Her şeyden önce Aleviliği özümsemiş bir insanın, Osmanlı ve onun düşüncesini devam ettiren anlayışlarla ilişki kurması art niyetli, kötü ve iğrenç bir kişiliğin içerisine düşmektir. Çünkü Osmanlı dendiğinde; hemen akla kimliksiz, kişiliksiz, ulus ve ahlaktan yoksun, kolay yoldan maddi, makam sahibi olmak gelir. İslam Arap bataklığı bu iş için en iyi araçlardadır. Müslümanlaşarak Türkleşenler, İslam oluşlarını sağlayan kişilerin, anadil diye bir kültüre sahip olmadıklarını bilseler, hepsine küfredip İslam’dan nefret ederler. Her insan şunu bilmelidir ki anadil kültürü; tanrı, din ve inançtan üstün bir değerdir. Kişi tanrı, din ve inancını rahatlıkla değiştirip inkar ederken, anadilini asla değiştiremediği gibi yokta sayamaz. İşte bu yüzden Osmanlı, anadilini ve kimliğini inkar eden çirkin, soysuz, derin patolojik ruhsuzluktur.
Osmanlı İslam Hanedanlığı’nın herkesi kimliksizleştiren dil ve kültür düşmanı olduğunu, Müslümanlaştırdığı halkların bilimden uzak yalancı, şovmen oluşlarından görüyoruz. Makam ve para için kardeşlerini öldürmekten zevk alan bir anlayış, dünyadaki en kara faşizm örneğidir.
Dünyada devletleşen halkların bazıları, devletin adına ünlü kişi ismini vermiş olsalar dahi, temel ulusal kültürlerini “ÖZ ANADİLLERİNE” göre şekillendirmişlerdir. Osmanlı Türkçe Dil kökeninden geldiği halde, Arapçayı anadili yapıp İslamlaşarak özünü inkar etmesi, bulaştığı her toplum ve kültürle birlikte, Arapları dahi yozlaştırmıştır. Osmanlı’ya Arap desen Arap değil, Türk hiç değil, ne olduğu belli olmayan derin dezenformasyonist bir yapıdır. Bunun Türkçesi soysuz, sopsuz kimliksiz ve kişiliksizliktir.
Temel kültürel bilinçten uzak İslam’ı makam, para için kullanan bir devletin, Yeniçeri Ocağı da kendisine benzer. Etnik, dil, kültür ve kardeş katili bu sürüleşmişlik, her elinin uzandığı yerde ganimet, talan ve ırza tecavüzden başka hiçbir şey düşünmemiştir. Yeniçeri Ocağı’nı kimler, nasıl ve neden oluşturduğuna bakıldığın da her şey daha net anlaşılıyor.
1299 Yılında ortaya çıkan devşirme Osmanlı Hanedanlığı, Anadolu Selçuklun’un mirası üzerine şekillenmiştir. Osmanlı, Selçuklu’dan farklı olarak iki tip askeri yapıya dayanır. Birisi normal süvari birlikleri, diğeri Yeniçeri Ocağı adı verilen özel yetkili askerlerdir. Bu da padişahın dışında hiçbir makamdan emir almadan, padişah adına her şeyi yapan özel ordu demektir. Yeniçeri Ocağı, Osmanlı Padişahı I. Murat tarafından 1367 yılında kurulmuştur. Osmanlı devşirme kimliksiz, kişiliksiz yapıya sahip olduğuna göre, Yeniçeri Ocağı bundan farklı düşünülemez. Böylece çeşitli ulustan ailelerin küçük yaştaki çocuklarını alıp, İslami şeriatla ailelerine düşmanlaştırılan devşirme kimliksiz cellatlar ordusudur Yeniçeri Ocağı.
Bilindiği gibi Osmanlı’nın en büyük ekonomik kaynağı savaş, talan ve ganimettir. Gücü yetsin yetmesin her tarafa saldırıp, halkların mallarını talan ettiği gibi, 8-14 yaş arası kız çocukları haremde seks kölesi, erkek çocuklar Yeniçeri Ocağı’nda Müslüman acımasız cellatlar yapılmıştır. Osmanlı’da kurumsal olarak devleti ayakta tutan iki yapı vardır. Bunlardan birisi İlmiye (Dini Şeriatçı Ulema) Sınıfı, diğeriyse Seyfiye (Askeri) Sınıftır. Osmanlı adına tüm yöneticiler, bu iki şeriatçı sınıftan yetişen kişilerden oluşur.
