KADIN VE KIZILBAŞLIK

1948202_1603727363193895_7732999321457679066_n

KADIN VE KIZILBAŞLIK – Remzi Aydın

Tüm kültlerde; yılan kadın yani ölümsüzlüğü bilen varlık Şah-Maran, Dersim kültünde sae-mor (elma yılanı) ya da sae-maran olarak adlandırılır.

“Bir toplumun gelişmişlik seviyesi, o toplumun, çocuklarına ve kadınlarına verdiği değer ile ölçülür.”

Medusa, kadim yapıları nazardan ve kötülüklerden koruyan sembol. Çok güzel bir kadın olan Medusa, tecavüze uğrar ve sonuçta lânetlenir, yer altına indirilir (halktan soyutlama) ve kellesi kesilerek, kanından iki damla diyar diyar gezdirilir. Saçları yılana dönüşür ve kim ona bakarsa taş kesilir. (Kadından uzak dur, lânetlenirsin.)

Havva, zihninde ya da nefsinde yılan olan kadın! Âdem’i cennetten kovduracak kadar kötü olan, lânetlenen varlık! Aklen ve dinen eksik kabul edilen yaratık! Günümüzdeki iz düşümü; recim cezası, taşlanarak ya da toplum önünde kırbaçlanarak cezalandırılan varlık. (Mal gibi kullan ama asla değer verme, lânetlenirsin! Kirletilince (tecavüz dahi olsa) öldürülerek temizlenmesi gereken leke!)

Sömüren sistem, tekliği sevmez. Önce gücü tam ortadan parçalaması gerekir, bu da cinsiyetler üzerinden yapılır. Sonrası kolay, ırklar, milliyetler, inançlar, mezhepler, ülkeler, şehirler… En küçük parçaya kadar devam eder. Hatta bilim aracılığı ile kişi kendine düşman edilir, çatışmanın en küçük hücresidir bu!

Sömürmenin önündeki en büyük engel o anlamda “anaerkil” aile yapısının ya da toplumsal iz düşümün (komünal) ortadan kaldırılması ile başlar. Sindirilen kadın; korkak, ürkek, kimliksiz, sorgulamayan, biat eden çocuk yetiştirir, artık işleri kolaydır. Bunun için en iyi araç, “sorgulanamayan Tanrı’nın” gücünü elde tutmanın yolunu bulmaktır. Allah adına konuşmak ya da eyleme geçmek… Kızılbaş bu anlamda da tehlikedir, çünkü Tanrıyı sorgular, Peygamber, cennet-cehennem-halife-kutsal kitabı; halk ve dolayısı ile insan sıfatında tekleştirir. Kızılbaşlıkta ilk felsefe, perdeyi ortadan kaldır! İle başlar. Ortodoks inançlarda ise, örtün ve perdelen ile başlar. Çünkü her örtü arasında yeni parazitlere yaşam alanı açılır. Kadını örtmenin altında yatan ilk neden budur!

İlk devrimci ve eşitlikçi hareketlerden biri Mazdeizm ya da Mazdek’dir. Yanında kadınıyla beraber, halkın eşitliği üzerine düşünülen ve geliştirilen felsefenin, yaşam alanına taşınmasıdır. Ardından Cavidan hareketi, Hürrem ve Babek. Babek başkaldırısı en uzun sürenidir, yaklaşık çeyrek asır devam eder.(840’lı yıllar) Yanında kadını ile beraber ezilen tüm halkları etrafında toplayan ve emek-sermaye çelişkisini düzeltmek için mücadele eden felsefe, kısmen başarılı olup, Abbasîlerin yıkılmasına kadar devam etmiştir. Özel mülkiyetçiliğe karşı çıkan bu felsefe, “kadının yanağından gayrı her şeyimiz ortaktır” cümlesinin başlangıcıdır.

Her başkaldırıda ortak olan özellik ise; halk ezilmekte yönetenler zevk içinde keyif sürmekte. Kazanan, üreten, emekçi olan halk (köylü) saltanat ve çevresindeki adamları beslemekte, onları koruyan askerin maaşını ve yiyeceğini karşılamaktadır. Tüm bu özverisine rağmen, horlanan ve aşağılanan tabakadır.

