Aleviliğin hangi tarihten başladığı konusunda kesin bir düşünce yoktur. Kuşkusuz İslamiyet’in bir çıkış tarihi vardır. Gelişme, büyüme tarihi vardır. Alevilik de İslamiyet’ten etkilenen bir inançtır. Ancak Alevilik
Alevilikle ilgili birçok farklı değerlendirme söz konusudur. Bu değerlendirmeler esas olarak Alevilerin tarihten bugüne inanç boyutunun nasıl oluştuğu ve nas…ıl sürdürüldüğü çerçevesindedir. Yine Aleviliğin nasıl tanımlanacağı da önemli bir tartışma konusudur. Özellikle de “Aleviler İslam içi midir, İslam dışı mıdır?” Tartışmaları bugün bilinçli bir biçimde öne çıkarılmaktadır. Kuşkusuz bütün dinler, inançlar, düşünceler konusunda farklı düşünceler ileri sürenler olabilir. Ancak yine de bir inancın belirli düzeyde ne olduğunun ortaya konulması önemlidir.
Alevilik açısından bir değerlendirme yapılacaksa bunun tarihsel temellere dayandırılması gerekir. Kuşkusuz inançların değerlendirilmesini yaparken çok dikkatli olmak gerekmektedir. Eğer inançlar bir toplumsal işlev görecekse, bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanmışsa o zaman toplumsal ihtiyacı karşılayan karakterinin iyi ortaya konulması gerekir. Özellikle tek tanrılı dinler açısından geçmişten bugüne kalıplaştıran yaklaşımlar olmuştur; çok dogmatik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu da ilk başta toplumsal işlev bakımdan olumlu rol oynayan bu inançların, bu dinlerin daha sonra tutuculaştırılarak, belirli kalıplar içine sokulmasına yol açmış; toplumların gelişimini, değişimini, sosyal ve kültürel olarak zenginleşmesini, derinleşmesini engelleyen karaktere büründürülmüşlerdir. Bu iki biçimde yapılmıştır. Birincisi; düşüncelerin, “Tanrının emri budur, peygamberin söylediği budur” denilip ilk çıkışındaki toplumsal ihtiyacı gözetme karakteri bir tarafa bırakılmış, düşüncenin ve sosyal yaşamın dinamizmini içermeyen değerlendirmeler ve yorumlarla toplum açısından olumlu işlevler görmesinin önüne geçilmiştir.
Tüm dinler taşıdığı değerler itibariyle kendilerinden önceki süreçte insanlığın ortaya çıkardığı ahlaki ve kültürel değerleri içermektedirler. Bu yönüyle formu, ifade ediliş tarzı nasıl olursa olsun dinlerin objektif olarak çok güçlü bir toplumsal karakteri bulunmaktadır. Ama kalıpçı, dogmatik yaklaşımlarla giderek özünden uzaklaştırıldığı ve toplumun gelişmesi önünde frenleyici bir hale getirildiği ve gelişme dinamiklerini olumsuz etkilediği söylenebilir. Kültürel karakterleri olumlu değerler taşımaya devam etse de belirli odaklar, özellikle iktidar güçleri açısından kendi çıkarları için kullanır hale getirilmiştir. Bu açıdan Aleviliği değerlendirirken diğer dinlerde ortaya çıkan bu tür yanlış yaklaşımlardan kaçınmak gerekir.
Aleviliğin hangi tarihten başladığı konusunda kesin bir düşünce yoktur. Kuşkusuz İslamiyet’in bir çıkış tarihi vardır. Gelişme, büyüme tarihi vardır. Alevilik de İslamiyet’ten etkilenen bir inançtır. Ancak Alevilik değerlendirmesi yapanların sonuçta birleştikleri bir nokta vardır; Alevilik İslamiyet’ten çok farklı öğeler taşımakta, çok değişik özellikler göstermektedir. Yine Aleviler kendilerini İslam diniyle özdeş tutmamaktadır. Aleviliği İslam’ın mezhebi görenler bile böyle bir özdeşlik olduğunu iddia etmemektedirler. Aleviliğin Zerdüştlükten geldiğini söyleyenler de vardır, Şamanizm’den geldiğini de söyleyenler bulunmaktadır, İslamiyet öncesi başka inançlardan etkilendiği de iddialar arasındadır. İslamiyet’ten şöyle ya da böyle değerler taşıdığı da bilinmektedir. Bu yönlü tartışmalar arasında Aleviliği ilk inanç biçimlerine kadar dayandıran çevreler de bulunmaktadır.
