Bâtınîlik, önce sözlük anlamı:
Doğada ve insanda iki yan vardır:
Görünen: Zahirî…
Görünmeyen: Bâtınî her şeyin ilk hâli ile görünmeyen, bilinmeyen, gizli yanı.
Bâtınî düşünce, insanın yaşama biçimine uymayan dinlerle, kitaplarla, insan davranışları ile ve insan doğasına zıt olanlarla ilgilenmiş, mevcut olan zıtlıkları ortaya çıkarmış.
“Bâtınî görüş”, önce Sümerlerde Gılgamış Destanı’nda, sonra da M.Ö. 6. yüzyıl dolaylarında Zerdüşt düşüncesi ile “karanlık-aydınlık”, “iyilik-kötülük”, “doğru-yanlış” biçiminde belirmiştir.
Sözgelimi Homeros’un şiirleri Bâtınî yöntemiyle açıklanmıştır. Keza, Tevrat, İncil, sonraları da Kur’an, Bâtınî merceğinden geçirilmiştir.
Böylece İslâm’ın, kurulduğu günden beri Bâtınîliği ( Anadolu Alevîliğini) düşman bilmesinin nedeni ortaya çıkıyor…
Bâtınî görüşe göre:
1. Evren yaratılmamıştır, kendiliğinden vardır ve ne başı vardır ne de sonu.
2. Ahret yoktur.
3. Yeniden dirilme, yargı günü yoktur.
4. Cennet, insanın dünyayı gönlünce yaşamasıdır.
5. Cehennem, insanın dünyada çektiği acıların toplamıdır.
6. Akıl, insanı insan eden temel koşuldur.
7. İnsan, sadece gücü ve emeği ile erdemli olur.
8. Bütün insanlar kardeştir.
9. Doğa düzeninde haram yoktur.
10. Yeryüzündeki bütün sınırlar yersizdir. Doğada sınır yoktur.
11. Her şeyin en önemlisi İNSAN’dır.
12. Kısacası özgürlük, eşitlik, ortaklaşacılık, adâlet, kardeşlik, kadın-erkek eşitliği, mülkiyetin reddi, Bâtınî düşüncenin kaynaklarıdır.
13. Bâtınîlik, Doğu’nun ilk sosyalizmidir.
14. İnsanda tanrısal bir güç vardır.
15. Bâtınîlikten Platon, Aristo, Sokrat, Kant, Dekart, sonra da Engels etkilenmiştir.
16. “Doğa’nın diyalektiği” böyle doğdu.
*
Anadolu’da oluşan “Anadolu Alevîliği” Bâtınî kökenlidir.
Ne yazık ki, İran’da oluşan bu düşünce biçimi birtakım tarihî nedenlerle İslâm Şiîliği giysisi içinde görünmeğe başlamıştır.
Yine en üzücü yanı, kimi İslâm ve Alevî yazarları, Anadolu Alevîliği’ni bilmemekte yada bilmezlikten gelmektedir. Bu bilmezlik, Alevî’yim diyen halkta da görülmektedir.
Bir daha yineleyelim: “Alevî” sözcüğünün ilk söylenişi İran’da, “Ali yanlısı, taraftarı” (Şia, Şiî) anlamında idi. Anadolu’da ise “Alevî” sözcüğü, Bâtınîliği kast ederek “Kızılbaş” denildi Anadolu Bâtınîlerine. Bu isim de tam anlamı ile Bâtınî düşüncesini karşılamıyordu: Özünde Şiî olan Şah İsmail’in kızıl serpuş giymesi ve taraftarlarının da tümünün Bâtınî sanılmasındandı. Öyle anlaşılıyor ki o zaman da Bâtınîlik ile Şiîlik aynı açıdan değerlendiriliyordu. İslâm zorbalığına Bâtınîlerle birlikte Şiîler de farklı amaçla karşı duruyordu. Bir de bu nedenle iki ayrı bakış karıştırılıyordu.
Bâtınîlik, Anadolu’da önce Kızılbaş, sonra 18. yy’dan itibaren Anadolu Alevîliği adı ile söylenir oldu.
İslâm yönetimleri Sasanîler, Emevîler, Abbasîler, İran Selçukluları, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar, Cumhuriyet, Anadolu Alevîliğini “düşman” bilmiştir. Bu durumu yaşayan, gören, binlerce yakınının öldürülmesine tanık olan Bâtınîler, Anadolu Alevîleri, ölümden kurtulmak için “Biz Şiî’yiz.” demişlerdir bir de. Çünkü Şiîler öldürülmüyordu.
Tarihte ilk takiyyeyi Bâtınîler (Anadolu Alevîleri) yapmıştır.
