“Kendini bilmek” öğretisinin şeriat kapısında durulduğunda, kendi gerçeğini yitirmiş ve bulma uğraşısı veren yol insanının en çok sıkıntı çektiği konulardan birisi de, “Nasıl Kızılbaş Olunur?” sorusu karşısında, nasıl bir yanıtın sahibi olması gerektiği konusudur. Tarih boyunca onun önünde sürekli hafıza boşlukları yaratılmış, yaratılan her boşluğa kimileri Müslüm…anlığı boca ederken kimileri de Hıristiyanlığı boca etmiştir.
Alevî bir anadan ve Alevî bir babadan gelmiş olmayı, Alevî olmak için yeterli sayan bir anlayış var. Bu anlayış, kendisini ister öz Müslüman görsün ister Alevî fark etmiyor, Alevî anne ve babadan gelmeyi her şey için açıklayıcı buluyor ve yeterli sayıyor. Tabii böyle bir anlayış ve yaşayış içinde olanların, ne Alevilik ne de Müslümanlık noktasında yaşadıkları hiçbir şey olmuyor, çocuklarına aktarabildikleri hiçbir şey de bulunmuyor ellerinde.
Bir Alevî anne ve babadan gelmek kuşkusuz anlamsız değildir. Sizin, köken itibariyle aidiyetinizi göstermesi, geçmişinizle sizin aranızda, hem maddi olarak hem de manevi olarak bağlar kurmuş olması bakımından önemlidir. Ancak, sizin ne dininiz, ne milletiniz, ne diliniz ne de kültürünüz genetik ve de biyolojik bir olay değildir. Bu edimler, insanın sonradan, bulunduğu çevreden, ilişkilerden edindikleridir ve tarih içerisinde sürekli değişkenlik arz eder.
Bu bağlamda, bir yere ait olma ya da onun bireyi veya üyesi olma isteği karşısında bir kısım koşullarla karşılaşmak nasıl ki kaçınılmaz ise din konusunda da durum farksızdır. Doğal olarak doğuş yaptığınız din ortamında o dine mensup oluşunuzun koşulları henüz küçük yaşta iken anne-baba terbiyesi olarak karşınıza çıkar ve oradan siz öğrenirsiniz. Sonrasını, onun kurumlarından, okullarından ve tümüyle o doğal çevre ilişkilerinden öğrenirsiniz.
Böylesi durumda, öğrenilen, bir doğal süreç gibi ortaya çıktığı için sanki doğuştan gelen bir durummuş yanılsamasını yaratır. Kuşkusuz bu bir yanılsamadır. Hepsi o doğal çevreden edinmiş özelliklerdir. Giderek tercihler değişebilir ve bu doğal ortamdan edinenleri terk etme ve başka bir şey olmak da mümkündür. Bunun sayısız örnekleri vardır.
Bu genel durumu da göz önüne alarak ifade edecek olursak, kuşkusuz Kızılbaş Aleviliğin de inanırlarına dayattığı olmaz ise olmaz bildiği kuralları ve koşulları vardır. Bu koşullar yerine getirildiğinde, Alevilik, yerine getiren üye tarafından, hayata geçirilmiş ve yaşam bulmuş olur. Pratik bir gerçeklik kazanır. Koşullar yerine getirilmeden ifade edilen Alevilik aidiyetinde ise ortaya çıkan sadece boş bir pratiktir. Öylesi bir yaşam tarzında ise üretilen ve yaşama duran Alevilik dışında her şeydir ama asla Alevilik değildir. Güncel Alevî yaşamında sergilenen gerçeklik tam tamına bu değilse de buna yakındır.
Ezici çoğunluk, üyelik koşullarını yerine getirmekten uzaktır. Getirir görünenlerin çoğu ise Kızılbaş Alevilik koşullarını değil, şu veya bu çıkarın öngördüğü koşulları “Aleviliktir” diye yerine getirmektedir. Ne bu, ne de ötekisi Kızılbaş Aleviliği yaşama durdurmamaktadır. Önemli olan da budur.
