ANA NACİYE BİLGELİĞİNE, MANSUR ARINMIŞLIĞI VE KARARLILIĞINA,
VE DE PİR SULTAN ABDAL DİRENİŞÇİLİĞİNE DAYANARAK
YENİDEN BİR ÖRGÜTSEL HAMLE İÇİN…
Sunuş Yerine; AŞK İLE
Güncel örgütlü Alevi Hareketi, temel demokrasi hareketlerinden birisi olarak, yeni ve modern bir harekettir. Son yirmi yıldır, Alevi sorunsalından kaynaklı olarak siyaset meydanındadır ve tekmil zaaflarına karşın örgütlü bir harekettir. Aşağıda anahatlarını belirleyeceğimiz, yeniden bir örgütsel hamle hedefimizi, bu somut gerçeği teslim ederek açıklayacağız. Bütün zaaflarına, yetmezliklerine, yönetime ilişkin açmazlarına karşın, Alevi Hareketi’nin ortaya çıkardığı örgütlülüğe sahip çıktığımızı, asırlara dayanan ağır bedellerden sonra, günümüz gerçeğinde yeniden bir örgütlülüğe kavuşan, Alevi toplumunun örgütlülüğünü dağıtıcı yaklaşımlar içinde olmayacağımızı, önemle belirtmek durumundayız.
Bu çalışmamıza temel teşkil eden konu ise; gelinen aşamada mevcut örgütlülüğün, Alevi sorunsalına olduğu kadar, Alevi sorunsalının da temel unsurlarından birini teşkil ettiği ülkenin temel demokrasi ve özgürlükleri sorunsalı karşısında, ortaya çıkan yetmezlik, güçsüzlük, yönetimsel zaaf, perspektifsizlik, kendi içine kapalı hareket tarzı, ülkenin içinde bulunduğu koşulların doğru ele alınmamasına bağlı olarak; temel demokrasi ve özgürlük dinamiklerinden kopukluk, buna karşın bütün sorunların temel kaynağı olan devlet güçleri ve bu bağlamdaki statükocu parti ve oluşumlarla bağlaşık arama gibi, tutum, davranış ve uygulamalar; daha güçlü, daha dayanıklı, daha kucaklayıcı, talibi ve onun rızalığını alan bir yürüyüş tarzını benimseyen, önündeki sorunlara günü birlik değil stratejik bakan, bu doğrultuda bir proğram ve perspektife sahip olan, bir örgütsel hamleyi içermektedir. Bizim bu çalışmamızın esası burasıdır.
Çalışmamıza gerekçe olan bu belirlemeler, Alevi Hareketin’in gerek “siyasete müdahele” başlığıyla ifade ettikleri tutum, davranış ve yaklaşımlarla, gerekse bağlı olarak 22 Temmuz seçimleriyle yeterince açığa çıkmış, içinde bulunduğumuz süreç içinde tekmil duyarlı Alevi camiası içerisinde olduğu kadar, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren dinamikler içerisinde de tartışılır hale gelmiştir.
Mevcut örgütlenme düzeylerinin ciddi olarak gözden geçirilip, özellikle ülke gerçekliği temel alınmak koşuluyla, stratejik önderlik gücü yüksek, kucaklayıcı, çözümleyici ve sonuç alıcı, güçlü bir Alevi örgütlülüğü çalışması, kaçınılmaz bir görev olarak bu doğrultuda düşünen, yazan, koşturan, her Alevi bireyinin önündedir. Biz bu görevin sorumluluğunu derin duyumsayarak, soruna ilişkin yaklaşımlarımızı, bu çalışmamızda sunmaya çalışacağız
Böylesine, sorumluluk düzeyi oldukça yüksek bir ihtiyacı karşılayabilmek için, açıktır ki, önündeki konusuna bütün yönleriyle hakim, ülkenin temel sorunlarını ve bu bağlamda Aleviliğinde sorunlarını bilen, çözüm gücü olmaya yetenekli, cesaretini bilgeliğinden alan ve bu bağlamda da insiyatif ve kararlılık gösterebilen bir yönetim düzeyine ve kadrosuna müthiş bir gereksinim vardır.
Öteden beri ülkedeki hem demokrasi ve devrim güçlerinin, hem de Alevi hareketinin temel bir zaafı vardır; önündeki konularına, ya en ucuz noktasından yaklaşır ya da en mükemmelci bir yaklaşım içinde olur. Bu nedenle de, ya hep yürür ya da hep düşünür,oturup tartışır. Yukarda belirttiğimiz yönetimsel vasıflar, kimse için ne ucuz bir yaklaşıma, ne de mükemmeliyetçi arayışlara meydan vermemelidir, bu çalışmayı önümüze koduğumuz da, uzun yıllara dayanan çalışmalarımızdan edindiğimiz derslere de dayanarak olması gerekeni, bu arada başarılması gerekeni, yerine getirmeyi ve başarma güç ve de yeteneğinde olduğumuzu bilerek ifade ettik. Biz, hem yürüyeceğiz, hem düşüneceğiz hem halleşeceğiz.Yeni ve güçlü birliklere yeterek çözüm gücü olmaya çalışacağız.
