Köken ve tarihini kısa özetler misiniz?
Haşim Kutlu- Aleviliği tanımlamak yerine anlatmayı esas alan bir yaklaşımı daha doğru buluyorum. Tanımlar hangi kestirimler içinde yapılırsa yapılsın, dar olur, anlaşılması gerekeni tam ve doğru olarak vermez. Her tanım nereden bakarak tanımladığınıza bağlı olarak bir karakter kazan…ır ve görecel olur.
Bu çerçeveden anlaşılmak üzere Aleviliği en genel olarak bir “Doğa Dini” olarak ele almak doğru olur. Tarihsel ve toplumsal bakımından hangi dönem dini olursa olsun fark etmez, dini bir toplum formatı olarak ele aldığınızda, Aleviliğinde bir doğa dini olarak, kadim Ortaklık Toplumu’nun bir bütün olarak üst yapısını ifade ettiğini görürsünüz. Tarihsel kökleri de, kadim Ortaklık Toplumu’na dayanır. Tarihsel süreğin evrimine, değişip dönüşmesine bağlı olarak bu kadim köklerden evirilerek, değişip dönüşerek günümüze akıp gelmiştir.
Kadim Ortaklık, üç temel kutsallıkla kendini ifade ederken, sonraki evrelerin ve evrimlerin bir tekmil kutsallıklarının da temelini oluşturur son kutsallıklar. Beslenme, Barınma ve Üreyim(doğum)dir. Bu üçlü kutsallığın temelinde ise Ana vardır. İlk kadim ortaklık, doğal olarak Kadın Anaya aittir. Alevilik bu bağlamda, kadimliği ölçüsünde Alevilik, Kadın Ananın, bize bir armağanıdır. Bütün kutsallıklarının temelinde dişil öğe vardır ve “Doğum” kavrayışı esastır.
Bütün değişim ve dönüşümlere, çözülüp bozulmalara karşın Günümüze gelebilmiş Dersim’in bilinebilen eski adının Mananalıs KOMANASI, ya da Anamisi(dımılkıce) ya da Mamiki(Ermenice) Komanası olarak tarihe kayıt düşmesi bu belirlemem açısından tesadüf değildir. İlki Luwiceydi ve her üç dilde de yapılan Vurgu Ana tanrıça MA nın Halkı anlamına gelmektedir.
Alevi literatürü ezici çoğunlukla bu kadim geçmişe aittir ve olabildiği kadarıyla hala varlığını sürdürmektedir. Oldukça ağır bir evrim geçiren kadim doğuş yeri Yukarı Mezopotamya ve Anadolu’dur. Hal böyle olunca da Alevi literatürü bu coğrafya kökenlidir, Örneğin, kadim Aleviliğin köklerine izafeten, toplumsal yapıyı RIZA ŞEHRİ olarak tanımladılar. İkrar verip topluma üye olmayı ise RIZA ŞEHRİ evladı olmak(Yol Evladı) şeklinde tanımladılar. Anadolu’nun batı ve orta Anadolu’sunda hala kullanılan, İmece, dayanışma, paylaşma ya da Ortak gibi, Yukarı Mezopotamya alanına gelindiğinde ise, KOM, Komal, Mir, Miran ve Komana gibi kavramlar, hep bu yapıyı anlatan kavramlardır.
Dursun Ali Küçük-Alevilik bir inanç mı din mi? Aleviliğin kendine özgü özellikleri temel inanışı neye dayanır?
Alevilik tek tanrılı dinlerden(Musevilik,Hırist
Yoksa Müslümanlıktan almış, ama İslam’dan ayrı bir din midir?