Şartsız Kızılbaş, erkânsız Kızılbaş’tır. Ölçüsü olmayan ve yaşamayan Kızılbaş’tır. Yaşama durmanın en önemli koşuludur bu. Kızılbaş Alevilikte “şeriat-tarikat-marifet-ha
“Madem ki birinci ait olma kapısı şeriat kapısıdır, o halde öğrenilmelidir” deyip yolu yolağı terk ediyor ama yine de kendisini Kızılbaş sanıyor!
Peki, nedir Kızılbaş Alevî yoluna girmenimn ve ona üye olmanın şartları?
Kızılbaş Alevilik, şeriat (serixa to= senin yolun) kapısında yedi kalem şart koymuştur. Bu şartları aynı zamanda Kızılbaş’a farz koymuştur. Bu şartların biri eksik ise yol olmaz. O yolda yolcu da olunmaz.
Birinci şart, Hakkı tek görmek. Bütün görmektir. Hakkı “teklik içinde çokluk” olarak bilmek. Bilmenin şartı; “kendini bilmek”, onun şartı da, Hakkı on sekiz bin âlemde görmektir.
İkinci şart, kemerbest olmaktır. Onun da şartı; “masumu pak olmaktır”. (7 ile 16 yaş arası böyle kabul edilir)
Üçüncü şart, İkrardan geçmektir. Bunun şartı, birbiriyle dar olmuş aynı zamanda yar olmuş dört bedenin “tek can tek nefes” olmasıdır. Müsahipli olmaktır. Yol içinde yola giriş kapısıdır bu. Bunsuz dört kapının hiçbirisine varılmaz.
Dördüncü şart, bir pirin eteğini tutup bir mürşide bağlanmaktır.
Beşinci şart, yılda bir kez görgüden geçmektir. Bunun şartı; eşinle, musahibinle, çocuklarınla yar olmaktır. 12 komşu kapısını hak bilip onlarla yar olmaktır. Bütün yol hanelerini kendi hanenden saymak ve kendi haneni de bütün yol evlatlarına açık tutmaktır.
Altıncı şart, Dört Kapı Kırk Makam öğretisine teslimi rıza etmek ve iyi bir öğrenci olmaktır. Bunun şartı; “kendini bilmektir”. Onun da şartı, bilimle ve irfanla yürümektir.
Yedinci şart, yedi meydan, on iki aşura, üç hızır ve 48 perşembe orucunu hak bilmektir. Onun şartı; hak bildiğini teklifsiz gerçekleştirmektir.
Kim demiş ki, Kızılbaş Alevilik bir yol geçen hanıdır. Kim demiş ki Kızılbaş Alevî’deki engin insan sevgisi ve hoşgörüsü “gelene ağam gidene paşam” cinsindendir. Eğer öyle olsaydı büyükler:
Gelme gelme, dönme dönme!
Bu yol kıldan ince, kılıçtan keskindir.
Bu yol demirden leblebi, ateşten gömlektir.
Ancak teslimi rızalık ile bunlar yerine gelir,
Yerine getirebileceksen gel.
diye hiç çağrıda bulunurlar mıydı! İster “Müslüman’ım” densin isterse “Hıristiyan”, Kızılbaş Alevinin yol şartları bunlardır. Birinin “ben Kızılbaş Alevî’yim” diyebilmesi için bu şartları bilmesi, kabul etmesi ve yaşama durdurması şarttır.
İmanın Şartları
Bu şartlar Kızılbaş Alevilikte dinin şartlarıdır. Dinin şartları tabii ki iman etmeye bağlıdır. O halde Kızılbaş Alevilkte bir de iman etmenin şartı vardır.