Bildiğimizin Piri, bilmediğimizin talibi olma enginliğini göstererek, bilme kapıları, Çin de bile olsa, mutlaka giderek ve öğrenerek, aynı hamle içinde bildiğimizi her düzeye taşırarak, amaçlanan yönetimsel düzeyini ve kadrosuna sahip olacağımızı bilmekte, buna inanmaktayız.
Otantik Dervişan geleneğini, modern düzeye taşırarak, “Modern Dervişler” olarak, temel aldığımız zemine ayaklarımızı sağlam basmak suretiyle, neyi niçin yaptığını bilenler gibi, hem Alevinin, yani talibin bulunduğu her yerde, hem de hiç bir yerde olmayarak, yani daha sonra da açıklayacağımız gibi, Kızılbaş süreğine bağlı bir çekirdek örgütlenme içinde olduğumuz hiç bir şekilde unutulmadan, her yerde olmak ama hiç bir yerde değil sadece Kızılbaş Medanında olmak esası üzerinden, hareket etmeyi temel alacağız. Başımızın bağlı olduğuna inandığımız tek bir zemin vardır O da YOLDUR. YOL İSE CÜMLEDEN ULUDUR. Bu erkanı asla unutmayacağız.
ALEVİLİĞİN VE PROĞRAMATİK SORUNLARININ ELE ALINIŞI
Alevilik üzerine son yirmi yıllık hem düşünsel hem pratik çalışmalar, hiçte küçümsenmemesi gereken bir birikime neden olmuştur. Aleviliğe ilişkin olarak bu gün artık, öncesine göre, daha çok şey söyleyebilir, daha anlamlı bir pratiğin sahibi olabilir durumdayız. Bunca yıllık çalışmadan edindiğimiz dersler ve bağlı olarak ortaya çıkan sonuçlar, bize göstermiştir ki, bu günün güncel Alevi Hareketi, tarihsel olarak ortaya çıkmış Alevilikle, onun toplumsal özellikleriyle ilgisi kalmamıştır. Buna karşın, Alevi olmaktan doğan sorunlarını bir biçimde hala yaşamaktadır. Bu bağlamda, Alevilerin örgütlü hareketi, Alevi olmaktan doğan sorunlardan kaynaklı, yeni ve modern bir harekettir.
Hiç bir boyutuyla Aleviliği yaşamıyor olsalar da, Aleviliğe yönelik egemenlerin yürüttüğü inkar ve imha sorunları, bir başka söyleyişle, öteleme ve ötekileştirme sorunları, günümüzde de, değişik boyutlarda devam ediyor olması, bu topluma ait olanları, zorunlu olarak harekete geçmeye, örgütlenmeye, örgütlü bir duruş içine girmeye mecbur etmiştir. Bu da ayidiyete sahip çıkmayı beraberinde getirmiştir. Bu günün Alevi varisleri, bu sorunların çözüme kavuşması, sorunları yaratan kaynakların ortadan kaldırılması için harekete geçmiş ve bu doğrultuda örgütlenme gereksinimi duymuştur. Son yirmi yılın Alevi hareketinin dayandığı hareket noktası burasıdır.
Sonuç olarak böylesi bir hareketlenme başladığında, doğal olarak kendini bütün boyutlarıyla bilme, kendini tanıma ve tanıtma gereksinmesi de beraberinde ortaya çıkmıştır. “Biz kimiz, köklerimiz, tarihsel varlığımız, din miyiz, mezhepmiyiz, tarihte başımıza neler geldi, halâ bir biçimde devam etmekte olan güncel sorunlarımızın kökleri nereye dayanıyor, ne yapmalıyız, nasıl yürümeliyiz” gibi sorunların yanıtları aranmaya başlamıştır.
Tarihsel olarak Modern Alevi hareketinin, belirlediğimiz çerçevede, hem örgütsel olarak hem de pratik olarak güncellik kazanmasıyla birlikte, en başta devlet merkezli olmak üzere değişik etkinlik odaklarından, Alevi hareketine yukardan müdaheleler de başladı. Tabi ki, bu çalışmamızda konunun bu yönlerine girmeyeceğiz ama ilgili olduğu kadarıyla bir noktanın altını çizip geçeceğiz. Müdaheleler, bir yandan örgütlenmelere müdaheleler biçiminde yürütülürken, diğer yandan Aleviliğin tarihsel geçmişine dair yoğun bir yazın faaliyeti başlatıldı. Alevi hareketi, kendi öz kaynaklarından kendi geçmişini bulup ortaya çıkarmanın yollarını henüz bulamamışken, ortalık çok sayıda devlet kaynaklı yayınlarla doluverdi. Demokratik Alevi Fedarasyonun temelini oluşturan kadroların çıkışı, böyle bir zeminde oldu ve farklı bir müdahele odağı olarak, Aleviliğin gerek otantik yapısının, gerekse tarihsel köklerinin ortaya çıkarılmasında, en önemlisi de “Türk-İslam” kökenli devlet öğretisinin hızla Alevi camiasında yayılmasının önüne barıkat olunmasında, bu gün görülmek istenmese de son derece ciddi bir çıkışı ifade etti.