Haşim Kutlu- Alevilik kendi başına bir dindir, din ise toplumsal yapılanmada üst yapıyı ifade edendir. Din, üç asırdır klasize edildiği gibi bir iman ve itikat konusu değildir. Her dinin iman etmeyi gerektiren bölümü vardır ama din, iman ve itikattan ibaret değildir. Bir bütün olarak, siyasal alanı yani üst yapıyı ifade eder. Örneğin egemen dinler diye tanımlanan dinler, bir başka deyişle kapitalizm öncesi dinler(bölgemizdeki), şemsiyesinde Allahın olduğu Allah Devletlerinin kendisiydiler. Kapitalizmle birlikte, Allah’ın yerini Kutsal Ulus aldı. Allah Devleti de yerini Ulus Devlete bıraktı. İslamiyet, Tek ve Tekel olan Allah’ın Dini olarak tek tanrılı dinlerin en evrime uğramış olanıdır. Tek ve tekel Allah kutsallığı şahsında oluşturulan ise Tek ve tekel merkeze bağlı kutsal devlettir. Feodal Tekel de diyebiliriz buna ve Allah, zaten bunun metafizik ifadesinden başka bir şey değildir. Mülkün ve hükümranlığın devleti.
Bu anlayış çerçevesinde Alevilik, mülk ve hükümranlık dünyasının/kutsallığının zıddı olarak Ort
aklığın ve Hakkın(Rıza Makamı) toplumu olarak kendini ifade eder. Bütün kutsallıkları öte dünyalılığı reddedendir. Dünya Ananın, doğurduklarının tümünü, ihtiyaçlarına göre rızıklandırdıgını, bu bağlamda da cümlenin bu Yola bağlı olarak, ihtiyacına göre yaşamaları gerektiğini ifade eder. Başına her ne gelmişse, şöyle inandığı buna inanmadığı için değil, tamda böyle yaşadığı için gelmiştir. İslam’ın Allahı, ortak kabul etmez, bu bağlamda onun dünyasal temsilcisi Halife ve devleti de ortak kabul etmez. Mülk onundur, istediğine lütfeder istediğine etmez. Oysa, Alevilik, benim mülküm değil ortaklık diyor, hükümranlık değil rızalık diyor. Hükümranlık anlamında makam ya da kariyer yoktur. Hizmet ve Rızalık vardır. Dolayısıyla Aleviliğin yaşadığı bir yerde, Tek v e tekel olarak hükmetmek mümkün olmaz. Olursa da Aleviliği bastırarak, yok ederek olur. İşte orada, hükmetmek için kan dökmek kaçınılmazdır hükmetmek isteyene.
Anlatmaya çalıştığım özellikler bir kere kavrandı mı, Alevilik İslam’ın içinde mi dışında mı, gibi sorular, anlamını yitirir. Buna karşın şu kadarını belirtmek de yerinde olur. Bizim coğrafyamızda bir tekmil tarihsel devrimlere, Peygamberler öncülük etmiştir. İster Semitik İbdrahimi dinler olsun ister Aryenik Zerdüşti dinler olsun, çıkışları itibariyle tekmil kutsallıklarını kadim Ortaklık zemininden alırlar ve Ortaklık olarak yola çıkarlar. Ne ki her çıkış kendisini koşullayan egemenlik sistemine kavuştuğu andan itibaren, işin doğası gereği Ortaklık değerlerinden koparlar, O değerlerle zıtlaşırlar.
Alevilik, İslam’ın çıkısına bu bağlamda sahiplenir. O değerleri, kendisinin değerleri olarak görür. Devletleşmiş İslamı ise reddeder. Belki, doğru anlamıyla İslam’ın “özü olma” söylemini bu temelde ifade ederek doğrulayabiliriz. Yolun bilgeleri ne yaptıklarını ve ne söylediklerini bilerek hareket etmişlerdir. Bu gün, bu söylemi dillendirenler, bu bağlamda değil, hem asimilasyon etkisiyle hem korku etkisiyle ve hem de soyu koruma etkisiyle bunu ifade etmektedirler,
Dursun Ali Küçük-İran’da egemen olan Şiilik, Sünni İslam tarafından 5.Mezhep sayılıyor. Oysa geçmişten bu yana İslam ve Müslümanlığın egemenlik sürdüğü bütün ülkelerde Alevilik İslamiyet’ten sayılmamıştır ve İslamiyet’in bir mezhebi Kabul edilmemiştir. Bana göre İslam’dan almış ama Alevilik İslam’ın bir mezhebi değildir. Alevilik İslam’dan görünüp İslam’a uymadığı için mi bu güne kadar hep dışlandı ve egemen İslam tarafından ezildi ve hala da ezilmesini ve baskı görmesini nasıl izah edersiniz?