Bu konuya ilişkin şunu söyleyebiliriz; Aleviliği kesin bir biçimde şu inançtan gelmiştir, şu dinden gelmiştir, şu kültürden gelmiştir, şunun devamıdır gibi kalıba sokan yaklaşımlar doğru değildir. Tek tanrılı dinler her ne kadar kendilerini Musa’yla, İsa’yla, Muhammed’le başlatsalar ya da bir başlangıç tarihi verseler de aslında herkes de bilmektedir ki, -doğrusu da budur- bu inançlar da kendilerinden önceki inançlardan etkilenmişlerdir. Çeşitli inançlardan, düşüncelerden, kültürlerden etkilenen insanların, toplumların bir aşamasında bu dinler ortaya çıkmıştır, neşet etmiştir. Kimi şuna bağlar, kimi buna bağlar, şöyle değerlendirir, böyle değerlendirir. Ama ortaya çıktıkları noktadan önceki inançlardan, kültürlerden çok şey aldıkları kesindir. Bu inancı ortaya atanların da bir kültürleri vardır, bir inançları vardır, bir tecrübe ve birikimleri vardır. Mutlaka onlardan etkilenmişlerdir. Hele İslamiyet gibi akla önem veren -İslamiyet’in felsefesinde akla yer verilmiştir- aklın belli düzeyde yer ettiği bir dini ortaya çıkaran aklın da, bu dinin oluşumuna, gelişimine etki edeceği kesindir. Tek tanrılı dinler için bunları söyleyebildiğimize göre, Aleviliği de tek tanrılı dinler gibi bir tarihten itibaren başlatamayız. O zaman belirli bir kalıba sokmadan, ucu açık biçimde, esnek biçimde birçok inançtan beslendiğini söylemek gerekir. Özellikle Alevilik için bunu söylemek Aleviliğin tarihine ve yeşerdiği Ortadoğu kültürüne en uygun yaklaşım olacaktır.
Alevilik için yapılacak ilk tespit, devlet dışı kalmış bir toplumsal inanç sistemi olduğudur.
Aleviliğin İslamiyet’ten farklılıkları, yine kendi kültürel-sosyal yaşamındaki özellikleri incelendiğinde birçok farklı kültürden, kaynaktan beslendiği görülebilir. Bütün dinler ve inançlar araştırılsa, tek tanrılı dinler, bölgedeki Zerdüştlük, Şamanizm ve Manicilik araştırılsa mutlaka Aleviliğin değerlerinin önemli bir kısmını bu inançlardan aldığı görülecektir. Kuşkusuz insanlığın toplumsallaşmasından sonraki ilk inanç biçimlerinden de birçok şey aldığı görülecektir. Bu çok geniş bir araştırma konusudur. Ama bizim açımızdan ortaya konulması gereken husus günümüzde Aleviliğin düşünsel, duygusal, kültürel boyutları ve dünyaya dönük bakış açısıyla komünal demokratik değerler taşımasıdır. Toplumsallığın ve toplumsallığın sürmesini sağlayan demokratik değerlerin ilk çıktığı coğrafya Ortadoğu olduğuna göre, Aleviliğin bu değerleri taşıması kadar doğal bir şey olamaz. Yine doğaya değer verdiği görülür. Kadına gösterilen yaklaşım belirli yönleriyle özgürlükçü ve demokratik bir karakter taşımaktadır. Temel karakterinin insanlığın sömürü ve baskıyla tanışmadığı, devletle tanışmayan, devlet öncesi topluluklar ya da devletler ortaya çıksa da devlete bulaşmayan toplulukların karakteri olduğu görülür. Bu açıdan Alevilik için yapılacak ilk tespit devlete çok bulaşmamış, devlet dışı kalmış bir toplumsal inanç sistemi olduğudur. Kendi işlerini kendisi gören, sosyal yaşamını, kültürel yaşamını kendi içindeki kurumlarla, örgütlenmelerle yürüten bir inanç sistemidir. Sorun çıktığı zaman sorunlarını devletin mahkemesine ya da devletin kurumlarına götürerek değil; kendi kurumlarıyla çözen bir kültürü vardır. Bir kere bunun çok iyi tespit edilmesi gerekir. İlk temel doğrultuyu böyle tespit edersek aslında Alevilik nasıl bir inançtır? Nereden beslenmiştir? Bugün nasıl tanımlanmalıdır? konularında da daha doğru bir yaklaşım ortaya koymak mümkün olacaktır.