Süreğimiz her türlü müdahele ve engellemelere karşın devam ediyor.
NASIL YAPMALI?
İçinden geçmekte olduğumuz süreç itibariyle son derece önemli olarak belirlediğimiz, güçlü ve demokratik bir Alevi örgütlülüğü bakımından, “nasıl yapmalı” sorusu oldukça yerindedir. Sorumuza mümkün olan en doğru yanıtı verebilmemiz için, Aleviliği ikiye ayırarak ve iki ayrı bölüm halinde, özetle incelemek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Birinci bölümde, bu gün artık toplumsal ve siyasal boyutlarıyla yaşanmıyor olan Otantik Aleviliğin(Elewi=Elawi=Ala
OTANTİK ALEVİLİĞİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
İster Alevilik üzerine yapılmış araştırma ve inceleme eserlerine bakınız, ister her düzeyden örgütsel faaliyet yayınlarına ve çalışma içinde olanların anlatımlarına bakınız, sonuç olarak hemen hepsinin, Aleviliği, bir bütün olarak gördüğünü, bu bütünlük içinde yine Aleviliğin, “Hak-Muhammed-Ali” üçgenine sıkıştırılmış, bir Pir, oniki hizmetli ve bir Cem gerçeğinden ibaret olan bir ibadet etkinliği olarak ele alındığını, daha ne kadar eskiye gidiyorsa o kadar- ezici çoğunluğu bu süreci 14oo yıl ile sınırlamakta- tarih boyunca da, hep böyle olduğunu anlatmaya çalışmaktadırlar. Öyle de anlaşılmasına özen göstermektedirler. Çok çok, bu belirlemeye, bir semah etkinliğini yada saz ve şiir etkinliğini ilave ederek, Aleviliğin ne kadarda güzel bir olgu olduğunu göstermeğe çalışmaktadırlar.Tabi ki, tek tek düzeyde, kimilerinin Aleviliği, “bir yaşam biçimi” kimilerinin ”bir felsefe”, kimilerinin “bir kültür”, kimilerinin”bir müzük, yada şiir, yada dans” olarak gördüğü, çeşitleme tanımları da buna ilave ettiğimizde, ortaya tam bir çorba çıkmakta ama, genel ve geçer durumda olan Aleviliğin, “bir İbadet Etkinliği” olduğu yolundaki yaklaşım olmaktadır.
Bu güne kadar gerçekleştirdiğimiz, hem düşünsel hem de pratik birikimlerimiz göstermiştir ki, bu yaklaşımların hiç biri, hiç bir biçimde doğru bir yaklaşımlar değildir. Bu yaklaşımlarin temelinde, doğru bir din teorisi, giderek doğru bir ulus teorisine sahip olmama gerçekliği yatar ama, bu noktanın değerlendirilmesi başlı başına bir konudur ve şu andaki çalışmamızın dışındadır. Değinip geçiyoruz.
İster talip zemininden olsun isterse, Pir yada aydın/Akedemisyen zemininden olsun, bu güne kadar yapılmış “Alevi tarifleri”nin sayısı 47’yi bulmaktadır. Körün fili tarifi örneği, herkes tuttuğu yerden tarif etmektedir. Dahası, bütün bu tariflerin kalkış noktası, Aleviliğin bütün zamanları boyunca bir “İnanç” ya da sadece yukarda çerçevesini çizdiğimiz gibi bir ibadet olduğu yolundaki yanılgıya dayanmaktadır.
Oysa biz, bu gün artık, net olarak biliyoruz ki, Alevilik bütün zamanları boyunca parçalı karekterdedir. Anadolu ve Mezopotamya’nın tarihi kadar eskidir. En eski dinlerden olarak bugüne gelebilmiş son derece sınırlı örneklerden birini oluşturur. Tarihsel kökleri itibariyle bir doğa dinidir. Yerli bütün halkların dinleri de öyledir.Doğa dinleridirler. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında, özelliklede kendi gerçekliğimiz bağlamında, Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’nın en eski halklarının, en ilk toplumsal örgütlülük biçimlerinin adıdır Alevilik. Tabi ki, bu yerli halkların her biri Aleviliği, kendi etnik özelliklerdinen; toplumsal olarak nasıl yaşadıklarına, dünyayı; yeri ve göğü nasıl anlayıp anlamlandırdıklarına göre yaşadılar. Temel özelliklerini belirlediğimiz kendi özgün zeminlerine göre oluşturdular. Bu çerçevede de Alevilik, her halkın etnik özelliklerine bağlı olarak özgün biçimlerle oluştu. Yukarda Otantik Aleviliğin parçalı karekterde olduğunu söylerken kastımız onun bu özelliğidir. Yol’’un bilginleri, bunu şu erkân ile ifade ettiler. “YOL BİR, SÜREK BİNBİR” !..
