ANA TANRIÇA MA ve YAS-I MA’TEM
Alevi erkanında Hicri takvime göre her yıl Muharrem ayında tutulan bir yas vardır. On iki gün süren bu yas günlerine ‘Yas-ı Matem’ adı verilir.’Yas-ı Ma’tem’ günleri Hz. Hüseyin’in 680 yılında Kerbela’da katledilmesi ile doğrudan ve birebir ilişkilendirilse de Aleviler tarafından tutku ve ısrarla sahiplenilen bu yas günlerinin aydınlatılmaya muhtaç pek çok karanlık… noktası vardır.
Üçüncü İslam halifesi Hz. Ömer’in ölümünden sonra Hz.Ali ve Muaviye arasında baş gösteren hilafet kavgası Hz. Ali’nin 661 yılında Irak’ta, Kufe kentinde öldürülmesi ardından Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın Kufe halkının önünde Muaviye’ye biat etmesi ile sakin bir döneme girdiyse de on dokuz yıl sonra 6 Mayıs 680 yılında Muaviye’nin ölümü ile İslam Devletinde hilafet kavgası yeniden alevlendi.
Muaviye’nin ölümü ile birlikte oğlu I. Yezit halifeliğini ilan etti.Bu gelişme üzerine, Hz.Ali’nin ölümüne ve Hz. Hasan’ın Muaviye’ye biatına şahitlik etmiş olan Kufe’liler Hz. Ali’nin küçük oğlu Hz. Hüseyin’e mektuplar yazarak Halife olduğunu ilan ederse onu destekleyeceklerini söylediler. Hz. Hüseyin yakınlarının da telkinleriyle bu teklifleri ciddiye aldı ve Küfe’deki taraftarlarının gerçekte olduğundan çok daha fazla olduğunu zannederek ailesi ile birlikte Kufe’ye doğru yola çıktı. Amacı asker toplamak ve Emevi saltanatına son vermekti. Hz. Hüseyin’in yolu Kerbela denilen yerde Emevi Halifesi I.Yezit’in askerleri tarafından kesildi.680 yılının 10 Ekim günü Hz.Hüseyin ve yanındakiler Yezit’in askerleri tarafından burada katledildiler.
Kerbela’da hilafette hak iddia eden Arap ailelerinden biri diğerinini ortadan kaldırdı. Bu trajik bir olay olmasına trajik bir olaydı ancak hilafet çekişmesinin beklenen sonuçlarından biriydi ve her iktidar savaşında olduğu gibi bir kazananı ve bir de kaybedeni oldu .Bu olaydan sonra Yezit’in adı küfre dönüştü, Hz.Hüseyin ise ‘zalim’e boyun eğmeyen mazlum’ olarak efsaneleşti. Kerbela’da taraflardan biri diğerine karşı aşırı orantısız güç kullanmış olsa da; efsanede anlatıldığı gibi ortada bir zalim- mazlum ilişkisi yoktu.Kerbela vakası nihayetinde bir iktidar savaşıydı. Hz. Hüseyin eğer Kufe’ye ulaşıp yeterli asker toplayabilseydi onun uğradığı sona belki de Yezit uğrayacaktı
Olayın meydana geldiği 680 yılında Anadolu halkı henüz müslüman olmamıştı Hıristiyan Kilisesi Anadolu’da baskı ve şiddetle Hıristiyanlığı diretiyor, zulmün her türlüsünü sergiliyor ancak istediği sonuçları bir türlü alamıyordu. Anadolu’da kavga vardı,kan gövdeyi götürüyordu, halk varlık-yokluk sınırındaydı, zor günler yaşanıyordu.Anadolu Hıristiyan Kilisesi ile amansız bir savaşın içindeydi ve eski inancında diretiyordu. Hıristiyan mezaliminin pençesinde kıvranan Anadolu halkının Kerbela’da yaşananların ne kadar farkında olduğu ve bu olayı ne kadar önemsediği bilinmiyor.Hiçbir kaynakta bu konuda bir kayıt yok. Tarihçiler yedinci yüzyılın son çeyreğinde Anadolu halkının canının kaygısına düştüğünü ve Hıristiyan vahşeti altında inim inim inlediğini yazıyorlar. İhtimal o ki; Kerbela’nın çığlığı Hıristiyan mezalimi altındaki yüzbinlerce insanın feryatlarının yankılandığı Anadolu platosunda hiç duyulmadı.