Haşim Kutlu-Bu soruyu yanıtlamadan önce kendi anlayışıma göre bir düzeltme yapmam gerekiyor: Alevi kavramıyla ifade edilen toplum tümüyle Yukarı Mezopotamya ve Anadolu’ya ilişkin olanlar içindir. İslam’ın egemen olduğu ülkelerdeki topluluklar bu adla adlandırılmazlar. Buradaki yanılgı Alevi kavramının Ali adına izafeten söylendiği düşüncesine dayanmaktadır.
Alevi kavramının “Ali -Evi” bağlamıyla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Doğrusu, “A LUWİ” dir. Sözcük günlük dilde konuşula konuşula ALEV’e dönüşmüştür. A LUWİ veya ALAWİ ise IŞIK demektir. Bu nedenle İslamiyet sonrası 1500’lü yıllara kadar Alevilere IŞIK TOPLULUĞU da denirdi. Anadolu ve Yukarı Mezopotamya da hala bölgede, gerek, dağ adı, köy adı mahalle veya ziyaret adı olarak IŞIK adlandırması vardır ve üzerinde yaşayanlara izafetendir.
Devletleşmiş İslam’ın fethettiği yerlerdeki toplulukların ayrışmasına gelince, her zaman yerli ve ortaklık geleneğine bağlı olanlar, egemen İslam’ın temsil ettiği değerlerle zıtlık içinde olmuşlar, bu bağlamda da hep hışmına uğramışlardır. Aynı yaklaşımı egemen Hıristiyanlık içinde belirtebiliriz.
İran’daki Şiiler, esas yapısal özellikleri itibariyle, İslam’ın fethinden sonra, geride kalan Sasanilerin eski Dini Aristokrat/kast ailelerine dayanır. Onlar, Varlıklarını ve kast ayrıcalıklarını bu yolla korumuşlar, Muhammed’in ölümüyle ortaya çıkan, İslam’ın anayurdundaki ayrılığın bir tarafı olarak, tabi ki Ali tarafı olarak, bu zeminde yeniden değerlendirmişlerdir. Şiaya ilişkin bütün düşünsel ve itikatsal belirlemeler, daha çok bu Aristokrat ailelerce kotarılmıştır ve kendi konumlarını güvence altına alan belirlemelerdir.
Teorileşmiş Ali Şiası düşünceleri, esas itibariyle İmam Cafer döneminde oluşturulmuştur ve İmamın etrafında toplanmış bir ekip tarafından gerçekleştirilmiştir. Teorinin kurucularının ezici çoğunluğu İranlıdır. Örneğin Ali Nevbahti, bunların önde gelenlerindendir. Diğer mezheplerin/Partilerin Şiayı İslam partisinden saymamaları buna dayanır. Kast ailelerinin ve çıkarlarının Alahla illiyet içinde kutsanması, Egemen İslami değerlerle çatışır. İmamlar ve Veliyullahlık-Uluhiyet bağlamı, bu kutsanmanın düşünsel arka planıdır ve Resulluk dışında bir bağlamı kabul etmeyen tek ve tekelci İslamiyet açısından kabul edilir değildir.
Adı Anadolu da Alevilik olan. Mısırda Sebi’lik, Lübnan’da Dürzilik, Yemende Zeydilik Vs Vs olan ayrışma ise her yerin kendisine uygun ve özgün koşullar içinde varlık sürdüren doğa dinlerine özgüdür. Bir başka deyişle Ortaklık toplumlarına özgü ayrışmalardır bunlar ve İslam’a göre Şirktirler, GULAT ya da yaygın söyleyişle sapkındırlar.
İslam insanı iki kısımda ele alır. Birinci kısım İnananlar/müminlerdir ki, insan olanlardır. İnanmayanlar ise ikinci kategoriyi oluşturur. Bu kategoridekiler, insan değildir kafirdirler.