İLMİYE SINIFI; Osmanlı’nın kasaba ve kent merkezlerindeki camilerin Kuran kurslarında, bazıları imam yapılırken, diğerleri medreselerin Enderun Mekteplerinde İslam şeriat eğitimiyle, Müftü vb. dini üst yetkili kişilerdir. Ancak bunların hepsi farklı uluslardan devşirildikleri için, ana dillerini inkar edip Arapça bilmelerini ve İslam oluşlarını en yüce kimlik (Ümmetçilik) görüp, ulusal kültürden haberi olmayan cahiller topluluğudur. Böylece herkesi kendileri gibi kimliksizleştirmekten büyük gurur duyarlar.
SEYFİYE SINIFI; genellikle askeri üst rütbelilerdir. Osmanlı hükmettiği bölgelerde farklı ulustan halkların 8-14 yaşlarındaki erkek çocuklarını, enderin mekteplerinde şeriat ve askeri eğitimle yetiştirdiği ordu mensuplarının adıdır. Bu kişiler paşa rütbesiyle vali vb. görevlerle devleti yönetirlerdi. Osmanlı ve Yeniçeri Ocağı’nı kısaca özetledikten sonra Alevilerin; Yeniçeri Ocağı ile ilişkileri olmuş mudur? Olmuşsa bu kişilerin kim olduklarını daha net anlamak için Alevilerin, Osmanlı ile savaşlarını bilmeden mümkün değildir.
Anadolu ve Mezopotamya’da Selçuklular ile Osmanlı’yı her zaman korkutan güç Kızılbaş Aleviler olmuştur. Bunun nedeni, Selçuklular ve Osmanlı kendi öz Türk dil kültürünü inkar edip, Arap İslam’ı yüceltmeleridir. Arap İslam kültürünün yüceltilmesi onur kırıcı, insanlıktan uzaklaşmak olduğuna inanan Şamanist Türkler ve Zerdüşt Kürtler, bu soysuzluğa savaşlarla karşı durmuşlardır.
Anadolu Selçuklu’ya karşı tarihe geçen ilk Kızılbaş savaşı Baba İshak, Hünkar Bektaşı Veli ve kardeşi Menteş’in 1235-1240 yıllarında vermiş oldukları mücadeledir. Bu savaşta Baba İshak, Hünkar Bektaşı Veli’nin kardeşi Menteş hayatlarını kaybeder. Hünkâr Bektaşı Veli ise yaralı olarak kurtulup, Ermeni ve Rumların yoğunlukta olduğu İç Anadolu Bölgesi’nin Kırşehir civarında yeniden Dergahını kurup, Kızılbaş Alevileri yönetmeyi sürdürürken 1279 yılında ölmüştür. Burada bir parantez açarak, Osmanlı ve Cumhuriyet yönetiminin, Alevileri soysuzlaştırmak için bazı kitap ve internet Vikipedi gibi sayfalarda, cahil kişilerin bile tenazur etmeyeceği, tarih ve bilim mantığından tamamen uzak yalancı, şoven yazımların ne kadar çirkin, ahlaksızca olduğunu hatırlamakta fayda var.
Kimin yazdığı belli olmayan düzmecelerden Velayetname ve Vakfiye gibi birkaç sayfalık uydurmayla, sözde Aleviliği Ahmet Yesevi kurmuş olup, Hünkar Bektaşı Veli’de bunun öğrencisi olarak Aleviliği Anadolu’da yayan ve yaşatan kişi olduğu yalanı. Ahmet Yesevi Sünni ve Şii İslam arasında sürekli fikir değiştiren Arap İslamcı bir devşirmedir. Ve 1166 yılında ölmüştür. Hünkar Bektaşı Veli 1209 yılında doğduğuna göre, Ahmet Yesevi’den 33 yıl sonra doğan bir insan, nasıl olur da bu şahsın öğrencisi görülür. En büyük yalan ve tarihsel çarpıtmalardan birisi budur.
