaşam tarzlarında büyük alt-üstlüklere neden olduğunu teslim etmekle birlikte-bilemiyoruz. Ama, işaret edildiği üzere Hanok için çizilen tarihsel portre, onun bir kandaş ortaklık toplumu şefi olduğu kesin. Dahası, artık Kadın Ata öncelikli ve önderlikli ortaklık toplumunun da bir biçimde geçiş evresine denk gelen bir ortaklık(komün) şefi olduğu anlaşılıyor. Cinslerarası ilişki açısından bakıldığında da, literatürde, kadının kendi kandaş hakları, erkeğin kendi kandaş haklarıyla ev olduğu, “iki başlı” evlilik sürecine girildiği döneme denk gelir.
Dr. Kıvılcımlı Hanok’a ilişkin değerlendirmesini burada bırakıyor ama ben Hanok’u bu kadar ile bırakmak niyetinde değilim, Kıvılcımlı, farklı bir bağlam içinde olsa da, yılların gerisinden, çözümleme yöntemi olarak doğru iz üzerinde olduğuma da işaret ederek yüreklendiriyor beni ve devam ediyorum.
Hanok konusuna bir soru ile başlamıştım; Hanok Aden’i gördü mü diye sormuştum. Epeyce karmaşık görünen Hanok’yan literatüre göre Hanok Aden’i görmüştür. Değerlendirmeci uzmanlar, Hanok’un “300 yıl Allah ile birlikte yürüme”sini, onun Aden’de yani “Cennet Bahçesi”nde ya da “Göksel Bahçe” de olmasıyla açıklamaktadırlar.
Ne var ki, bu cennette oluş, hiçte ifade edildiği gibi basitçe bir oluş değil. Dininin yazıcı önderlerine göre, Hanok, yaşadığımız dünyaya dönmeden önce, ona, yedi ayrı cennetten oluşan bir gezi turu yaptırmışlardır!
Cennetin ilk kapısından kendisini alıp buraya getirmeğe görevlendirilmiş iki tane kanatlı melek ile birlikte geçerler. Her bir cennet de farklı görüntülerle karşılaşan Hanok, daha birinci kapıda gördükleriyle irkilir. Birinci cennette, “iki yüz astronom melek”le karşılaşır. Bunlar, yıldızlar ve onların göklerdeki görevlerini yöneten” baş meleklerdir. İkinci cennette ise “ sonsuz bir cezaya karşılık asılmış, tutsak melekleri görür ve dehşete kapılır. Bunlar, bitmiş, tükenmiş ruhları beklemektedirler. “Ölümlü patriği(Hanok) görünce, prangaya vurulmuş tutsaklar kendileri için dua etmesini haykırırlar, o da şöyle yanıt verir: ‘ben kimim ki? Ölümlü bir adam? Ölümlü bir adam melekler için nasıl dua etsin?”
Bu dehşet içinde üçüncü Cenette geldiğinde, Hanok kendisini Aden Bahçesinde bulur. Orayı şöyle anlatır ki, bizimde görmek istediğimiz, izini sürdüğümüz yerdir burası:
“Onun gibi güzelce görünüşlü böyle bir yer hiç olmamıştır. En güzel renklerden meyveleri olgun ve mis gibi kokan her çeşit ağacı gördüm. Onlarda yetişen her türden yiyecek de lezzetli tatlarla fışkırıp büyümüştü. O yerin ortasında yaşam ağacı, (vardır) ki Cennet’e geldiğinde Tanrı dinlenir onda, bu ağacın güzelliğini ve tatlı kokusunu anlatmaya sözler yetmez. Yaratılmış şeylerin en güzeli odur”(Hanok 2.8:1-4)
(…..)
Ve devamla:
“Başka bir ağaç, her zaman yağ süzülen bir zeytin ağacı. Meyvesiz tek bir ağaç yoktu, her ağaç mübarekti. Yüce Tanrıya hizmet etmeden, kutsal ilahiler söylemeden geçirdikleri bir an bile olmayan hepsi de tanrı şevkiyle dolu üç yüz melek bahçeyi koruyordu.”(Hanok 2. 8: 7-8)
Hanok, buradaki melekler için “Gözcü melekler” diyor ve okuyucuya, bu betimleyici kavram’ın hiçte yabancı gelmemesi gerektiğini anımsatmak istiyorum!..