Kapitalizm öncesi egemen sistemlerin (köleci veya feodal) gelirleri, üretime ve üretim fazlalığına dayanmaz. Esas gelirin kaynağı, fetihler ve yağmalardır. Daha çok gelir, daha çok fetih ve yağma, daha çok yağma daha büyük ordu, daha büyük ordu daha çok fetih ve yağma gibi bir kısır döngü demektir. Fetih, sanıldığı gibi sadece dış fetih değildir, birde gözlerden hep kaçan iç fetih diye bir şey vardır ki testereye benzer. Hem giderken keser hem de gelirken. İç fetihlerin hedefinde ise hep Ortaklık Toplumları vardır. Yani konumuz olan Aleviler…Onlar üzerine gerçekleşmiş tekmil katliamların altında bu gerçek vardır.
Sahip oldukları dinleri, hep onların ortak yaşamlarını öğütlüyor, örgütlüyor, bu ise egemenliğin/Devletin devlet olabilmesini hep engelliyor. Otoritesini kırıyor ona çıban başı oluyor.
Sonraki soruları da bir biçimde karşılaması bakımından bir noktaya daha değinmem gerekiyor burada. Devlet olan bir devlet, başlıca dört kurumla kendini ortaya koyar. Birincisi Askerliktir. İkincisi, Vergidir, üçüncüsü Adalet, dördüncüsü ise Eğitimdir. Sözünü ettiğim Ortaklık toplumlarının ya da aynı bağlamda Doğa dinleri topluluklarının hiç birisi, bu kurumların hiçbirini kabul etmez. Örneğin Aleviler, bu kurumların hiçbirisine evet dememiş kendi içinde ve kendi sistemlerine uygun olarak bunları yapılandırmışlardır. Ben ona “Devlet içinde devlet, tabi ki devlet olmayan devlet” dedim. Yapılanmanın bu özelliği otantik Ortaklık Toplumu süreği bakımından kalıntılar düzeyinde de olsa Dersim’de 1938’e kadar sürmüştür. O bakımdan bize özgü Aleviliğin doğru anlaşılması bakımından Dersim tipik bir örnek ve adeta laboratuar niteliğindedir.
Dursun Ali Küçük-Alevilik bu gün bazıları tarafından monist ve evrensel ruhun mutlak egemenliğinden gösterilse bile düalist değil mi?
Haşim Kutlu- Tabi ki Aleviliğin dünya görüşü düalisttir. Doğaya ve doğal yasalara, kutsallık formatı içinde ama çıplak olarak dayanır. Her oluşumu, yara
tılış esasına göre değil “DOĞUŞ” esasına göre açıklar. Her oluşum zıttıyla birlikte doğuş alalına gelir. Söylediğime örnek olsun; Bugünün Aleviliğinde sıklıkla terennüm edilen “HAK MUHAMMED ALİ” üçlemesi(teslis), ilk oluşumu belirlemek için ifade edilmiştir. Ne ki bu zahiri bir belirlemedir ve doğuş esasına göre, doğuşu açıklamayan eril bir dizgedir. Batın erkânında bu belirleme, “HAK NACİ NACİYE” olarak belirlenir. Doğuşun evrensel ilkelerinin cismanileştirilmiş ifadesi olarak böyle belirlenmiştir. Aslında, Naci ve Naciye doğuşun kuvvetler olarak anlatılmasının birer betimlemesidirler, yaşayan varlık değildirler. Naci, eril kuvvete Naciye ise dişil kuvvete ilişkindir. Hak ise var olan varlığa, evrene işarettir. Eril ve dişil kuvvet birleştiğinde bir doğuş, ayrıştığında ise bir başka doğuş olur (Ölüm sözcüğü bu nedenle Alevilikte kullanılmaz).