“YOL” kavramı, Aleviliği en kapsayıcı bir şekilde tanımlayan, bizzat kendilerinin diliyle yapılmış özgün bir tarifi ifade eder. Önemli kaynaklarımızdan birini teşkil eden Aşık geleneğinde, Alevilerin kimler olduğu sorusuna verilen yanıtta, “Mezhebimizi ne sorarsın be brader/ Biz mezhep bilmeyiz YOLUMUZ vardır” derken, günün bilmişleri, kendilerince tarif ededursunlar, böylece, en kestirme ve en özlü tarifi yapmışlardır.
YOL neleri kapsar ya da nasıl anlaşılmalıdır? Yol, toplumun, nasıl bir yaşama biçimi içinde olduğundan, yani ne ile geçindikleri, ne üretip nasıl ve hangi koşullarla ürettiklerini,nasıl paylaştıklarını, kendilerini hangi kurallara göre yönetip sevk ve idare ettikleri, nasıl bir adelet, hukuksal ve ahlaksal yaşam içinde olduklarını, kültür, sanat ve moral değerleri gibi bütün etkinliklerinin tamamını kasar. Bunun içine, kendileri hakkında, insanlık hakkında, doğa, yer ve gök hakkında oluşturdukları düşünce ve inanma edinimleri de girmektedir. Hepsi bir bütündür. Esas ve öz itibariyle insanlar nasıl yaşarlarsa öyle de düşünür ve ürettikleri düşünce sistemleriyle yaşamlarına yön verirler.
En eski Alevi yaşamı, bir doğa dini olarak, Ocak merkezli “Ortaklığa” dayanır. Yaşam ve üretim ortaklık üzerine kuruludur. Kimsenin özel malı yoktur. Ocak üyelerinin ortak malıdır her şey. Ortak üretilip ortaklıkla tüketilir. Ocak ise hem toplumsal yapılanmalarda hem de uygarlık gelişiminde en ilk olan örgütlenme birimidir. Bu tarihsel olarak anlaşılmadıkça, olabildiği kadar özellikleriyle bilinip bilince çıkarılmadıkça ne Alevilik ne de bu günün gerçekliğinde insanlığın ulaştığı boyutun özellikleri, anlaşılır olmaz. Bu günün bütün sıkıntıları o ilk örgütlenme biçiminin içinde sır olarak vardır ve baklıdır.
İşte büyük büyükleri, “YOL BİR SÜREK BİNBİR” derken, Yolun “BİR” liğini, bu yaşam tarzındaki “Ortaklığa” dayandırmaktaydılar. Bu açıdan Yol, kuşkusuz birdi. Ancak, kadim(en eski anlamında) Ortaklık Toplumları, temel özellikleri bakımından Yolu “Birlik” içinde yaşarlarken, her etnik köken bu Ortaklığı, kendi özgün özelliklerine göre yaşadı. Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın kadim ortaklık toplumlarının kimileri çoban-yaylacı, kimileri Çiftçi-tarımcı olarak yaşamlarını sürdürmekteydiler. Uygarlık tarihinin tanıdığı ilk çiftçilik merkezinin burası olduğu görüldüğünde, hem kadim ortaklık toplumlarının hem de onların uygarlık tarihinde oynadıkları rolün büyüklüğü anlaşılır olur.
Peki, Süreklerin nelerden oluştuğu, hangi isimler altında yaşadığını belirtebilir miyiz?. Tarihin gerisine doğru yol aldıkça bunu belirlemek mümkün görünmemektedir. Ancak anlaşılır olması bakımından günümüze gelebilmiş olan kimi sürekleri belirterek, geçmişe doğru biraz olsun yol almak mümkündür. Tekmil bozulmalar, değişip dönüşmeler de dikkate alınarak ifade edecek olursak; Anadolu ve Mezopotamya’da bu gün de hala varlıklarını sürdürmekte olan sürekleri; Kızılbaş, Tahtacı, Çepni, Ehli Hak, Bektaşi, Nuseyri, Hurufi, Ezidi gibi süreklerdir.
Sürekleri belirlediğimiz yerde, bir noktanın mutlaka altını çizmek zorundayız. Bu sürekler içinde en eski, hatta denilebilir ki, Anadolu ve Mezopotamya kadar eski olan ve tümüyle yerli özellikler taşıyan, Kızılbaş. Ehli Hak ve Ezidi süreklerinden, bu çalışmayı önüne koyanlar, Kızılbaş süreği zeminindedirler. Bundan sonraki belirlemelerimizin tamamının Kızılbaş Süreğine dayandırıldığı, bu süreğin esas alındığı, ancak, diğer süreklerin de derece derece kucaklandığı bir yaklaşım içinde olduğumuz bilinmelidir. Dahası, örgütsel hamlede de temel alınması, çekirdeğine bu süreğin yerleştirildiği, diğerlerine doğru genişlemenin ve derinleşmenin sürdürüldüğü bir çalışma tarzı benimsenmelidir. Tarihte de hep böyle olmuştur zaten.