Bunda tutturamayan Türk İslam Irkçıları, bu defa Lokman Perende adıyla bir figüran ortaya atarlar ki bu üç ayrı karakterle ifade edilmiştir. Lokman Perende ile ilgili her üç hikayenin tarihleri ve Hünkâr’ın yaşadığı dönem arasında en 50 ile 200 yıllık akıl almayacak kadar zaman farkı mevcuttur. Ayrıca Ahmet Yesevi ve Lokman Perende gibi figüranların hepsi, tüm İslam şartlarını yerine getiren öz kimliğini inkar eden soysuzlardır.
Hünkâr Bektaşı Veli; Ahmet Yesevi ve Lokman Perende gibi soysuz, kimliksiz devşirme olsaydı, Anadolu’daki Kızılbaşlığın Piri Kürt Baba İshak ile birlikte, Selçuklu ile savaşmak yerine, bunların makamlarında yer almaz mıydı? Bu kadar açık gerçeklere rağmen, Alevileri İslam ve Şii göstermek, Alevi düşmanlığı değil midir? Ve sözde çağdaş laik Türkiye Cumhuriyeti de yalancı bu kurmacalardan faydalanıp, Alevileri asimile etmeye çalışmaktadır. Yeniçeri Ocağı’nın Kızılbaşlarla en ufak ilişkisi olmadığı gibi, aynı şekilde Bektaşiliğin çıkış tarihi ve amacının da Kızılbaşlarla hiçbir ortak yanı bulunmamaktadır. Yalnızca Hünkârın “Bektaş” ismi kullanılmıştır. Yeniden Alevi isyanlarına dönecek olursak.
Osmanlı güçlendiği her dönemde en başta Kızılbaşları rahatsız etmeyi sürdürmüştür. Buna razı gelmeyen Hükâr’ın kan bağından olan Musa Çelebi 1390 yılında ikinci büyük isyanı başlatır. Devamında 1411’de Şeyh Bedrettin, 1518’de Celaliler, 1527’de Kalender Çelebi. 1570’lerde Pir Sultan Abdal, 1920’de Alişeri, 1922’de Alişan Bey, 1920’den 1938’e kadar Seyid Rıza ve arkadaşlarının savaşları, Kızılbaş Alevilerin ne kadar büyük bir onura sahip olduğunu gösteriyor.
Yaşanan bu Kızılbaş savaşları sonucunda gerek korkudan gerekse makam, para ve kişilik sorunu yaşayan bazı Kızılbaşlar, Osmanlı’ya teslim olmuşlardır. Bunlardan birisi Hünkâr Bektaşı Veli’nin soyundan gelen Mehmet Çelebi, Karaca Ahmet ve Hızır Paşa, Osmanlı’nın makam ve mevki vermesiyle özlerini inkar edenlerdir. Osmanlı bu şahısların adını kullanarak, Yeniçeri askerlerinin kıyafetini Kırmızı kumaştan yaptırıp, Kızılbaşlık duygusu uyandırmıştır. Cahil halkın bu tür yaygarasıyla, Yeniçeri Ocağı’nı Kızılbaşlar kurdu yalanı epeyce etkili olmuştur. Esasında onurlu Kızılbaşlar, Osmanlı ile hiçbir zaman barışmamışlardır.
Yeniçeri Ocağı gibi diğer bir yalancı kara propaganda ise, Osmanlı Padişahı II. Beyazit’ın 1501’de Balkan kökenli devşirme Balım Sultan’ı, Kızılbaş Tekkesi’nin başına oturtması. Böylece Bektaşilik Tarikatı adıyla Kızılbaşlar asimile edilmeye çalışılmıştır. Bektaşilik Tarikatı; her ne kadar Hünkârın adını çağrıştırsa da, Hünkârın düşüncesinden tamamen uzak her dil, din, inanç ve kültürü yozlaştırmacılıktır. Bektaşilik Tarikatı’nın başında yer alanların büyük çoğunluğu Mehmet Çelebi, Karaca Ahmet ve Hızır Paşa gibi korkak ya da kişilik zaafları olanlardan oluşur. Her yapıda olduğu gibi Kızılbaşların içinden bu tip kişiliksizlerin çıkması Kızılbaşların, Osmanlı ile ilişkileri olduğunu asla göstermez.
İlk yorum yapan olun