Alevilik ve anadili 12
Dost muhabbetinden süzülüp gelen…
“Aynı vardan var olmuşuz” (Aşık Veysel)
Var olanın gönlüne, gönlümüzü katmışız. “Hiçlik aleminde” kendimizi sorgulamış, cahil olan aklımızı sorgumuza katmışız.
Varıp, anlamak ve
“Öğrenmek istersen doğru cevabı
Aşk atına binip koşanlara sor” demiş İbreti.
Bu yüzden “Aşk atına binip” koşanların peşindeyiz. Çünkü atların eşelediği toprak, düşerken yağmurun bıraktığı kokudaki bahardır ve gerçeğin kendisi olan bahar, her yeni filiz ve tomurcukta kendini yeniden doğurur, tekrar eder, yeniler bizi. Gerçek, öylesine acımasızdır ki tam ona erdik derken, o menzilini yeniden, bilimin rüzgarına katmış aşk atına binip koşarcasına, sonsuz bir değişim sürecine giriyor. Yetiş, yetişebilirsen…
“Muhabbetten gıdamız var” diyen Hüdai, ne hoş söylemiş. Veli Balaban ve Murat Kılıç can ile deryanın içinde çırpınırken, bir “öz” düştü önüme. “Can canı sever, ötesi yok bunun çocuk” der arkadaş Zekai Özger. Bir de can canı besler aşk ile, bilgi ile ve beslediler de.
Bu muhabbetin deminde, kullandığım bazı kavramları, kendi öznel bakışım ile ele alınca “hülyalı” güzelliklerle örüp durduğumu fark ettim. “İnsana dair ne varsa” kabulüm olsun diyerek düştüm mürekkep şişesine.
Biz, “Alevilik özüne dönmeli” derdik. Öz derken kastettiğimiz ile kullandığımız kavramın aynı olmadığını düşünememişiz. Kastımız, rotasından öyle böyle uzaklaşan Alevilik’in, kendi gerçeğine, ileriye doğru yürüyüşünü izah etmekti. Oysa, özüne dönmek, geriye götüren bir kavrama tekabül ediyor. Aksine Alevilik, değişim yasasına yaslanan, sürekli değişen ve değişmekte olandı. Öz meselesi idealist bir çağrışımken, öze dönme isteğiyle, idealize edilmiş dogmalara dönüşü istemiş olacaktık.
Bir diğer yanıyla da “hangi öze” dönmeli sorusunun da ayakları havada kalıyordu!
Alevilik tarihinin hangi aşamasının özü? Babai öncesinin mi, sonrasının mı, Hace Bektaş öncesinin mi sonrasının mı, takiye öncesinin mi sonrasının mı? Hangi “öz” esas alınacaktı ?
Bu nedenle önce “öz” meselesine kısaca değinmek lazım.
“Bunlar, (yani öz(ler) kastediliyor) bedenler (madde), zihinler (ruh) ve Tanrı´dır.” (Descartes) Nihayetinde vardığımız “öz” “tanrının özüne” dönmeyi ifade ediyor! Felsefi anlamda “öz ve öze dönmek” bu anlamı taşımaktadır. Varoluşun karşıtı olan “öz”.
Alevilik, Anadolu’nun İslam işgaline uğradığı dönemde de İslam’ın “tanrısı” ve onun “peygamberine” karşı, “ben tanrının özüyüm” diyerek bir karşı duruş göstermişti. Bu karşı duruş, “öz” üzerinden kendi “gerçeğine” varma yöntemiydi. Böylelikle “dayatılana” karşı, “tanrı ya varma, tanrının nüvesi olma” anlamında “öze” varma olarak görüldü. Kısacası buna vahdet-i vücut denildi.
Alevilikte, zamanın koşullarına bağlı olarak, kısmen tasavvufi “vahdet-i vücut” anlayışı dillendirilmiş olsa da (o veya bu biçimde) kendi içindeki gerçeğe varma olgusu ağır bastığından, aslında gizlenen sır, vahdet-i mevcut anlayışının ta kendisiydi. Vahdet-i mevcut doğrudan “öze” karşıt, varoluştan beslenen felsefi bir duruştu. Tanrının “nüvesi” olan kâinatı değil, bizzat mevcut olanı, bütünsellik içinde kabullenen Alevilik inanışı, vardan var olan evrenin ta kendisini tanrı makamına getirmişti. Bir güç veya kudretten yaradılışı değil, vardan varoluşun kendisini ifade etmek için kullanmıştı bildiği ve anladığı dillerden her kelâmı.
Bu ikili “çekişme” ya da çelişme varoluş ve yaradılış arasındaki çekişmenin kendisidir!
Fransız Devrimi’ne kadar bilim (bilimsel felsefe), kendi “dilini” din despotizmi altında, “öz veya öze dönme” kavramları ile tartışmak zorunda kaldı. Egemenlerin din despotizmini kullanmasından önce felsefe, gerçeğe varmanın peşindeydi.
En sevdiğim filozof Heraklitos, “bir nehirde bir kere” yıkanabileceğini söyleyip, “değişmeyen tek şeyin değişim” olduğunu MÖ 5.yüzyılda belirtmişti. Din hâkim kılındıkça, muazzam dehalar, doğal olarak dinin, “tanrısal öze” dönme olgusuyla, kavramları ve gerçekleri tartışmak zorunda kalıyorlardı.
Oysaki Heraklitos, MÖ 5.yüzyılda, “değişmeyen tek şey değişimdir” diyerek, net ve bilimsel olarak, “özün” gerçeğe ait olmadığını ortaya koymuştu bile!