a) Temel Özellikleri Bakımından Kızılbaş Aleviliğin Dünya Görüşü:
İnsanlığın, başından bu tarafa en temel sorusu kendisini bilme ve tanıma ile ilgilidir.”Ben kimim, nasıl oldum, içinde yaşadığım dünya nasıl varoldu sorusu, başından beri insanlık için yanıt bekleyen sorusu olmuştur. Bu sorulara ister dinsel anlamda, ister felsefi anlamda verilen yanıtlar, en azından yanıtların sahipleri tarafından benimsenen ve gerekleri yerine getirilmeğe çalışılan bir “Dünya Görüşü” olmuş. Bu çerçeveden anlaşılmak üzere Kızılbaşlığın da aynı sorulara başından bu tarafa bulduğu karşılık, tarih içinde gelişerek, evrilerek, değişip dönüşerek, sürek haline gelmiş bir yanıtı olmuştur. Buna göre, bir doğa dini olarak Kızılbaşlık başından beri, insanı, doğayı/dünyayı ve giderek evreni temel alan bir yanıt geliştirmiştir. Kızılbaş süreğine göre, çevresini oluşturan bütün canlılar, genel adlandırma ile bitkiler ve hayvanlar dahil olmak üzere, merkezinde insan olan, sürek halinde devam edegelen, muazzam “DOĞUŞ” hareketiyle her şey varlık alanına çıkmıştır. Bu doğuşun ANASI ise adına HAK dediği bizzat evrenin kendisidir. Bu bağlamda da Kızılbaşlığın dünya görüşü “DOĞUŞ” esasına dayanan ve EVREN-DÜNYA-İNSAN özdeşliğine dayanan bir dünya görüşüdür. Kızılbaşlığın dünya görüşü, “yoktan yaratılmayı” dışladığı gibi bir “öteki dünya” tasarımına da dayanmaz.
b) Kızılbaşlığın Toplumsal Örgütlülüğü Ocağa Dayanır
Yukarılarda da belirtmiştik. En eski bir yol süreği olarak kızılbaşlığın temelinde “ORTAKLIK” vardır ve Ortaklık yapılanması çekirdek olarak, OCAK zemininde varlık kazanır. OCAK, Kızılbaşlıkta Anayı ifade eder ve Ana Ata, hem ilk ocağın şekillendirilmesinde, hem de onun toplumsal yaşam şekli olan Ortaklık yaşamının düzenlenmesinde, öncü ve önde gelendir. Ocak yapılanmasında temel erkân, yaşamın “herkese ihtiyacına göre”düzenlenmesine dayanır. Tarihin tanıdığı ilk Ocak, Zagros-Toros-Kafkaç üçkeni içinde kurulmuştur. Bu gerçeği “öte dünyacı” dinler de bir biçimde kabul etmektedirler. Onlara göre “Adem ilk Çiftçi” dir ve yaşadığı yer sınırlarını belirlediğimiz yer olan ve adına “ADEN” dedikleri yerdir.Kızılbaşlar, bu tarihin gerisinde kalmış, gerçekten yaşanmış ve olmuş bitmiş ilk uygarlık ocağına, “RIZALIK ŞEHRİ” demişlerdir. Tarih boyunca direnişlerinin ve mücadelelerinin ilham kaynağı, yeniden kavuşmayı umdukları, bu Rızalık Şehri özlemidir. Daha sonraki süreçlerde dillendirilen “MEHDİ” ya da “MESİH” tasarımı ve beklentisi, hep Rızalık Şehri kökenli değişik ifadelendirilmelerdir.
“Bereketli Hilal” olarak da adlandırılan bu yer, aynı zamanda tarihin tanıdığı ilk uygarlık merkezidir, kuranlar ise, Kadın Ata bilgeliği ve önderliğinde o günün Kızılbaş atalarıdır. Kızılbaş süreğinde, belirtildiği gibi, sözkonusu yapıya “RIZALIK ŞEHRİ” adı verilmiştir. Sözel bağlamda da olsa, Kızılbaşlıkta halâ yaşayan bir kavramdır ve Kızılbaş erkânında, “Yola Girmek” olarak ifade edilen, İkrar Erkânı ile birlikte, bir aday Kızılbaş olur ve o artık Rızalık Şehri üyesi yani “yol evladı” kabul edilir.
Kadın Ata önderliğindeki Ocaklarda, Ocak mensupları, Ortak Ana’dan doğan, diğer bir deyişle “aynı özden gelenler” olarak “kan akrabası” idiler. Tarih içindeki gelişmelere, değişip dönüşmelere bağlı olarak, Ocaklar, giderek “Ocaklar Kardeşliği”ne; tarihi olarak erkeğin egemenlik kazanması, buna bağlı olarak özel mülkün, devletin ve sınıfların tarih sahnesine çıkması sürecinde ise, Ocak Kardeşliği, “Yol Kardeşliği” zeminine doğru evrilmiş, ancak, ortaklık yapılanmasında bir değişiklik olmamıştır. Bu esas, bir sürek olarak, mülkün ve erkeğin egemenlik biçimine zıt bir yapılanma olarak günümüze kadar varolagelmiştir.