Ortadoğu insanlığın ilk kültürünün oluştuğu, ilk inancının şekillendiği coğrafyadır,
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: inançlar ve kültürler tümden bir kalıba sığdırılamaz. Mutlaka belirli bir dinamizmi kendi içlerinde yaşarlar. Aynı zamanda kendilerini korumaya da eğilimlidirler. Kolay kolay değişmezler. Ama bu tarih içinde kültürlerin, inançların hiç değişmediği, hiç etkilenmediği, kendine yeni değerler katmadığı anlamına gelmez. Hem kendilerini korurlar hem de süreç içinde kendilerine yeni değerler katarlar. Tarihsel toplum açısından kültürler birbirlerini sürekli etkilemiştir. İnançlar sürekli birbirlerini etkilemiştir. İnsanlığın gelişmesi zaten bunu ifade etmektedir. Gelişme demek, kültürlerin, inançların ve düşüncelerin birbirlerinden etkilenmesi demektir. Yani bir topluluğun, bir inancın kendisine çit örmesi söz konusu değildir. Geçmişte devlet sınırları bugünkü ulus-devlet sınırları gibi değildi. İmparatorluklar vardı, ama kültürler birbirleriyle yoğun bir alışveriş içindeydi. İnançlar mutlaka başka inançlarla karşılaşmaktaydı. Aslında ulus-devlet sürecinde ya da Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi sistemlerin birbirlerinden duvarlarla ya da sınır çizgileriyle ayrılması durumu arızi bir vakadır. Tarihsel toplum düşünüldüğünde esas olan, geçerli olan böyle duvarlar ya da çitler değildir; “Demir Perde” kurmak değildir, toplumları birbirinden yalıtmak değildir. Esas eğilim kültürlerin birbirinden alıp vermesidir. Bu ticaretle olur, bu savaşla olur, bu sosyal hareketlilikle olur ama kültür ve inançlar mutlaka birbirlerinden etkilenmeye açık bir şekilde temas ve ilişki halindedirler. Bu yönüyle saf, şuradan gelmiş, arı kalmış, kendini korumuş, ilk çıkışındaki haliyle kalmış bir inançtan, bir düşünceden, bir kültürden söz etmek mümkün değildir.
Etnik kültürlerin de ilk çıkışından bugüne aynı kaldığı söylemi doğru değildir. İster Araplardan söz edelim, ister Farslardan, ister Kürtlerden, ister Türklerden. Etnik kültürel değerler için de “Dün şöyleydi bugün de aynıdır, tümden kendilerini koruyarak gelmişlerdir” denilemez. Onlar da sürekli hem kendi içindeki sosyal değişim nedeniyle, hem de dış kültürlerle, farklı etnisitelerle tanışarak yeni değerler ve özellikler kazanmışlardır. Bu toplumsal diyalektiğin genel kanunudur. Toplumların diyalektiği böyle işler, böyle gelişir. Böyle bir tarihsel perspektif temelinde yaklaşmak gerekir.
Alevilik tarih içinde, toplumsallık temelinde ortaya çıkmış bir inanç biçimdir.
Alevilik bir Ortadoğu inancıdır. “Ortadoğu inancı” demek aslında çok köklü kültürel değerlere sahip olmak demektir. Çok farklı inançlardan, düşüncelerden etkilenmek demektir. Zira insanlığın ilk kültürünün oluştuğu, ilk inancının şekillendiği coğrafyadır, ilk dinlerin çıktığı coğrafyadır. Sadece tek tanrılı dinler anlamında söylemiyoruz, ama tek tanrılı dinler de buradan çıkmıştır. Zerdüştlüğün en fazla bu coğrafyanın inancını, kültürünü ve yaşamını etkilediği kesindir. Ortadoğu, toplumsallığın ilk yaratıldığı, ilk inançların boy verdiği coğrafyadır. Bugün Alevilerin yaşadığı esas coğrafya yukarı Mezopotamya ve Anadolu’ysa, Aleviliğin tarihsel köklerine ve inançlarına en yakın olan Yarsanlar da (El hakçılar) İran’da yaşıyorsa bu Aleviliğin çok köklü tarihsel temellere dayandığını gösterir.