1239–40 Babaî başkaldırısı. Baba İlyas, halk üzerindeki vergi ve baskılardan dolayı baş kaldırır. En yakın Piri olan Baba İshak, muhteşem bir propagandacıdır. Baba İlyas yakalanıp, ölü bedeni surlardan teşhir edildiğinde, Baba İshak halk ile birlikte yola çıkar. Kadın-çocuk-genç-yaşlı ve köylülerin hayvanlarını da önüne kattığı bu kitle, her geçtiği yerde büyür ve altı bin kişilik bir grup oluşur. Malya ovasına gelmiş olan Selçuklu ordusunun başkumandanı Emir Necmeddin, yardımcıları Behramşah Candar, Gürcü Zahiruddin Şir idi. Bin kişilik, üç bin altına kiralanmış zırhlı Frank şövalyelerinin başında ise Ferdehala (Frederic) bulunuyordu. Tabi sadece altın değil, kız alış verişi de bu pazarlığın içindeydi.

Sonunda Selçuklu feodal sultanlığının bütün güçlerini seferber ettiği yaklaşık altmış bin kişilik koca ordusuyla, altı bin kişilik Babaî halk güçleri 1240 yılının Kasım ayı başlarında Malya ovasında karşı karşıya gelir. Simon de Saint Quentin’in verdiği bilgiye göre Babaî halk güçleri, iki ay içerisinde inançları uğruna hayatlarını hiçe sayarak, Selçuklu feodal kuvvetlerine karşı tam on iki meydan savaşı kazanmış bulunuyordu. Bu nedenledir ki, Selçuklu askerleri Babaî güçlerinin, inançlı ve kararlı duruşlarından ve aralarında yayılmış olan Baba Resul’un mucizelerinden de çekiniyorlardı; Babaîler´i kılıç kesmez, ok işlemez olduklarına inanmaya başlamışlardı. Onlardan on kat daha fazla olmalarına rağmen saldırıya geçmeye cesaret edemediklerini söylemektedir bütün kaynaklar.

İbn Bibi’ye göre dört bin erkek Babaî öldürüldü. Malya ovası “Kızıl börklü, siyah libaslı ve ayağı çarıklı Kızılbaşların” kanıyla kızıla kesti. Savaş meydanında sağ kalan kadınlar ve çocuklar savaş tutsakları olarak galipler tarafından paylaşılarak satıldı.

Savaş sonrası beş yıl boyunca kovuşturmalar sürdü, zindanlar Babaîler´le dolduruldu. Ayna Dövle gibi Pirler yakalanıp da Babaîliğini inkâr etmediği için derileri tulum halinde çıkarılarak, içine saman basıldı. Bu dönem içerisinde Bacıyan-ı Rum (Pir-e) (Anadolu Bacıları) örgütünün yardım ve düzenlemeleriyle gizlenerek sağ kalmış olan Baba İlyas halifeleri, Suluca Karahöyük’te Hace Bektaş Veli’nin çevresinde toplandılar. Hace Bektaş-ı Veli felsefesinin gelişmesinde bu Ana Bacılar’ın büyük katkısı vardır. (Aynı özelliği, Seyyid İmadeddin Nesimi’nin eşi Fazlullahın kızı Ana Fatma’da da görmekteyiz.)

En büyük çatışma, Ortodoks inançlarda “mutlak güç Allah’dır”. Bu gücü kullanma yetkisi, onun gölgesi olan Peygambere ya da halifeye-sultan’a geçmektedir. Onların dışındaki insanlar, tebaa, kul, ümmettir ve biat etmek zorundadır. Halife, Allah adına konuşandır. Kızılbaşlıkta ise “halk mutlak güçtür” çünkü Hakk’ın gölgesidir. O nedenle tüm erk, halkın elinde olmalıdır ve yetmiş iki millet aynı nazardadır. Eşit olan halk, ürettiğini de eşit emek ile eşit şekilde paylaşmalıdır. Mülkiyetçilik o anlamda huzur bozan bir sistemdir, mülk ortaklığı huzuru sağlar. Asker, polis ve savaşçılar halkı, halktan koruma ihtiyacı olmayacağı için anlamsız ve gereksizdir, çünkü silahlı güç, halkın vergisiyle ezen kesimi yine halktan koruyan bir yapıdır.

Bu arada Babek ile ilgili iki anekdot aktarayım. Oğlu esir edilince babası Babek’e mektup gönderir, teslim olmasını ister. Babek oğlu için şöyle der: “O benim oğlum değil. Kırk yıllık esir hayatı yaşamakdansa, bir gün özgür yaşamayı yeğlemeliydi.“ Diğeri de; işkence edilirken, yüzündeki acı gözükmesin diye, kolundan akan kanları sık sık yüzüne sürmesi ve bu acının düşman tarafından görünmesini istememe gayreti. Aynı özelliği birçok Kızılbaş Yol Önderinde görürüz. Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimi, Pir Sultan, Bedrettin, Seyit Rıza, son dönemin devrimci önderleri.

