Alevilikte, erkânlar gereği ‘Cem nedir?’ sorusuyla konuya girilmez ama Cem adı verilen kutsal etkinliğinin bizzat kendisinin anlatımına girişilir. Ne ki, bu çalışmamda ayrıksı olarak ‘Cem nedir, nasıl anlamalıyız?’ sorusuna yanıt vererek konuya girmek istiyorum.
Cem, en genel bir ifade ile özün her türlü olumsuzluktan, kirlilikten arındırılması… ve öz birliğine yetilmesi anlamına gelir. Bu bağlamda bir tefekkür ya da içe kapanmayı da ifade etmektedir. Her türlü ikilikten ve ikircikli tutumdan arınmak ve öz birliğine yetilmektir. Dikkat edilirse bu ifade, kişinin kendi kendisiyle cem olması ya da bir’liğe yetmesiyle ilgili bir ifadedir. Bununla birlikte kişi ile kişi, kişi ile toplum ve nihayet kişinin maddi manevi doğal çevresi ile cem olması, bir’liğe yetmesi vardır. Dahası, toplumun bizzat kendisinin cem olması ve bir’liğe yetmesi vardır ki, şekilsel olarak farklı meydanlarda ifadesini bulsa da özü hep aynıdır.
Cem olmanın özü – birey için belirttiğimiz gibi toplum için de söyleyebiliriz – bütün bir maddi ve manevi yaşamda, ahlak insanı, ahlak toplumu olabilmektir. Yol dili ile söyleyecek olursak, “tek can tek nefes” olabilmektir. Ahlak toplumu derken, Aleviler böyle bir amaçla ve bilgi donanımıyla, yani, ‘Biz ahlak toplumu olacağız’ diyerek yapmazlar bunu ve ayrıca buna gereksinmeleri de yoktur. Çünkü, ayrıca doğacı ya da çevreci olmaları gerekmediği gibi, onların yaşamlarının kendisi ahlaktır, çevreci ve doğacıdır. Tabii bütün bunları belirtirken “günün Aleviliği”nden söz etmediğimin, tam tersine, otantik “Yol’un Aleviliği”nden söz ettiğimin farkında olunmalıdır.
Cem için bu kısa tanımı yapabiliriz ama bilmeliyiz ki tanım ve tarifler konuyu ancak bir boyutu ile anlamamıza yardımcı olabilir. Konunun kendisini tam olarak kapsamayacağı için de, doğası gereği eksikli bir yaklaşım olur. Hal böyle olunca, biraz daha kapsayıcı bilgiye doğal olarak gereksinim vardır. Belli ki, biz eğer bir tapınma ya da güncel ifade ile bir ibadet ya da ritüelden söz ediyorsak; kuşkusuz, aynı zamanda bir kutsallıktan ve kutsal sayılanın manevi huzurunda, söz ile ve davranış ile saygı ediniminde bulunmaktan söz ediyoruz demektir. Hal böyle ise eğer, sözü geçen kutsallık nedir ve nasıl anlamalıyız?
Açıktır ki güncelde, tapınma ya da ibadetten söz edilen yerde de anlaşılan tek kutsallık Allah’tır. Bugün böyle anlaşılsa bile gelmiş geçmiş tekmil kutsallıkların kökü üç temel unsura dayanır. Birincisi, BARINMA’dır. İkincisi, BESLENME’dir. Üçüncüsü ise ÜREYİM ya da neslin üretimi yani DOĞUM’dur. Bu üçlü kutsal öğe, en kadim kutsallıktır ve tapınmalar başlangıçta bu üçlü kutsal öğeye saygı sunumu olarak başlamıştır. Otantik Alevilikte kutsallığın bu üçlü kadim terkibi hiç bozulmadı. Barınma simgesi olarak Ocak ve aynı bağlamda hane simgesi eşik hala kutsaldır. Yine beslenme simgesi sofra ve lokma ya da niyazlık halka kutsaldır ve bu üçlü, bir cem ayinin ayrılmaz bileşenleridir. Bu üçlü kutsal terkip Ana şahsında ifadesini bulduğundan Aleviliğin batıni yüzünde; Yol, ana olarak; baba, Erkan olarak tanımlanır.
Bu bağlamda da kadim kutsalların doğal ve dünyasal oluşuna koşut, bunlara sunulan saygı ve şükran edinimi de dünyasal olmak durumundaydı ve öyle de oldu.