Anadolu’nun kadim halkı Alevilerin,Kerbela olayının yaşandığı çağda, kendi acılarını bir yana bırakarak, mensubu olmadıkları bir inancın takipçileri arasında çıkmış bir kavgada birden bire en fanatik taraf haline gelmeleri için makul bir sebep olmadığı gibi bugüne kadar bu yöndeki söylemlere kanıt olabilecek herhangi bir bulgu ve belgeye de rastlanılamadı.Eldeki veriler Kerbela vakasının ve Oniki İmamcılığın Alevi erkanına on altıncı yüzyıldan itibaren girdiğini gösteriyor.
Oniki İmamcılık, on altıncı yüzyılda Osmanlılar ile Safeviler arasında sıkışan ve hayli sıkıntılı günler geçiren Aleviliğin İslamın muhalif kanadı içinde sığındığı son bir limandı. Alevi ruhbanları yeni sığınaklarında Oniki İmamcılığın saygın isimleri yedinci imam Zeynel Abidin ve sekizinci imam Musa-i Kazım ile akraba olduklarını öne sürerek eski itibarlarını muhafaza etme yolunu seçtiler.’Saint’ ler seyyit, ‘hagio’lar hacı oldular.On altıncı yüzyıldan başlayarak yüzlerce Alevi ocağı kendisini Arap soylu ilan etti. Anadolu ve Balkanlar birdenbire Oniki İmamların sözde akrabaları ile doldu taştı.Bu temelsiz akrabalık ilişkileri uydurma secereler ile desteklendi.Son yıllarda Anadolu’da yaşayan halkların etnik kökenlerini tespit amaçlı pek çok araştırma yapıldı.Anadolu’nun genetik havuzu içinde hangi etnik kökenin ne kadar pay sahibi olduğu açıklığa kavuştu..Elde edilen bulgular Alevi ruhban sınıfının Arap soylu oldukları yönündeki iddialarını yalanlar nitelikte.
Binlerce yıl boyunca başka inançların hakim olduğu iklimlerde yaşamak zorunda kalan Aleviler hakim inancın,kişilerini, olaylarını ve önemli günlerini kendi geleneklerine uyarlayarak hem serden ve hem de yardan vazgeçmeden varlıklarını sürdürdüler. Bu ‘tarz-ı siyaset’ sayesinde Aleviler tarih boyunca bir yandan geçmişlerine olan bağlılıklarını sürdürdüler öte yandan bulundukları coğrafyanın hakim inancı ile zoraki barışıklık içinde yaşadılar.
Erik Cornell’in isabetle tespit ettiği gibi; ”Sürekli olarak baskı, şiddet ve katliama maruz kalmış olmaları nedeniyle Aleviler kendilerini ve öğretilerini gizlemek zorunda kalmışlardır. Ayrıca bütün bu şiddet ve katliamların yarattığı zor yaşam koşulları onları bulundukları yerlerin hâkim inançlarıyla bir çeşit uzlaşma arayışına sokmuştur.” Anadolu’da Aleviler arasında yaşatıldığı haliyle ‘Yas-ı Ma’tem’; işte böyle bir uzlaşma arayışı neticesinde eski bir Anadolu geleneği üzerine son derece popüler olan İslami bir senaryonun giydirilmesi ile ortaya çıkmış gibidir.