Hanok yedi katlı ya da kademeli Cennet yolculuğunda, her katta göndüklerini ayrı ayrı anlatır. En son ve yücedeki yedinci kat, Rab Allah’ın bulunduğu kattır. Andrew Collins’in, “Meleklerin Küllerinden” başlıklı çalışmasında aktardığı bilgilere göre Hanok, yedinci kata gelişini şöyle dillendirir: “Tavanı yıldızların ve şimşeklerin geçtiği bir yoldu. Büyük bir Alev duvarları kuşattı ve devasa kapıları alevle parıldadı.” (Hanok 1. 14: 12)
Ve devamla: “Hiç bir melek içeri girebilemezdi, muhteşem parlaklıktan dolayı O’nun yüzüne bakamazdı, hiç bir kul ona bakamazdı. Etrafını çevirmiş bir ateş vardı, O’nun tam önünde bir ateş daha vardı, hiç kimse O’na yanaşamazdı”(Hanok. 1.14:21)
Hanok’un Rab Allah ile karşılaşması, aktarmalardan da görüleceği gibi geçmişe dönük ucuyla ilk kandaş köy kömün’üne(Ortaklık) uzanır, beriki yönüyle ise Uygarlık toplumlarına, uygarlığın ulaştığı tek tanrılı kutsallık zeminindeki yapılanmasına işaret eder. Hanok’ un Rab Allah ile karşılaşmasında sunulan kompozisyon, Tek tanrılı din/ toplum yapılanmasının en olgun ürünü olan İslamın kurucu önderi, Hz. Muhammed’in Mirac’a çıkışı ve Allah ile karşılaşması kompozisyonuna yol verir. Hanok,un hayreti, korkusu, ürpertisi aynen Muhammad’de de görülür. Muhammed’in, I.S. 8 ila 11.y.yüzyıllarda, 12. İmamcı Ali yolağının düşünürlerince anlatılan Miracı ise, bana göre, Kur’an’daki miraç anlatımının, yeniden, geçmiş Ortaklık(Komün) diline çevrilmesinden, tercüme edilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir.
Bu tarihsel anlatımların başka bir dizi belge eşliğinde ele alındığında, Aden’in hemen yanı başında, çift başlı dikilişiyle aktif haldeki volkanik Ağrı (Agırî=Ateş ait) dağının çevrelediği görüntünün ürpertici etkisiyle birlikte düşünülürse; sanırım, “hiç bir melek içeri giremezdi, mühteşem parlaklıktan dolayı O’nun yüzüne bakamazdı” dediği sahnenin arka planının anlamak hiçte zor olmasa gerek!.. Bu tür kadim din yazılımlarını, toplumsal devinimin yasalarıyla birlikte ele alındığı kadar, yerin ve göğün hareketlerinin de sonuçları ve etkileri bakımından hesaba katılması gerektiği yeterince açıktır. Masalsı ifadelerle, bir kısım metaforlar. benzetme ve bezemelerle, simgelerle oluşturulmuş kompozisyonların çözümlenmesinde-özellikle tarih belirlemeleri açısından- son derece önemli olmaktadır doğa hareketleri.
Ama şimdi bunlardan sözetmek istemiyorum. Hanok’un gittiği ifade edilen Aden’e dönmek istiyorum.
Hanok Aden’i gördü mü diye sormuştum; Hanok Aden’i görmedi, yaşadığı tarih itibariyle de görmesi mümkün değildi. Tabi yaşamış bir gerçek kişilik, toplum/din önderi olarak kabul ederek bu tespiti yapıyorum. Bir Semitik Peygamber olarak Kenan da değil, kuzey batı İran, Dayleman’da yaşamıştır. Ne ki Hanok’u yazan dinyazıcısı önderler, onu Kenan da gösterirler. Daha sonraki bölümlerde de anlatacağım gibi Hanok, Aden’i görmemiştir ama hem öğretmenlik yaptığı ve hem de öğrendiği kapı olarak tarihi Aden ülkesinde, Aden’e ilişkin çok sayıda yerel bilgiye sahip olmuştur. Yazılı ya da sözlü anlatımların bolca bulunduğu Babil dönüşü kaleme alınan, Tevrat’ın Tekvin kitabının yazıcıları da bu bilgilere sahipti. İlk Ortaklık toplumunun ürettiği maddi ve manevi değerlere yaslanmayı onlarda ihmal etmediler, İlk bolluk ülkesinin insan zihninde yarattığı, müthiş bir kutsallıkla örülü alt-üstlüğü, dışlayamazlardı. Kendi dönemlerine dek katlanarak gelen, değişen ve dönüşen ilk “Ana Ata kutsallıkları” kendini dayatan yeni gereksinmelere göre yeniden üretilerek yeni çıkışlara hazırlanıldı. Ne ki, her çıkış iki iki yanı da kesen bir bıçak gibi keserek, doğrayarak ve sonuç itibariyle sansürlenerek hazırlandı. “Gerçeğe hü” diyen geleneğe karşın, modern tarih yazımına kadar gelen sapmaların, geçmiş yaşanmışlıklara yabancılaşmanın ilk örgüleri de böyle temellendirildi.
Cennet gezisini tamamlayan Hanok’a gelince, öykü yazıcılar, onu da, bizim Rıza Şehri öyküsüne konu olan Sofi örneği, iki melek eşliğinde birinci kapıya getirip, geldiği dünyaya yollarlar!.