Burada yeri gelmiş iken şöyle bir soru sorulabilir: İnsan soyunun kadim geçmişinde, hem kutsal saydıkları hem de manevi olarak o kutsallara yönelik sunumlarda bulundukları şeyler, dünyasal iken, nasıl oldu da, önce göksel bir kimlik kazandı sonra da fizik ötesine yani “Öte Dünya”ya taşındı? Kuşkusuz ince ve uzun bir yol süreki ile gerçekleşti bütün bunlar ama soru, tanrılar ve dinler söz konusu olduğunda, mutlaka ayrıca yanıtlanması gereken temel bir konuyu kapsar. Ne yazık ki bunun yeri de bu makale değildir. Alevilikte cem ya da Yol diliyle cem değil de MEYDAN konusunu, dayanakları bakımından nispeten daha esaslı anlamak için, kısaca da olsa burada kutsallık ve saygıdan söz etmek durumunda kaldım.
İster tek tanrılı olsun isterse çok tanrılı olsun, kapitalist toplum öncesi dinler, en temelde iki bölümde ele alınabilir. Birinci bölümdekiler, doğal dinler ya da aynı bağlamda doğal/ortaklık toplumu dinleridir. İkici bölümdekiler ise ‘semavi dinler’ olarak da tanımlanan “devletli toplum” dinleridir. Güncelde devlet ve iktidarın tetiklemesiyle ‘Alevilik din midir, mezhep midir?’ ya da ‘İslam’ın bir yorumu mudur?’ ya da ‘İslam’ın içinde midir dışında mıdır?’ gibi yaklaşımlarla güncelleştirilen provokatif yaklaşımlara girmeden belirtmek gerekirse, konumuz bağlamında Alevilik, “doğal dinler” içinde yer alan en kadim din sürekine dayanır ve sadece bir iman ve itikatı kapsamaz. Bu haliyle de, yani hem toplumsal yaşam koşullarıyla hem de onun maneviyatını dillendiren, bir tarım toplumu yapılanmasıdır.
Alevilikte Cem-Civat bağlamında açılan meydanların tamamı, onun dünya görüşü ve sosyal yaşam tarzından ayrılmaz. Bir çiftçi ve çoban toplumunun günlük yaşam tarzını, kutsanması ve olumsuzluklardan arındırılması bağlamında bir cem erkanının tamamında görmek mümkündür. Zaten biraz da bu yüzden olacak ki, iman ve itikatlarını “öte dünya” anlayışına göre düzenleyenler ve ibadetlerini buna göre yerine getirenler, cemlere dışarıdan bakıp, ‘Bu ibadet değil cümbüştür’ diyebiliyor en iyimser yaklaşımla. Tabii ki ‘mum söndürüldüğü’ ya da ‘ana ve bacının bilinmediği bir seks partisi’ olduğu yolundaki modernite dahil bütün devletli dinlerce öteleyen ve aşağılayan nitelendirmeleri de hiç hesaba katmak istemiyorum.
Aleviliğin değişik süreklerindeki cemlerde nüanslar vardır ama bununla birlikte genel yapı değişmez. Bu bağlamda cemler, sıralı cemler ve özel cemler olarak iki başlık altında toplanabilir. Sıralı cem meydanları, yılın belli mevsimlerinde yerine getirilmesi gereken cemler olduğu gibi yılın belli ay ve günlerinde yapılması gereken cemlerden oluşur. Örnek olsun; On iki Nur (Donzdeh Nurani) hakkı için yerine getirilen, bugün Kerbela Matemi olarak adlandırılan ve on iki günlük yastan sonra yerine getirilen aşura cemi ayini, Hızır cemi, Hıdrellez (Hıdır-Eliyas) cemi, Newroz cemi gibi cemler, sıralı cem sürekindendirler.
Bu cemler, her yılın belli aylarının belli günlerinde yerine getirilirler. Örneğin her yıl, günleri, 13 gün evvele kaydırılarak kutlanan İslami kurban bayramından 20 gün sonraya denk getirilerek yerine getirilen, Kerbela Yası ve aşura cem ayini, bugün yanılsamalı olarak sanıldığı gibi, kurban bayramlarından 20 gün sonrasında değil, her yıl Ekim ayının birinci ve on ikici günü arasında yerine getirilir. Bugünkü uygulanış şeklinde bile o günkü takvim belirlemelerine baktığınızda, o günün Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği gün olduğunun kayıt edildiği görülür ama yine de bu çelişkili yaklaşım sürdürülmeye devam edilir!