Herşeyden önce bu yas günlerinin ismi çok tartışmalı ve tarrtışmalı olduğu kadar her türlü şüpheyi üzerine çekecek kadar da karışıktır ‘Yas-ı Ma’tem’ bir isim tamlaması olarak çok anlamlı değildir..’Yas-ı Matem’, matemin yası demektir.Burada yas ve matem sözcüklerinin anlamları aynıdır.Halbuki isim tamlamaları bir ismin aitlik ilgisi bakımından daha belirli hale gelmesi ve/veya yeni bir anlam doğurması için başka bir isim tarafından tamlanmasıyla meydana gelir.( evin kapısı, ağacın dalı, çiçeğin rengi ) Aynı anlamı taşıyan iki sözcük birbirini tamlamaz, bu durumda ortaya bir anlamsızlık çıkar (evin evi, çiçeğin çiçeği ağacın ağacı gibi).
Bu basit dilbilgisi kuralından hareketle ‘Yas-ı Ma’tem’ tamlamasının içindeki ‘Ma’tem’ sözcüğünün üzüntü keder anlamında kullanılmadığını kolayca anlayabiliriz.Bu sözcüğün ‘Ma’ ile ilişkili, anlamı hatırlanmayan eski bir Anadolu sözcüğünün Türkçedeki uzantısı olma olasılığı çok yüksektir.
Bu yönüyle ‘Yas-ı Matem’ adı insana; eski bir hüznün üzerine yeni bir hikaye yazmışlar da önceki adını değiştirmeyi unutmuşlar hissini veriyor.
Bir eski hüznün üzerine yazılan İslami motiflerle bezeli yeni hikayenin de kendi içinde de son derece tutarsız olması başlangıçtaki şüpheyi güçlendir niteliktedir. Söyle ki;Alevi erkanı içinde ‘Yas-ı Matem’in başlangıcı olarak Kerbela vakası kabul edilir ve Kerbela’da 680 yılında Emeviler tarafından katledilen Hz. Hüseyin’in vefatı ile birlikte 12 İmamlar için 12 günlük yas tutulmaya başlandığı söylenir. Hikayenin kendi içindeki çelişkisi de buradadır, çünkü Hz.Hüseyin üçüncü imamdır ve onun ölümü ile birlikte ondan sonra gelecek olan dokuz imamın da yasının tutulmaya başlanmış olması oldukça tuhaftır. 680 yılında yası tutulmaya başlanan Hz. Hüseyin’den sonra gelen dokuz imamın hiçbiri henüz ölmemişti öyle ki bu dokuz imamın yedisi henüz doğmamıştı bile. Alevilerin Kerbela olayından sonra daha doğmamış insanların ölümü için de yas tutmaya başlamış olmalarının mantık çerçevesi içinde izahı yoktur.
Kerbele daha dünkü çocuk ‘Yas-ı Ma’tem’ ise çok eski bir öyküdür. Bu öykünün üzerine on altıncı yüzyılda aceleyle yeni bir makyaj yapılmış ama makyaj ile kapatılmak istenen eskiye ilşkin izlerin üzeri tam olarak örtülememiştir.’Yas-ı Ma’tem’in üzerindeki ağır makyajı kazıdığımızda karşımıza Luvi’ler ve onların Büyük Ana’sına ithaf edilmiş bir yas, ‘Ma’nın Yası’ çıkar.
Luvi inancında Büyük Ana Ma’ ya adanmış bir hafta vardı.O da bolluk ve bereketini yeryüzüne yayan Ma’nın , bolluk ve bereketinin ürüne dönüşmesinin ardından gökyüzüne çekildiği Ağustos ayının üçüncü haftasıydı. Luviler Ma’yı minnetle andıkları Ağustos’un üçüncü haftasında, bir yandan bağlarındaki, bahçelerindeki, tarlalarındaki Ma’nın bahşettiği ürünleri devşirmenin sevincini yaşıyorlar öte yandan ‘Ma’nın ortadan çekilmesinin yasını tutuyorlardı.