c) Yol Kardeşliği ve Örgütsel Makamlar
Konuya girmeden önce hem yukardan beri anlatmaya çalıştıklarımızın hem de bundan sonra aktaracaklarımızın bir başka yönden anlaşılır olması için, kadim Kızılbaş süreğinin çok önemli bir özelliğinden daha sözetmek durumundayız. Söz konusu özellik, Kızılbaş süreğinde kendini ifade etmek için kullandığı dil ile ilgilidir. Sürek, tarihi olarak erkek egemenlikli, özel mülk ve devletli süreçten sonra, tümüyle yapılanmasını ve bağlı olarak öğretisini gizlemek zorunda kalmıştır. Bu yüzden, Ortaklık Toplumlarına, “SIR TOPLUMLARI” da denmektedir.
İfade dili olarak, herkesin bilebileceği ve bilmesi gerektiği kadar bilebileceği bilgilerin açıklandığı anlatım şekline, “ZAHİRİ” denmiştir. Burada kendilerine ve öğretilerine ilişkin bilgiler yüzeyseldir. Çoğu kere de örtüktür. Bu bağlamda da gerçek bilgiler değildir. İkinci anlatım ise “BATINİ” dir. Batıni bilgiyi ise bütün yönleriyle, ancak, yolun önder yapısı bilir. Talipler ise bunu derece derece öğrenir. Göncel Alevilikte, gerçek bilgiye ulaşmakta çekilen sıkıntı da, Yolun bu özelliğinden gelmektedir. Çünkü, Yol’a dair tüm yazılı kaynaklar, değişik tarihi dönemlere yayılarak yok edilmiştir. Sözel aktarımlarla batıni bilgiye sahip olanlar da, bildiklerini kendileriyle birlik götürmüşlerdir. “Bilmeyen zaten bilmez, bilen de demez” olarak ifade edilen bu bilgilere sahip olanlar ise, günümüzde artık kalmamıştır. O süreğin son halkaları da, ne yazık ki artık aramızda bulunmamaktadır.
Geçiyoruz.
Sır ve bağlı olarak gizlenme erkânı, yapılanmanın bütün boyutlarında uygulanmıştır. Yol’un örgütlülük düzeyi de bunun dışında değildir. Bu çerçevede, Yol’un bilgeleri, yapıyı iki kısımda ele almışlardır. Birinci kısım, adına “Hizmetliler” dediğimiz, ortaklık yapılanmasının, maddi ve manevi her türlü gereksinmelerini karşılayan, yapının sürekliliğini sağlayan ve gelecek kuşaklara aktarmada sorumlu olan, sevk ve idare edici olan bir çekirdek örgüt. Bu kısım, bütün zamanlarda gizli kalmıştır. Bu gün adlarını andığımız yol ulularından, hiç birinin gerçek adlarının bilinmemesinin nedeni, bu gizlenme uygulanmasıdır. Yol içindeki adlandırılması da bu erkâna uygun olarak ifade edilmiştir. Gizli örgüt çekirdeğinden, “İÇERDEKİLER” diye sözedilir.
İkinci Kısım ise Taliplerdir. Talip düzeyinden sözederken de “DIŞARDAKİLER” diye belirlenir. Hizmetli yapı olarak, Mürşidinden Pirine, Rehberinden Mürebbisine, 12 hizmetlisinden, davetçi Dervişlerine kadar, makamların hiç birisi ayrıcalığa, denk düşmez. Tam tersine, herkes ihtiyacına göre olarak ifade edilen Yol erkânına bağlıdır. Makamda bulunmaları, Talip iradesini temsilendir. Onun rızalığı ile o makamda bulunurlar.Hizmetlilerin “Doğuş Kapısı Taliplerdir” bu unutulmamalıdır. Bunun içinde, yetenek ve yetkinlikleri belirleyici olur. Soya, boya bağlı olarak, babadan oğula, bir kazanılmış hak gibi devredilen Pirlik aktarımı, bir yol sapmasıdır. Özüyle,ruhuyla çelişkili olarak, Ocakların pir soylu ailelere mülk edilmesi süreciyle başlamıştır. Bu noktada dönemeç noktasını, 1500 yılı oluşturur. Erdebil Ocağı merkezli yapılanmadan sonraki sürec böylesi bir süreç olmuştur. Aynı süreç, aynı soylu ailelerin kendilerini, Ali soyundan göstermelerinin de genel geçer kural olmaya başladığı süreçtir. Kuşkusuz, yer yer daha önce de, Abbasi hanedanı egemenliği sırasında da görülmektedir, ancak, 1500 yılı son derece önemli bir sapma döneminin başlangıcını oluşturmaktadır.