Ne var ki “takiyye” bir urbaya dönüşmüştür, üstünden çıkarana aşk olsun!
Bugün “Şiîlik”, bir de “Caferîlik” adı ile yaşatılmaktadır. Yegâne teması: İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da öldürülmesi nedeni ile mâtem tutulmasıdır. Bu yasın hiçbir felsefî yanı yoktur. Oysa Anadolu Alevîliği’nin iki bin beş yüz yıllık felsefesi, bugünlerde hâlâ ışık tutmaktadır.
Bugün Anadolu Alevîliği’nde değişik bölgelerde biçimsel farklılıklar varsa da gelenek, görenek, felsefe aynıdır:
* Kadın, Cemevi’nde, oyunda, müzikte, düğünde, bayramda, tarlada, hayatın her alanında, erkekle birlikte ve eşit durumdadır.
* Camiye gitmezler “Abdestimiz alınmış, namazımız kılınmış” derler.
* İnsan olmak yeter Renk, ırk, yerli-yabancı, inanç farklılığı fark etmez. Onun için insan, insandır.
* İlerlemeğe, gelişmeğe, modernleşmeğe açıktırlar.
* Ama aşağılanmağa horlanmağa, kıyıma gelmezler. Çünkü aşağılayanları, horlayanları, kıymak isteyenleri bin yıldır tanırlar, onlara acırlar “ne yapalım” derler, “bunlar böyle işte!”
* Ozanları severler, onlara benzemek isterler onlara yol gösteren de sadece onlardır aslında…
Aşağıya aldığımız dörtlükler hepsinin ezberindedir.
Yunus’tan:
“Evvel benem âhir benem
Can alacak olan benem
Azıp yoldan kalmışlara
Hızır benem eren benem.
Bir niceye verdi beni
Devlet ile sürdü beni
Yanan demir kızan kömür
Örse çekiç vuran benem…”
*
Harabî’den:
“Daha Allah ile cihan yoğ iken
Biz ânı var edip ilân eyledik
Hakk’a hiçbir lâyık mekân yoğ iken
Hânemize aldık mihmân eyledik…”
*
Hatayî’den:
“Şu dünyanın ötesinde
Vardım diyen yalan söyler
Baştan başa sefasını
Sürdüm diyen yalan söyler…”
*
Ömer Hayyam’dan:
“Al istersen cennet senin olsun
Bana bir açıklık ver
Çayır-çimen meselâ
Bir kadeh, bir güzel, bir sâki
Ama bunlar peşin olsun…”
*
Pir Sultan’dan:
“Dünya benim diye göğsünü germe
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda…”
*
Kul Nesimî’den:
“Ben yitirdim ben ararım yâr benimdir kime ne
Gâh giderim öz bağıma gül dererim kime ne
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye günah benim kime ne…”
Bâtınîliğin oluşumunda ölümleri pahasına emeği geçen, ona evrensel bir bakış kazandıran bugünün modernliğinde bile bir felsefe olmasını sağlayan, en önemlisi milyonlarca insanın dünyasına ışık tutan, bir yaşama biçimi oluşturan 13 düşünür ve eylemciyi iyi bilmekte yarar vardır.
İşte listesi:
1. Mazdak, Sasanîler döneminde,
2. Ebû Müslim, Emevîler döneminde,
3. Babek, Emevîler döneminde,
4. Karmat, Abbasîler döneminde,
5. Hallac’ı Mansur, İran Selçukluları döneminde,
6. Hasan Sabah, İran Selçukluları döneminde,
7. Baba İlyas, Anadolu Selçukluları döneminde,
8. Baba İshâk, Anadolu Selçukluları döneminde,
9. Fazlullah Hurûfî, Anadolu Selçukluları döneminde,
10. Şeyh Bedreddin, Osmanlı döneminde,
11. Seyyid Nesimî, Osmanlı döneminde,
12. Pir Sultan, Osmanlı döneminde,
13. H. Bektaş Veli, Osmanlı döneminde.
Not: 13 önderden Hasan Sabah ve H. Bektaş Veli dışındakiler öldürüldü. (*)
Sonuç mu: adı Bâtınî olmuş, Râfızî olmuş sonra Kızılbaş Tahtacı, Aşîret, Türkmen, Yörük, Çepni ve Alevî olmuş. Değişmeyen felsefesi, sosyalizan bir temele oturmuş yaşamı, onu bugünlere getirmiştir.
Bir şey daha var, en önemli olan da bu yüzyıllar içinde oluşan kültür zamanla insanın isteyip de alamadığı, ihtiyacına yanıt veremediği bir devreye girerse, hızla değişir, bozulur, yozlaşır, yeni arayışlara girer.
İlk yorum yapan olun