Bugün , Hacı Bektaş Veli Dergahında her yıl 16-17-18 Ağustosta onbinlerce kişinin katılımı ile büyük bir Alevi şenliği düzenlenmektedir. Ağustos ayının üçüncü haftasına isabet eden bu şenliklerin Luvilerin Ağustos’un üçünçü haftasında düzenledikleri Ma’nın göğe çekilmesi ile yas tuttukları ve ona verdiği bereket ve bolluk için şükranlarını ilettikleri kutlamalar ile aynı günlere raslaması oldukça ilgi çekicidir.
Bu noktada bu küçük parantez açıp, her yıl Ağustos ayının 15’inde Hıristiyanlarca yapılan bir kutlamadan ve bu kutlamanın ‘Büyük Ana Ma’ ile ilişkisinden söz etmek yerinde olacaktır.
Hıristiyan doğması 325 yılında İznik şehrinde biçimlendirilirken, yeni dinin Anadolu halkı tarafından kolayca kabüllenilmeyeceği tahmin ediliyordu. Bu nedenle İznik Konsili’nde yeni dinin dış görünüşü ve ritüelleri yeniden düzenlenirken ‘Ma’ kültünün baskın formları kullanılarak Hıristiyanlığın Anadolu’da karşılaşabileceği olası direnç olabilecek en alt düzeye indirilmeye çalışıldı. Yeni dine halkın kolaylıkla kabul edebileceği, kendilerine yabancı gelmeyen, eskiyi anımsatan, halka yabancı gelmeyecek bir görünüm verilmeye özellikle dikkat edildi. I. Konstantin’in çabalarıyla ‘Yeni İsa Dini’ Anadolu Ma kültünün motifleri kullanılarak adeta yeniden yaratıldı. Hıristiyanlık, kilise ruhbanları tarafından ısrarla özgün bir din olarak sunulsa da, Pek çok ritüelini Anadolu’nun önceki inaçlarından almış, sentetik bir yapı olarak ortaya çıktı.
Hıristiyanlığın eskiyi anımsatan yeni din tasarımı ile: Ma tapınaklarının on iki hizmetlisi,Hıristiyan doğması içinde, İsa’nın on iki havarisine dönüştü. Hemen hemen tüm ezoterik yapılanmalarda var olan, evren-dünya-insan birlikteliğinin ifadesi olan üçlü teslis Kutsal Ruh-Meryem–İsa adları ile Hıristiyanlaştı. Bugün bile Anadolu’da pek çok Alevi köyünde kutlanan yumurta bayramı, Hıristiyanların paskalyasına dönüştürüldü. Kardeşlik örgütlenmelerine has bir kurum olan ‘düşkünlük’; Hıristiyanlık tarafından ‘aforoz’ adı altında kopyalandı. Hıristiyanlığın ayrılmaz parçası ve temeli olan Yeni Yıl Kutlamaları, Noel Baba, İsa’nın çarmıhı, İsa’nın yaşamı ve İsa’nın gösterdiği mucizelerin tamamı Ma kültünün kadim geleneklerinden kopya edildi.
Bütün bu çabalara rağmen Hıristiyan misyonerler Anadolu’da beklenenden çok fazla dirençle karşılaştılar.Halkı Ma kültünden ve Büyük Ana Ma’dan koparmak mümkün görünmüyordu.
Yerli halktan gelen, beklenenin çok üzerindeki direnç üzerine, Hıristiyan kilisesi ‘Ma’ geleneğini içselleştirmek zorunda kaldı. Hıristiyan inancındaki abartılı ‘Kutsal Mary ’ figürü böylece ortaya çıktı.Mary (Meryem Ana) Ma’yı ikame etmek üzere ortaya atıldı ve baskın motif olarak öne çıkarıldı.