Toplumsal yapılanmadaki işbölümüne bağlı olarak Ocaklar, 12 hizmet birimli iş bölümü esasına göre tasnif edilip derecelendirilmiştir. Hizmetler de öyle. Günümüzde Cem Meydanlarında, Meydan hizmetlisi olarak iade edilen “12 Hizmet”, tümüyle meydan hizmetine ilişkin olup adını ettiğimiz, işbölümünü kapsamaz. Tam tersine, 12 ana başlık altında(çiftçi-çoban işleri, sağlık işleri, adalet işleri, eğitim işleri, esnaf ve zanaatkar işleri vb.)gibi ifade edilen, genel işbölümü içinde yeralan ve adına, Meydan Hızmeti denilen özel bir hizmetli yapısını ifade eder. Tabi ki, yukarda da belirttiğimiz gibi, artık otantik yapılanma yoktur. Çözülmüş ve dağılmıştır. Bu nedenle de, görsel bağlamda, gerçek boyutlarıyla bu toplumsal yapılanmayı görüp anlamamız artık mümkün değildir.
d) Kızılbaş Olmanın koşulları
Hangi türden olursa olsun toplumsallık içerisinde ortaya çıkan tekmil örgütlenmeler, örgüt üyeliği bağlamında koşullar koyarlar. Bu kural dinler içinde geçerlidir, tarikatlar içinde. Tabiki günümüz gerçeğiyle ilgili olarak, bir ulusun mensubu, ya da bir ülkenin vatandaşı olabilmek için de yerine getirmek zorunda olduğunuz koşullar oluşturulmuştur. Her hangi bir toplum kategorisi için kurulmuş bir örgüte, ya da partiye üye olmak, onun mensubu olmak içinde yerine getirilmesi gereken, olmazsa olmaz koşullar mutlaka vardır.
Bu bağlamda, nasıl ki müslüman olmanın koşulları var ise, her müslüman olacak o koşulları yerine getirerek müslüman olabiliyor ise, Kızılbaşlar için de, Kızılbaş olabilmenin koşulları vardır. Hiç kimse Anasından kızılbaş olarak doğmaz. Kızılbaş olunur. Kızılbaş olabilmek içinde, onun kendisine göre koymuş olduğu koşulları yerine getirmek gerekir. Bu erkân, bütün Alevi sürekleri için geçerlidir.
Buna göre, Kızılbaş olabilmenin en temel koşulu, “Kemerbestlik” ve “Müsahiplik= Bıraye Musaviye” dir. Otantik Kızılbaşlıkta, kız ve erkek çocuklar 7 ila 16 yaş arasında, bağlı bulundukları Ocağa götürülerek, “aday üyelik” anlamında, “Kemerbestlik erkanından geçirilir ve eğitime alınırlardı. Ocaklar bu bağlamda Yol’un okulları olma görevini de üstlenirlerdi. Bellerine Pir tarafından kemer bağlanır ve deyim yerinde ise böylece ocağa kayıtları yapılırdı.
Aday üyeler evlendiklerinde, müsahip kardeşlerini belirlemek durumundadırlar. “Malı mala, canı cana katarak dört baş bir beden” olmaya hazır oldukları anda, “Müsahiplik Meydanı” açılır ve Yolun artık, her düzeyde sorumlu üyeleri olmaları için bunlardan, “İKRAR” yani söz alınır. Bu Meydana, “GÖRGÜ MEYDANI” da denir bu yüzden. Böylece, Müsahipler artık bir Yol kardeşi ve Rızalık Şehrinin de üyesidirler. Yolun en temel öğreti makalarına devam etmeye, kendilerini yetiştirip yol kardeşliğine hizmet sunmaya hazırdırlar.
Tabi ki, Yol’a girme koşulu olarak, olmazsa olmaz olanı belirttik. Bundan başka, Yola girdikten sonra yılda bir kez, yaptıkları ve yapamadıkları hakkında görgüden geçme erkanı yerine getirilecektir. Zalim kapısından adalet dilenmeyecek, Hak Meydanında DAR olunacaktır. Ortaklığa bağlı kalınacak, rızasız lokma yenilmeyecektir. Yola ve Yol Kardeşliğine herhangi bir zalim saldırısı olduğunda “canı başı hak yoluna koymakta tereddüt edilmeyecektir”. Yıl boyunca 12 Aşura, 4 Hızır orucu tutulacak, haftada bir kez yapılan ve yol öğretisinin sürekli hale getirildiği “Muhebbat Meydanı’na katılacaklardır.
Yol öğretisi “Dört Kapı Kırk Makam” olarak tanımlanan öğreti kademelerine göre sürdürülür.Şeriat, tarikat, marifet ve Hakikat olarak tanımlanan “Dört Öğreti Kapısı”, tümüyle Kızılbaşlık öğretisi esaslarına göredir. Şeriat, ya da tarikat sözlerini görüp onların bugünkü anlamlarına takılanlar, konuları karıştırmaktadırlar. Kızılbaş öğretisi Marifet ve Hakikat kapılarında dillendirilir. Batını bilgiler buradadır diğerleri örtüdür. Burada bir noktaya daha dikkat çekmek durumundayız. “Dört Kapı Kırk Makam” ilkesi, coğrayamızda bulunan tüm tarikat erkânlarında da ifade edilir. Sünni tarikatlar da buna dahildir. Bu bakımdan, sözü edilen öğreti makaları, Kızılbaşlığın, ya da genel olarak Aleviliğin ayırıcı bir özelliği değildir. Böyle sunmalar da doğru değildir.