Bunlara her hafta perşembeyi cuma gününe bağlayan ve akşamları yerine getirilen, haftalık muhabbet cemini de eklemek gerekir. Muhabbet cemi, Abdal Musa cemi diye de adlandırılır. Daha çok gençlerin de yer aldığı eğitim esaslı cemlerdir.
Yıllık olarak özellikle hasat sonunda yerine getirilen, yıllık görgü cemlerini de buna eklemek gerekir. Özel olarak yerine getirilen cemler hanesinde de değerlendirilir ama çoğu kere yıllık görgü meydanları sırasında, Yol’a girecek genç Alevi adaylarının ikrarları da görülür. Çünkü ikrar cemleri de görgüden sayılır.
Özel olarak yerine getirilen cemler ise daha çok isteğe bağlı olarak yerine getirilen cemlerdir. İkrar cemleri, eşleşme ya da müsahip (birayê musaviyê = eşitlik kardeşliği) cemleri ile çeşitli anlaşmazlıkların çıkmasında durumun aciliyetine ve tarafların isteğine bağlı olarak görgü cemleri yapılır. Bir de Mihman Meydanı ya da cemi diye adlandırılan, dışarıdan konuk olarak gelen yol kardeşleri hakkına düzenlenen özel bağlamda cemler vardır.
Dikkat edilirse yer yer eşanlamlı kimi kavramları -ki bu kavramlar Yol diline ilişkin yol kavramlarıdır- sıklıkla kullandım. Geçerken bu duruma ilişkin de bir not düşmek istiyorum. Günün Aleviliğinin en önemli ayırt edici özelliği, onun, esası itibariyle ortaklığa dayalı köylü karakterinin çözülmüş olmasıdır. Alevi toplumu bugün artık ortaklık toplumunun değil, kapitalist mülk toplumunun bir bileşenidir! Toplumun otantik özelliklerinin de artık tarih olduğu anlamına geliyor bu. Bu bağlamda da günün Alevisi sadece Yola değil onun diline de yabancıdır. İnkarcı ve ırkçı devlet yapılanmasının yıllara dayanan imhacı ve bozucu etkilerini de bu yabancılaşmaya eklersek, günün Alevilerinin tam bir bozulmayı ve kendi gerçeklerine yabancılaşmayı yaşadıklarını belirtirsek abartı olmaz. Kolektif hafızanın karanlıklarından ola ki gün ışığına çıkma olanağı bulabilir düşüncesiyle bu kavramlara yer verdim. Böylece genç kuşaklara da Aleviliği kendi kavramlarıyla tanıma olanağı sunulmuş olur diye düşündüm.
Diğer yandan, her biri kendi başına bir konu olması nedeniyle, yukarıda kutsanma ve arınma bağlamında cem ayinlerinin temel özelliğinden söz etmeme karşın, cemlerin yapılış şekillerine, yine bu bağlamda hizmet özelliklerine hiç girmedim.
Sonuç olarak, sözü çokça uzatmaya gerek yok. Kadim özellikleri itibariyle bir ortaklık toplumu ve doğal din yapılanması olan Alevilik ve hele de Kızılbaş Alevilik sürekinde, öyle sanıldığı gibi, bugün özellikle de metropollerde inşa edilen ve birer minaresiz cami örneği cemevlerine de, büyük çaplı kalabalıklarla yerine getirilen ve şekilden ibaret olan cemlere de gereksinmesi olmamıştır. Onun için, insan suretinde olması da gerekmez, ÜÇ CAN BİR CEM olmuştur hep. Arî Mezin örneği ulu dağ eteklerinde. Soylu selvilerin, soğuk su kaynaklarının hemen yanı başındaki düzlerde, geceleri de değil, günün gün ortasında, bir börtü bir böcekle, üç can bir cem olmayı bilmiştir. O soylu yerlerin hala bu topluluğun bugünkü kuşaklarınca bile ziyaret kabul edilmesinin başkaca nasıl izahı yapılabilir ki!*
* Geniş bilgilenme için bkz.:
Haşim Kutlu, Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, Yurt Yayınları; Ankara.
Haşim Kutlu, Kızılbaş Kadın, Alev Yayınları, İstanbul.
Temel Özellikleriyle Kızılbaş Alevilik.
Ateşin ve Güneşin Yeryüzündeki Tezahürü Olarak Bozatlı Hızır.
İlk yorum yapan olun