Eski çağın ‘Ma’ ya adanmış en önemli tapınaklarından biri bugün Tokat il sınırları içinde kalan ve Hitit belgelerinde ‘Kirzuwatna Kummannisi’ olarak anılan tapınak-devletti. ‘Kummanni’ sözcüğü Luvi dilinde ‘saf, temiz ve lekesiz olan Kutsal Ma’nın Ülkesi’ anlamına gelmekteydi ki; bu da ‘Ma’nın eski geçmişte Anadolu’da saf, temiz ve lekesiz nitelemeleri ile birlikte anıldığını göstermektedir.
Hıristiyan Kilisesi ‘KutsalMary’ figürünü tasarlarken onu ‘ Kutsal Ma’nın nitelikleri ile donattı. Saf, temiz ve lekesiz ‘Ma’, erken Hıristiyanlar elinde saf, temiz, lekesiz Mary’ye dönüştü. Hıristiyanlar ‘Ma’ya has saf, temiz, lekesiz sıfatlarından yola çıkarak ‘Bakire Mary’yi dizayn ettiler. ‘Kutsal Ma’ tanımı, Hıristiyan terminolojisinde ‘Kutsal Mary/Holy Mary’ oldu, İngilizceye Mary olarak uyarlanan ‘Ma’ Latincede Maria,Helen dilinde,Mariam olarak söylendi.
Hıristiyan Kilisesi Kutsal Ma’nn niteliklerini Kutsal Mary’ye mal etmekle yetinmedi Eski Çağda Ma’nın göğe çekildiği gün olarak kabul edilen Ağustos’un üçüncü haftasının ilk gününü Kutsal Mary’nin göğe çekildiği gün olarak kutlamaya devam etti..
15 Ağustos günü Hıristiyan Kiliselerinde düzenlenen kökleri Ma kültüne dayanan törenlerin, !6 Ağustosta Hacı Bektaş Veli Dergahında yapılan kutlamalarla aynı günlerde yapılıyor olması oldukça ilgi çekicidir. Birbirinden çok farklı inanç guruplarının aynı günlerde biraraya gelmelerinin yanı sıra yas ve şükranın, üzüntü ve sevincin birbirine karıştığı bu günlerin – kurban kesilip hemen orada pişirilip dağıtılması vb- baskın ritüelleri de çok benzerdir.
Kutsal Mary figürünün Kutsal Ma’nın temelleri üzerinde yükseltilmiş fiktif bir figür olduğu dikkate alındığında; Hacı Bektaş Veli Dergahında yapılan kutlamalar ile Kutsal Mary’nin göğe çekildiği gün törenleri arasındaki benzerlikleri yorumlamak biraz daha kolaylaşır.Bu noktadan sonra her iki kutlamanın da Ma kültünün günümüzdeki uzantıları olduklarını öne sürmek mümkün hale gelir.Burada köken birliği olmakla birlikte, aynı çizgi üzerinde evrimleşmeden ziyade, aynı kökten uzayan çalı formunda bir çeşitlenme söz konusudur.
Geldiğimiz bu noktada, Ma kültünün köklerinden filizlenen çalı formundaki çeşitlenmeye üçüncü dal olarak ‘Yas-ı Ma’tem’ i de eklemek için fazla sayıda gerekçemiz var.
‘Yas- Matem’ günlerinin en önemli öznesi kuşkusuz 12. İmam Mahdi’dir. Türkçede Mehdi olarak telaffuz edilen 12.İmam Al Mahdi’nin (ألمھدي) 869 yılında Samara kentinde doğduğu ve 874 yılında dört buçuk yaşındayken ortadan çekildiği rivayet edilir. Alevi erkanında ortadan çekilme hali için ‘sır olma’ tabiri kullanılır. Alevi düşüncesinde sır olmak, ölmek değildir. Alevilikte sır olan herşeyin zamanı geldiğinde varlık dünyasında yeniden başgöstereceğine inanılır. Bu cümleden olarak Aleviler ; ‘Mahdi’ nin ölmediğine sır olup ortalıktan çekildiğine ve ilahi hedefi gerçekleştirmek üzere tekrar yeryüzüne geri döneceğine inanırlar.