e) Toplumsal Sistem Ya da Yaşama Şekli
Otantik Kızılbaşlığın, bir toplumsal oluşum olarak tarih sahnesine çıktığından bu yana, Ocak merkezli gelişip şekillendiğini belirtmiştik. Tarihi akışı içinde sistem; sürekli evrilip, gelişmeye açık bir yapılanma içinde sürekliliğini korumuş olarak, yaşamın hem maddi yanının hem de manevi yanının, Ortaklık esasına göre düzenlenmesine dayanır. Halâ, günümüze kadar dilimizde yaşamaya devam eden, “İMECE”, “KOM”, “KOMAL”, “MİR” gibi kavramlar, toplumsal yaşamda, ortaklık esasını belirleyen kavramlar olup, köklerini, kadim Kızılbaş gelenekten alırlar.
Sembolik ya da şeklen yerine getiriliyor olsa bile, bu gün gördüğümüz Cem Meydanında uygulanan erkânlar, aslında, sözünü ettiğimiz Toplumsal yaşamın kısa ve öz olarak, bir Cem Meydanına aktarılmış özeti gibidir. Bu yönden uyanık bir gözlemci, ana hatlarıyla bu özelliği gözlemlemekte gecikmeyecektir.
f) Bölüme İlişkin Sonuç Olarak
Genel Olarak Aleviliğe olsun, özel olarak onun en kadim süreği olarak Kızılbaşlığa ilişkin olsun belirtilecekler, burada aktarılanlarla sınırlı değildir kuşkusuz. Son yirmi yıllık birikimler de dikkate alınarak, oldukça genel bağlamda, bu doğrultuda hem pratik hemde düşünsel çalışma yapmak durumunda olacaklar için, bir ölçü olması bakımından, en temel özelliklere kısaca değinmekle yetindik. Sadece burada belirttiklerimizden de görüleceği üzere, hem genel olarak Alevilik(Elawi=Elevi= Alawi= Işık, aydınlık, ateş) hem de özel bağlamda Kızılbaş (ser û Sor) Alevilik, kendi başına bir yapılanmadır. Temel özellikleriyle „Öte Dünyacı“ dinlerden olmamıştır. Tarih içinde onlarla mücadele içinde olduğundan, o dinlerin hepsinin de hedefinde olmuştur. Bu nedenle, zaman zaman öte dünya bilgisi, öğreti zeminine sızsa da, o bir çok yolla bu sızma ve asimilasyon girişimlerini bertaraf edecek yöntemleri bulmuştur. Örnek olsun, Öte Dünya dinlerinin Allah olarak tasarımladıkları yoktan yaratıcı karşısında onlar „Hak“ demişlerdir. Hakkı ise „İnsan-ı Kamil“ olarak tarif etmişlerdir. „Benim Kabem İnsandır“ sözü bu anlamdadır. Öte dünya, cçennet, cehennem dedikleri yerde, „dileyen alsın onu, evim cennet , eşimde hüri/gılman“ demişlerdir. Bunun gibi…
Öte dünyacı dinlerin tamamı özel mülke, erkek eğemenliğine, sınıf egemenliği ve hepsinin harmanlanmış örgütlü ifadesi olarak devlete dayanmaktadır. Kısaca devletin ta kendisidir. Alevilik ise, cins egemenliğine karşıdır. Eş ve eşitliği esas alır. Sınıf egemenliği ve özel mülke karşıdır. Herkese ihtiyacına göre olan ortak mülkiyeti temel alır. Bu bağlamda da hepsinin toplam ifadesi olan devlet oluşumunu, insanlığa en aykırı bir yapılanma olarak görmüş ve daha başından beri, bu zemin ile yollarını ayırmıştır. İşin esası ve özü burdadır. Kıral olmak yada Şah padişah olmayı planlayan kimileri, tabi ki bu toplumun önüne çıkmıştır. Bu toplumu istismar etmiştir. Ama, bu toplumun böylesi çıkışlarla yollarını acı bedeller karşılığında ayırdıklarını da görmüşüz. En son Şah Hatayi mahlalı Şah İsmail böyle bir örnektir.
Bir devleti devlet eden, dört esas kurumdur. Yargı, Eğitim, Asker, Vergi/Maliye. Otantik Alevinin Kendi Adalet makamı /mahkemesi vardır. Askere gitmez, askerliği retdeder. Eğitimi ocaklar verir. Vergi vermez. Kendi sistemi için Hakullahı vardır. Tarih boyunca Kızılbaşların, asker oluşturdukları, başkalarının ülkelerini, mallarını yağmalamak için saldırdıklarını gösteren bir tek örnek gösteremezler. Yol fedaileri, asker değildir, saldırı örgütüde değildir. Tümüyle savunma esaslıdır.
HASIM KUTLU
İlk yorum yapan olun