Kızılbaş Alevilikte imanın şartı tektir. Verilen İKRAR’a bağlılıktır. Ona teslimi rıza etmektir. Eğer verilen söze bağlılık ve sadakat yoksa iman da yoktur. İmanı olmayan ise şartı yerine getirse bile bu usulen yerine getirmektir ve hak değildir. Bu münafıklıktır. Bu nedenle Kızılbaşlıkta “dua” yoktur. Tabi olmayan duaya “amin” de yoktur. Gülbank vardır. Hakk bildiğine tertemiz nefesle çağırmak anlamındadır bu. Tertemiz nefes ise özü doğrulukla mümkündür, münafıklıkla değil. Özü doğru olmanın şartı Hakk meydanında halk huzurunda özüne ayna tutmaktan geçer. Gül nefes (gülbank:bülbül sesi) ya da Gülçağrı’nın “gül” olmasına sebep ya da aynı bağlamda “Arınmış Söz” olmasına sebep, ağzın yıkanması değildir, özün yıkanmasıdır. Bu nedenle Gülbanka başlayan her Yol evladı özüne dönük “Gerçeğe Hü” diye söze başlar. Bu “sadece gerçeğe inanırım ve ona bağlı kalacağım” demektir. Bu bağlamda da “Halla Halla! Yuf Münkire yuf münafıka” diye bitirir sözünü. Bu da “gerçekler karşısında, bilinsin ve onaylansın ki, her kimde var ise inkârcılık ve iki yüzlülük, kahrolsun!” demektir. İşte kızılbaşlıkta iman budur.
Bu noktada Kızılbaş yol evladının uymak zorunda olduğu ahlaki öğretinin özünü; on iki yol erkânı oluşturur:
1) Nefsine (egona) göre değil, ihtiyacına göre davranmak. Kanaat ehli olmak.
2) Kendi yol ve erkân ölçülerine göre davranışta bulunmak. Bu noktada sabır ehli olmak. Şer minderinde olmamak. Hak ve adalet sahibi olmak. Hak ve adalete kararlı olmak ama kendi ölçülerinle olmak, şerrin diliyle, yoluyla olmamak.
3) Yumuşak huylu olmak. Hal dilini elden ve dilden bırakmamak. Didişmeye meyil etmemek.
4) Cömert olmak. Yol kardeşine, nefis ölçülerine göre değil, yol ölçülerine göre davranmak. Ondan malını esirgememek. Paylaşıcı olmak. İhtiyacı olana sende olanı saklamamak, muhanet olup başa kakıcı olmamak.
5) Gözünün gördüğüne görmedim dememek. Kulağın duymadığını duydum dememek. Kimsenin hakkına, canına, malına; dil ile, kulak ile, göz ile, el ile, ten ile, ruh ile tecavüzde bulunmamak.
6) İkrar verdiğn meydandan, pirden, rehberden, musahipten rızasız ve habersiz iş yapamamak.
7) Dövene ve sövene kul olmamak. Haksız kapısına varmamak. Zalim kapısından adalet dilenmemek.
8) Yol sırrını yol düşmanıyla konuşmamak, onunla dil sahibi ve yol sahibi olmamak.
9) Ne yalan söylemek ne de yemin etmek.
10) Mutlaka bir işin ve bir mesleğin sahibi olmak, çalışmayı ibadet saymak. Hünerle üretmek, hürmetle tüketmek.
11) Bildiğine bilmiyorum dememek. Bildiğini, öğrendiğini bildirmeyi, öğretmeyi zahmet saymamak. Bildiğinin Piri, bilmediğinin Talibi olmak.
12) Yol dışından yola karşı yönelme olursa canı başı hak yoluna koymakta tereddüt etmemek. Zalime dahi onun araçlarıyla cevap vermemek. En zor şartlarda dahi hak ve adalet yolundan ayrılmamak. Kendi dilince ve kendi yolunca bir cevabın sahibi olmak.
Gerçeğe Hü!..
Gelin özümüze sitem edelim
Hile ile hud’a ile hal olmaz
Hakkın divanına biz de gidelim
Hak katında yalan söze yer olmaz
Yine gerçeklerden açtık kapıyı
Bir pirin önünde kıldık tapıyı
Arı birlik ile yapar yapıyı
Birlik ile bitmeyende bal olmaz
Erenler gafletten kalktı uyandı
Gerçeklerin hünerine boyandı
Bu yolun içine girdi de kandı
Gaziler bu yolda hiç vebal olmaz
Ali kulu olan Hak’tan utana
Var pazarlık eyle cevher satana
Bu yolun içinde riya tutana
Sürün gitsin dört kapıda yer olmaz
Pir Sultan’ım eydür; Kalbimiz nurdur
Müminler gözlüdür münafık kördür
Erenlerin yolu kadimdir, özdür
Her tepenin başında bir yol olmaz
Haşim Kutklu, Kızılbaş Alevilikte YOL ERKÂN MEYDAN (ss.82-87)
İlk yorum yapan olun