Mahdi’nin ortadan çekilmesi öyküsü Ma’nın ve Mary’nin ortadan çekilme öykülerine çok benzer.Mahdi ile Ma ve Mary arasında bir benzerlik daha vardır.Mahdi dört buçuk yaşında günahsız bir çocukken ortadan çekilmdiği kabul edilir, yani o da Ma ve Mary gibi ‘saf,lekesiz ve tertemiz’dir.
Yukarıda da belirtildiği üzere; Alevi erkanı içinde ‘Yas-ı Matem’in başlangıcı olarak Kerbela vakası kabul edilir ve Kerbela’da 680 yılında Emeviler tarafından katledilen Hz. Hüseyin’in vefatı ile birlikte 12 İmamlar için on iki günlük yas tutulmaya başlandığı söylenir. Halbuki, Hz.Hüseyin üçüncü imamdır. Onun ölümü ile birlikte ondan sonra gelecek olan dokuz imamın da yasının tutulmaya başlanmış olması aslında mümkün değildir çünkü Kerbela olayı meydana geldiğinde Hz. Hüseyin’den sonra gelen dokuz imamın hiçbiri henüz ölmemişti hatta bu dokuz imamın yedisi henüz doğmamıştı bile.Bu noktada ‘Yas-ı Ma’tem’ in Kerbela olayı ile değil ama 12. İmam Mahdi’nin ortadan çekilmesi ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Günümüzde ‘Yas-ı Ma’tem’ günleri her ne kadar Kerbela merkezli olarak gündemde tutulsa da; Kerbela vakası ‘Yas-ı Ma’tem’ günlerinin teatral yanını oluşturur.’Yas- Ma’tem’ günlerinde gerçekte ‘saf, lekesiz ve tertemiz’ Mahdi’nin ortadan çekilmesinin yasının tutulduğu çok açıktır.
Ortadan çekilmesinin ardından her yıl geleneksel olarak yas tutulan Mahdi’nin tartışılmaz derecede kutsal bir manevi varlık olduğu muhakkak olmakla birlikte; o tarihi bir kişilik değildir. Daha açık bir deyişle dokuzuncu yüzyılda Samara şehrinde imamlar soyundan Mahdi adında bir çocuk dünyaya gelmemiştir.
Oniki İmamcılık inanışı içinde Mahdi’nin 11. İmam Ali Askeri’nin oğlu olduğu ve babasının ölümünden birkaç yıl önce Samara kentinde doğduğu öne sürülse de, bu iddianın hiçbir maddi temeli ve delili yoktur.Öyle ki;
-Babası olduğu öne sürülen 11. İmam Hasan Askeri dahi Mahdi adında bir oğlu olduğundan habersizdi.
-Hasan Askeri’nin ailesinden ve çok geniş akraba topluluğu içinden hiç kimsenin Mahdi’nin doğumu yaşamı ve ortadan çekilmesi hakkında bilgi sahibi olmadı ve onu hiç kimse görmedi.
-Hasan Askeri’nin öz kardeşi Cafer ağabeyinin Mahdi adında bir oğlu olduğu iddialarını şiddetle reddetmişti.
Mahdi inancı hiç var olmamış bir çocuğun dört buçuk yaşında ‘saf, lekesiz ve tertemiz’ bir biçimde ortadan çekildiğini öne sürmekle kalmaz 869 yılında doğduğu öne sürülen bu çocuğun hala yaşadığını ve kıyamete kadar da yaşayacağını kabul eder.
Yas-ı Ma’tem öyküsü çok eski ve çok tanıdıktır. Bu öykü; yeryüzüne yaydığı ışığın bolluk ve berekete dönüşmesiyle yeniden gelmek üzere ortadan çekilen zamanın başlangıcı ile birlikte var olan ve her zaman var olacak olan ‘saf , lekesiz ve tertemiz Ma’nın öyküsünü fazlasıyla anımsatmaktadır.
ERDOĞAN ÇINAR-DERGAHIN SIRRI
İlk yorum yapan olun