Aleviliği, devlete bulaşmamış, dolayısıyla komünal demokratik değerler taşıyan, kendi içinde baskı ve sömürüye yer vermemiş, toplumsallığı olan ve kendi içindeki sorunları bir baskıcı güce dayanarak değil; demokratik temelde kendisi çözen bir toplumsal kültür olarak tanımlamak, dünü doğru anlamak, bugünü de anlamlandırmak için gereklidir. Bu yönüyle şu tespit yerindedir: Alevilik tarih içinde, toplumsallık temelinde ortaya çıkmış bir inanç biçimdir.
Devlet dışı topluluklarda inançların nasıl oluştuğu biliniyor. İlk inanç biçimleri esas olarak doğal güçlere tapınma şeklinde gelişim göstermiştir. Buna animizm, totemizm tanımlamalarıyla açıklık getiriliyor. Ortadoğu’daki bütün insanlar böylesi inanç biçimlerine bağlanmışlardır. Ama daha sonra farklı inançlardan da etkilenmişlerdir. İnanç bir ihtiyaçtır. Maneviyattan kopuk bir insan düşünülemez. O bakımdan o dönemdeki bütün inançlarda, maneviyatta bir metafizik vardır. Maddiyat ötesi bazı değerlere inanma vardır. Bunu değişik semboller ve ritüellerle ifade etmişlerdir ama mutlaka bir inanç sahibi olmuşlardır
İlk büyük inançların Ortadoğu’da doğal kabile inançları biçiminde kendini gösterdiğini biliyoruz. Putçuluk da denen totemlere inanma önemli bir süre hâkim olmuştur. Putçuluk deyip geçmemek gerekir. Toplumlar için çok önemli, manevi ve toplumsal işlevler görmüşlerdir. Sorun putla-totemle sembolize edilen hayvan, bitki ya da mekân değildir. Burada sembolize edilen ortak toplumsal ruh, bireylere manevi güç kazandıran olgulardır.
Ortadoğu’da ilk büyük inanç devrimi Zerdüştlüktür.
İradeye ilk defa rol veren bu inancın devrimci karakteri biliniyor. Yahudilik de ilk büyük dindir. Yahudilikle Zerdüştlük tarihsel olarak birbirine çok uzak olmayan süreçlerde ortaya çıkmışlardır. Hz. İbrahim’in çıkışı daha eskidir. Tek tanrılı dinden ya da Hz. Musa’dan önce Hz. İbrahim’in inanç yaklaşımı vardır. Hz.İbrahim’le birlikte hemen tek tanrılı bir dinden, Yahudilikten söz etmek mümkün değildir. Ortadoğu’da yukarı Mezopotamya’nın güneyinde Semitik toplumlar yaşamaktadır. Hz.İbrahim’in çıkışı Ortadoğu’da toplumları etkilemiştir. Özellikle İsrail oğullarını etkilediğinden söz etmek gerekir. Zerdüştlük de MÖ. 1000’ler, hatta daha öncesine dayandırılmaktadır. Hz.Musa’nın çıkışı da 1200’ler olduğuna göre hangisi önce, hangisi sonra tam olarak değerlendirilemez. Hz.Musa’nın çıkışı tarih olarak daha nettir, ama Zerdüştlük için kesin bir tarih verilememektedir. Ama Zerdüştlüğün Ortadoğu’yu çok köklü etkilediği açıktır. Tek tanrılı bir din değildir, ama tek tanrılı dine geçiş süreci olarak değerlendirilebilir. İyilik ve kötülük ikilemi üzerinde şekillenmiştir. İlk defa insana rol veriliyor. İnsanın eyleminin de önemli olduğunu, etkili olduğunu söyleyen bir irade devrimidir, inanç devrimidir. Bu yönüyle Zerdüştlüğün toplumsal gelişmede insana verdiği rolle sosyal, kültürel yaşamın bütün alanlarında etkili olduğu açıktır.