Bu dönemde en etkili mücadeleyi kadınlar yani baciyanlar verir. Baciyanlar, saçlarını kestirip, ayakları çıplak, bir hırka ve bir bağlama ile köy köy gezer, propaganda yaparlar, gezgin Ana’dırlar ya da Pir´dirler (PİR-İK-E). Bu kadınlar için şöyle fetva verilir; Tanrıyla aralarındaki bağ olan saçlarını kesen bu kadınlar… Bunlardan biri Seyyid Nureddin’in kızı Fatma Bacı yani Ana Fatma’dır. Babaî hareketinden sağ kalan birçok yol eri, bacıyanlar tarafından saklanır ve beslenilir.

Daha da derinlemesine bakılırsa, “Işık İnsanı” olarak nitelendirilen tüm felsefelerde, kadın ön planda, en azından erkekle eşit koşuldadır. Mücadelede erkekle aynı fedakârlığı ve cesur direnişi göstermiştir. Bu felsefenin son kalesi; bana göre Dersim’dir. Bunun sebebi, coğrafi ve zorunlu koşullardır. Başka halklar ile ilişkisi kısıtlı, kendi dili ve felsefesi dışında bilgiden mahrum. Kız alış verişleri bile son yarım yüzyıl hariç aynı aşiret içinde olmuş, Ocak mensubu olan kızlar aşiret mensupları ile evlenememiş, kısacası Ana’lar-Pire-Pirike’ler, Pir soyu ile evlenerek kendi özelliklerini korumuş, bir sonraki çocuğa yol öğretisini aynen aktarmıştır. Bu da dil ve felsefe asimilasyonunu engellemiştir.

O nedenledir ki; Dersim´de her yüksek dağ bir evliyanın ikametgâhıdır. Fakat bu ikamet erenlerinin hatırı sayılır kısmı bayandır. Eşitlik hâlâ devam etmektedir. “Dede (PİR) ne ise Ana da(PİRE)” odur ve aynı saygıyla karşılanır. Kızılbaş kadınının özgür ve asi yapısı biraz da geçmişten aldıkları mirastır.

Gelelim Dersim’de yılana. Her Dersimli en azından birkaç tane Eren ve Yılan eşliğinde rivayet dinlemiştir. Yılan Dersim’de tariktir (yol). Yılan aynı zamanda Wayire çe (ev sahibidir) iyi ve kötüyü ayırt edendir. Dersim’de rüyada görülen yılan düşman olarak yorumlanmaz, ilahi bilgi ya da dost olarak tanımlanır. Derinlerdeki hazinenin bekçisidir, bu anlamda Dersimli için Yılan içimizdeki nefistir. Nefs bizim en acımasız öğretmenimizdir ve bizi aydınlığa çıkaracak olandır. Bizim aynamız ve bizi bize tanıtan tarafımız, derindeki bilgiye ulaşmak için yol gösteren kılavuzdur. O nedenle birçok Pirlerimiz yılanları ile beraber anılır ve yılanlar o anlamda “asa”dır.

Tüm kültlerde; yılan kadın yani ölümsüzlüğü bilen varlık Şah-Maran, Dersim kültünde sae-mor (elma yılanı) ya da sae-maran olarak adlandırılır. Neden elma, konusu oldukça uzun, o nedenle burada bu konuya hiç girmeyeceğim.

Yüz yıllardan bu yana kaç milyon kadın öldürüldü bilemiyorum. Halen cemlerimizde kadın ve erkek diz-dize, yüz-yüze, yan-yana semaha durur. Çünkü bu cemde, cinsiyet, dil, ırk, milliyet yoktur, aslolan şey yoldaki can(ruh)dır. Ve o ruh, Tanrı’dan alınmış ışıktır ve tanrısal özelliklerle donatılmıştır dolayısı ile insan o anlamda tanrıdır. (Yansıması) Binlerce yıllık kadın-erkek eşitliğine dayalı bu kültür ne yazık ki yağmalandı ve yağmalanmasında en büyük sorumluluk yine Kızılbaş kadınının. Umarım, kendini tanır ve en kısa sürede eski misyonuna kavuşur.

İçindeki fırtınadan habersiz olanlar, kokmuş nefes önünde savrulur. Suçlu; kokan nefesin sahibi değil, savrulup, kendinden habersiz olandır

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.