Fransız Devrimi ile birlikte bilim ve bilimsel felsefe, kendi keskin ayrımını ortaya koyarak, bilimsel düşünce kavramını ele aldı. O zamana kadar “çırpınan” bilimsel felsefe “özlerde” boğuldu, yordu, yoruldu…
Yaşadığımız toplumun gerçeği ne ise bunun dilimizde ve yaşamımızda etkileri de o derece yüksektir. Yaşadığımız toplumun ve çağın kültürünü yansıtır dilimiz. Buruno ne demişti “nasıl yaşarsan öyle düşünürsün”. Fransız Devrimi’ne kadar yaşanan bilimsel felsefenin sıkıntısı, Alevilik için de geçerliydi.
Alevilik bilimsel felsefenin yoludur ama tarihi ve coğrafi öznellikleriyle yer yer idealist görünmekle beraber, materyalist öze sahip bilimsel felsefenin öncüsü, ardılı ve savunucusu olmuştur. Alevilik de yer yer koşulları gereği takiye yaparak gerçeği giz halinde sırlamış, Ali’yi “ham olana”, gerçeği ise “İnsan-ı Kamil’e” bırakmıştır!
Alevilik her daim değişimi esas almaktadır. Gerçeği kendisine rehber edinmiştir Alevilik. Babai, Celali, Börklüce ve daha nice Alevi hareketlenmelerine öncülük edenler, içinde bulundukları koşulları değişim yasası ile ele alıp, ona göre de konumlanmışlardır. Feodalist toplum yapısına alternatif sunmuşlardır. Burada bir “öz’den” bahsetmenin imkânsızlığını ve ne kadar zorlama olduğunu ancak ayırt edebiliyorum.
İdealizmde özüne dönmek, tanrı “özünü” aramak ve ona ulaşmaktır. Alevilik de ise her şeyin gerçeğine varmak olarak ifade edilmiştir. O zaman kullanılması gereken doğru ifade, öze dönmek değil GERÇEĞE VARMAKTIR!
Aleviliği de bilimsel kılmaya devam edecek olan budur.
Değişmeyen tek şey değişimdir gerçeği ile bakıp, gerçeğe varmak istiyorsak, buradan yola çıkmak doğru olan yaklaşım olacaktır. Böylelikle Alevilik, değişen koşullara uyum sağlamaya devam edecek ve değişimi de sağlayacaktır.
Alevilik, sorgu yolu olduğundan doğru soru da “nasıl sorusu” olmalıdır.
Nasıl ? aşk ve sevgi ile
Nasıl ? kendinde arayarak
Nasıl ? bilim ile
Nasıl ? gerçeği rehber alarak
Nasıl ? varlığın birliği, vahdet-i mevcut, devr-i daimi kavrayarak v.b.
“Her şey akar hiçbir şey kalıcı değildir, o yüzden aynı derede iki kez yıkanmak da mümkün değildir; Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben, hem de dere değişmiştir”
Alevilik ve ana dili, Heraklitos nehri gibi akmaya devam etmelidir. Alevilik’in insanlığa ses verdiği tarihten bu yana, “aynı nehirde” olması düşüncesi, yolun kendisini anlamamak olacaktır.
– “Ne şaşırıyorsunuz bre reziller! yoksa oyun oynamak, sizinle devlet yönetmekten daha iyi değil mi?” (Heraklitos, Artemis tapınağında çocuklarla oyun oynarken yanına gelen Efesliler’e söyler)
Geleceğe Alevilik NASIL ulaşacak sorusuna vereceğimiz en gerçekçi cevap, “kurum veya “post” yönetmekle ulaşamayız” cevabı olacaktır. Kafasını kuma gömenler için, ağzımı dayayıp toprağa söylemek zorundayım ki sözümü; Dilinden koptuğunuz, revize ettiğiniz Alevilik, Alevilik değil, aksine yönetmenin “sefaletidir”! Statüko biçiminde tarihi ele alarak ve bir dizi “mutlak kutsallar” yaratarak varamazsınız gerçeğe. “Kutsallar” yaratarak, değişimi değil, ancak “mabedinizi” inşa edersiniz.
Metalaşan ve pazara inen “yol”, alınıp satılan “kâr” olmaktan çıkartılmalıdır. Yol, yürümek içindir! Bu yürüyüşün yoluna ait parke taşları da “değişim yasasından” örülmüştür.
– Hak kavramını, haksızlık kavramı olmasaydı bilemezdik (Heraklitos)
Hak kavramını 99 isimde arayanlar, MÖ 5.yüzyıldan habersiz midir?!
Hak, yaşadığımız haksızlıktan doğuyor. “Hak ve hakikat için” tarihi aşındıran Alevilik, geleceğe ana dili ile akacak ve bu uğurda Devrimci Aleviler Birliği de yolun öznesi olmaya devam edecektir.
Aşk ile.
Girip ummana erenler
Var da zerreyim diyenler
Babil’e varan yarenler
Hakkın hakikati için
Heraklitos da nehirdim
Varıp ateşe verildim
Anadolu’da gezindim
Hakkın hakikati için
Babai de dile varan
Nevşehir’e oldu revan
Komüne dönüp yol açan
Hakkın hakikati için
Haydar-ı Kerrar’ım gör der
Külünden gerçeğe döner
Yalan delil ile söner
Hakkın hakikati için
(Haydar)
Haydar Ceylan (Ağustos 2020)
İlk yorum yapan olun