Zerdüştlük Ortadoğu’da geniş bir alana yayılmıştır. Daha sonra devletle tanışıp devletle iç içe geçince dinamizmi, daha yaygın hale gelmesi durmuştur. Zerdüştlüğün doğal dinlerden kopmaması, eski inançları tümden kaldırıp atmaması, hatta içindeki o demokratik komünal değerleri, doğaya ve kadına değer veren, hayvana değer veren özellikleri itibarıyla bütünlüklü ve sistematik olması, diğer tüm inançlar üzerinde önemli oranda etkili olmuştur. İnsanların en temel faaliyeti olan tarım ve çobanlık üzerinde özellikle durması daha işlevsel hale gelip toplumlar tarafından benimsenmesine vesile olmuştur. Böyle sistematik bir inanç olunca birçok inancı içine almıştır. Kendisi böyle bir inanç sistemi olduğu için çevresindeki bütün komünal ve demokratik özü olan, devlet dışı kalmış bütün inançları etkilemiştir. Devlet dışı toplumların inançlarını, tek tanrılı olmayan, doğaya güç atfeden inançları etkilediği açıktır.
Aleviliğin de çıkışından bugüne bir kalıpta gelmiş, hiç değişmemiş, hiç etkilenmemiş bir inanç olduğunu söylemek doğru değildir. Dolayısıyla Alevilik inancının birçok etkileşim yaşayarak ve sentez haline gelerek bugünlere ulaştığını kabul etmek gerekir. Bu anlamda Zerdüştlükten çok fazla etkilendiğini söyleyebiliriz. Zerdüştlüğün çeşitli değişimler ve dönüşümler geçirerek kendisini günümüze taşırdığı, bir biçimiyle Alevilik içinde de varlığını sürdürdüğünü –Êzidilerdeki kadar olmasa da- söyleyenler bulunmaktadır ve bu hiç de yabana atılacak bir değerlendirme değildir. Önemli bir gerçeklik payı taşımaktadır. Yahudilikten de mutlaka etkilenmiştir. Yahudilik bir din olarak, bir inanç olarak birçok şeyi etkilemiştir. Hıristiyanlığa temel olmuştur. İslamiyet Yahudilikten çok şey almıştır. Tevrat’tan almıştır, Hz.İbrahim’in söylemlerinden almıştır, Hz.Musa’dan almıştır. Alevilik de Yahudilik ve Hıristiyanlıktan etkilenmiştir; aldığı şeyler mutlakla olmuştur. Ortadoğu’da tarih sahnesine çıkıp gelişen “Hıristiyanlıktan Alevilik hiçbir şey almamış” demek doğru değildir. Hak-Muhammed-Ali üçlemesi bir yönüyle Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesinin bir versiyonu gibidir. Hıristiyanlık bütün yoksullar üzerinde çok etkili olmuştur. Bir nevi yoksullar dini olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu yönüyle dağlarda da olsa, kırlarda da olsa yoksulları etkilemiştir. Hak-adalet isteyen, eşitlik ve sevgi diyen birçok inancı ve toplumu etkileyen bir inanç sisteminin Aleviliğin o dönemdeki inanç değerlerini hiç etkilemediğini söylemek doğru olmaz.
Bizim açımızdan esas olan, böyle bir inanç sistemi var. Bu inanç sisteminin Zerdüştlükten çok etkilendiğini söyleyebiliriz. Ya bizzat Zerdüştlüğün ya da Zerdüştlükten çok etkilenmiş bir inanç sisteminin İslamiyet’le tanışmasından sonra farklı bir biçim alması biçiminde de ele alabiliriz. Ama yine de çok katı bir yaklaşım ortaya koymadan şöyle değerlendirmek en doğrusudur: Alevi inancına sahip olanlar, İslamiyet’ten önce de bir inanca sahiptiler, bir inançları vardı. Ama bu inançları devlete bulaşmamış, sömürüye bulaşmamış, bir devlet dışı toplum olarak komünal demokratik değerleri olan, doğaya değer veren, kadına yaklaşımda demokratik ve eşitlikçi değerler içeren, toplumsallığa kutsallık düzeyinde değer atfeden bir inançtı. Ortadoğu’da devlete bulaşmamış bu yönlü birçok inanç topluluğu olmuştur. Geçmiş dönemin devletleri her tarafa hakim olmamışlardır. Esas olarak şehirlere hakim olmuşlardır. Zaman zaman kırlara seferler yapılmışlar, sonra şehirlere geri çekilmişlerdir. Bu siyasi, sosyal ortamda birçok inanç hakim dinler dışında kalarak ve devletten uzak durarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Aleviler İslamiyet’le tanışınca tabii ki bir tepki vermişlerdir. İslamiyet’le birlikte konumlarının birçok bakımdan değiştiğini söylemek gerekir. İslamiyet çok önemli bir atak yapıyor ve bütün Ortadoğu’ya hâkim olmak istiyor. Şimdi burada iki yön var: birincisi, İslamiyet çıkışında haksızlıklara karşı çıkan, hak, adalet ve eşitlikten söz eden bir inançtır. Zaten toplumsal sorunların ağırlaştığı, toplumsal krizlerin süreklileştiği, birçok sorununun insanları bunalttığı yerlerde sık sık peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bu ağır sorunlar ortamında doğru yol göstermek isteyen insanlar çıkmış kendi düşüncelerine, felsefelerine taraftar toplamaya çalışmışlardır. Hz. Muhammed’den önce de Arabistan’da birçok inanç önderinin peygambersel çıkışı vardır. Çünkü Arabistan toplumu yaşadığı sosyal ve kültürel bunalım içinde yol göstericilere ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla Muhammed ortaya çıktığında zaten toplumsal sorunları çözmeye seslenmiştir. Kuşkusuz ilk önce inancını oturtmak için daha çok ideolojik bir duruş, yani inanç duruşunu, inancın temellerini, ilkelerini ortaya koymuştur. Buna ilk ideolojik mücadele dönemi de denilebilir. Bu nedenle Kuran’ın ilk sureleri esas olarak da diğer inançların yanlışlığı üzerine kuruludur. Özellikle de Yahudileri eleştirme, Yahudilerin doğru inanç olmadığı, kötü inanç olduğu, sapkın inanç olduğu üzerine ayetler vardır. Kuran’ın ilk ayetleri bu çerçevededir. Toplumsal ve siyasal sorunları daha fazla ifade eden ayetler sonradan gelmektedir.
Toplumsal sorunların ağırlaştığı ve kriz haline geldiği Ortadoğu gerçeğinde İslamiyet kısa sürede büyük bir benimsenme yaşamıştır. Kuşkusuz İslamiyet diğer dinlere göre daha ideolojik, daha örgütlü, daha politik olarak tarih sahnesine çıkmış ve bunun mücadele araçlarını daha sistemli geliştirmiştir. Bu yönüyle silahlı örgütlenme içine de girmiştir. Zaten Medine’ye gittikten sonra Mekke’yle savaşlar yaşaması kendisini geliştirmek için, korunmak için silaha ihtiyaç duyduğunu gösterir. Ama İslamiyet sadece silahla kazandı ve yayıldı demek doğru değildir. Eğer toplumun ihtiyaçlarına cevap olmasaydı, bu çerçevede toplumun benimsediği bir inanç olmasaydı, toplum ona sahiplenmeseydi, etrafına insanlar da toplayamaz, bir askeri örgütlenme de yaratamazdı. Bu açıdan kesinlikle toplumsal sorunlara cevap olmak isteyen ve toplumsal sorunları çözen bir din olarak tarih sahnesine çıktığı açıktır. Hak, adalet, barış diyen, toplumsal sorunların çözülmesini isteyen çağrıları ve bu yönlü çabaları bütün toplumları etkilemiştir. Tabii başta Arabistan’daki Arap halkını etkilemiştir. Giderek bu etkisini çevreye de yaymıştır.
Bu noktada iki yönlü etkisi olduğu açıktır. Ortadoğu’da hızla gelişmiş, yayılmış ve kısa sürede diğer alanlara yönelmiştir. Bir yönüyle inanç olarak diğer toplumları ve inançları mutlaka etkilemiştir. İkincisiyse hızlı bir biçimde büyüyen bir dindir. Bu da zamanla iktidarlar iç içe geçmesine yol açıyor. Burada ikili karakter ortaya çıkmıştır. Alevi inancı İslamiyet’le tanışınca İslamiyet’in tümünü almıyor, ama hak, adalet, eşitlik gibi değerlerini sahipleniyor. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’ı, yani Hz. Muhammed’in damadını, amcası oğlunu ve Ehlibeyti sahipleniyorlar. Böylece Hz. Muhammed’e de sahiplenmiş oluyorlar. Aleviliğe Hz. Ali ve Ehlibeyt böyle yansıyor. Aleviler böyle ele alıyorlar. İslamiyet’le karşılaşınca inançları bu yeni değerler temelinde yeni bir niteliğe kavuşuyor.
MUSTAFA KARASU Devamını Gör
İlk yorum yapan olun