Buna karşın, yukardan beri aktardığımız Hanok’ un Aden’e ilişkin metinlerde, konumuz bağlamında açıklanması gereken sorunlu konular var. Hanok’un, yedi cennetten her birinde karşılaştıkları görüntülerin, tümüyle “dünyasal” olmaları açısından sorunlu görünmektedirler. Ki, bu özetlemeye yedi cennet gezisinin tamamını aktarmadım. Okuyucunun dikkatini çekmesi açısından birinci ve ikinci cennet katında gördüklerini aktarmakla yetindim. Birincide, 300 gözcü melek görev yapmakta ama ikinci de tam tersi bir durumda olan melekler, ama “günahkar” kabul edilen cezalı melekler var. Sorun da tam bu noktada beliriyor. Allah’ın dünyasında, yani “Göksel Cennet” bahçesinde olmaması gereken bir sorun!. Hem melektirler ama günahkardırlar. Ölümlülere özgü bir işlemle, cennet yaptırımlarıyla karşılaşmış ve cezalandırılmışlardır.
Daha sonraki bölümlerde değerlendirmek üzere aktaracağım metinler, Hanok’ a da yol gösteren daha eski metinler. O metinler incelendiğinde de görüleceği üzere Aden olarak İbrani din diline aktarılan Cennet, Ana Ataların Bereketli Hilal de kurdukları kandaş Ortaklık köyleridir. Kandaşların ihtiyaçlarına göre ürettikleri ve paylaştıkları bolluk toplumudur. Ortaklığa özgü doğal işbölümü çerçevesinde her kardeşin yaptığı görevler vardır. Kandaş köyler içinde en gelişkin olanının, ortaya çıkardığı olağanüstülük, çevrede yaşamakta olan daha alt ve geri düzeydeki (aşağı barbar) toplulukların göz diktiği, bu bakımdan da korunmayı gerektirdiği bir olağanüstülük. Kadın Ata yasalarının,”kutsal tabuların” işlevli olduğu bir süreç. “Kusursuz” görevlilerle/meleklerle korunuyor. Kusurlular, belki çevredeki daha geri topluluklarla ilişki kuran, onlara bu görkemli yerin oluşumuna yön veren bilgi, beceri, yetenekleri sızdıran, böylece de Ana yasalarına karşı çıkan kusurlu görevlilerdi. Melek olarak tanımladıklarına göre böyle olması gereker. Talan için saldıranlarla hesaplaşma ise bir başka biçimde çeza görmektedir herhalde!..
Ana Atanın cennetinde, erkek olanlar işlevli olmakla birlikte esas yürütücüler, üretken güçler dişillerdir. Doğal olarak böyledir. Hanok metinlerinde, bu işlevler tümüyle erilleşmiştirler. Hanok’ta Günahkar Melekler, “Gözleyen”ya da orjinaldeki karşılığıyla “Gözcü” olarak geçerken, Tekvin’de “Nefilim” diye geçer. Cennetten kaçan bu günahkar “Tanrı oğulları, insanın kızlarıyla”evlenirler. Hanokta ise, Gözleyen olarak yeralan bu günahkar melekler, insan kızlarına, seksten zevk almaktan, makyaj yapmaya, süslü giysilerin nasıl dikileceğinden, takıların nasıl yapılıp kullanılacağına kadar, hem de, erkeğe göre “kadınca işleri” öğretirler!. Ve onların “baştan çıkmalarına” yol açarlar. Bu ustalıklardan hiç birisini, “tanrı mesajcılarının” yapması bekelenemez, tabi bunların tamamının, insan kızları ve oğulları olmadıkları sürece!..
Bu bölüme ilişkin sonuç olarak; Bereketli Hilal’ın görkemli yükseltilerine, tarihin binlerce yıl gerilerinden insanlığı kucağında taşıyan Ana Ataların, bunca zaman akışında kazandığı deney, tecrübe, bilgi ve görgüyle, ilk, çekirdek toplum örneği Kandaş Ocak’tan, artık kendisi eken, kendisi biçen, yeniden ve yeniden üreten, evcilleştiren, evcilleştirdiklerinin ve ekip diktiklerinin ürünlerinden beslenen koşulların oluşturduğu, Ana Ata’nın kutsal Cenneti’ne, kandaş köy devrimine, bu haliyle değinmeyen, “Uygarlık Peygamberleri, ya da şemsiyesinde “Rab Allah”ın yeraldığı dinin önder yazıcıları. İlk sansürlerini Kadın Ata gerçeğine koydular. Dahası var, onun bilgisine, görgüsüne, sonraki bütün zamanlara, kök hücrelik görevi yapan tekmil yaratmalarına da sansur koydular. Tabi ki bu bir günde olmadı. Adım adım oldu. Müthiş sancılı oldu.
Toplumun evrim yasalarının belirleyiciliği temelinde, tarihsel olarak ilk ortaklık toplumunun, üretici güçlerinin gelişmesinin belli bir aşamasında, toplumsal bir değişim gereksinimi kendini dayatmıştır kuşkusuz. “Tarihsel Devrim” olarak tarif edilen devrimler kaçınılmazdır. Ne ki, Sözkonusu devrimlerin doğurduğu yeni toplum, mutlaka da böyle sonuçlanmak zorunda değildi. Doğum sancılı, sancılı olduğu kadar hastalıklı olmuş ve bebek ters doğmuştur. Süreç, “eş ve eşitlik” temelinde de değil, erkekleşmiş, devletleşmiş ve mülklü, hegemonik bir toplum gerçeğine geçilmiş.
(Devam edecek)
HAŞİM KUTLU
İlk yorum yapan olun