Dursun Ali Küçük-Alevilik insan merkezli bir felsefe ve inanışa dayanır. Enel Hak ve bu gün Dersim Alevilerinin inanışında Rea Haq, İran’da Goranlıların önemli bir bölümünü kapsayan ve adına Yerasanlılar denilen Enel-Hakçılar, Hallac-ı Mansur, Nesimi ve Suverdi gibi Şahsiyetlerce savunulan Enel-Hak inanışı ve felsefesi Aleviliğin her ekolünde şu veya bu şekilde var mıdır?
Bu insan merkezli felsefe ve inanışı bir ölçüde hümanizm mi?
Haşim Kutlu- Enel-Hak ifadesi, Hallac-ı Mansura özgü bir belirlemedir. Öncelikle bunu ayrı olarak ifade etmem gerekir. Hallac’ın düşünsel evriminin doruğudur. Düşünsel sıçramasının bir dışa vurumudur ve bu evrime ilişkin elimizde bir tek belirleme bulunmamaktadır. Sanıldığı gibi Hallac, Bu ifadesi için yargılanmamıştır. Sekiz yıllık tutukluluk süresi boyunca hakkında 250’ nin üzerinde din uleması, mahkemede aleyhte bulunmuş ama bu belirlemeye ilişkin bir tek soru yoktur.
Hallac üç temel nedene dayanarak yargılanmıştır. Birincisi; Özel mülkün, Erkek hükümranlığının ve sınıf ayrıcalığının korunup kollanması anlamına gelen Devlet İslam’ına yüklenmiştir. Ortaklık değerlerinin yeniden yenilenmesini, mevcut şartlara uyarlanmasını istemiştir. Yani Ortaklık yanlısıdır. İkincisi, Ortaklık Toplumu Süreğinin en canlı örgütlenmesi olarak tarih sahnesine çıkmış olan Güneyde Karmat, Kuzeyde Daylem süreklerine akıl hocalığı yaptığı, yani, günün teröristleriyle bağlantı içinde olduğu, üçüncüsü, kadın cinsine tarihsel olarak ihanet edildiği yolundadır. Örneğin Mahkeme, bu sorgusunu böyle çıplak değil de, literatüre uygun olarak İblisi yücelttiği ve Allah’a şirk koştuğu şeklinde yapmaktadır. Çünkü, cümlenin naletlediği İblise Hallac, açık olarak, “O benim prim ve üstadım/ O bütün aşıkların piri ve üstadıdır, o en büyük aşıktır” belirlemesiyle yanıt vermiştir.İblis bir metefordur ve buk meteforun arkasına gizlenen ise Kadın Ata gerçeğidir. Hallac, günün geçerli dili olarak Kur’an dilini kullanarak deşifre etmiştir. Hallac’a yönelik “Allah adamı “ yakıştırması onu toplumsal-tarihsel ve dünyasal kimliğinden soyarak onu bir kere daha katletmek isteyenlerin yakıştırmasıdır.
Hallac’ın Enel Hakkı ise, tümüyle yeni şartlarda, ortaklık eğer yeniden imar edilecekse, Mülkün egemenliğinin tek ve tekelci hükümranlığı anlamında, arş-ı aladaki Rab Allah’ın yeniden yeryüzüne inmesiyle mümkün olacağı yönündeki yaklaşımının ifadesidir. Bütün öğretisini tek ve tekel Allahı aramak üzerine yapmış birinin, geleneksel kutsallıklar zemininde, varacağı en son noktaya varmış olan Tek ve tekel Allah kutsalıyla, Ortaklığı imar etmesinin mümkün olmadığını görmüş olmasıdır. Onu tahtından indirme çabası, bütün egemenlik yapılanmasının hışmını çekmesine neden olmuştur. Hallac, hangi ilahiyat söylemiyle bulamaç haline getirilirse getirilsin işin esası budur ve bu nedenledir ki, bir tekmil yasaklara karşın, ona ilk ve en önemli makamı vererek ayağa kaldıranlar da, adları ister Yaresan ya da Ehli Hak ya da Kızılbaş olsun, Yukarı Mezopotamya’nın, Daylemin Alevileriyle Ezidiler olmuştur.
Gerek Dayleman Alanının Alevileri, ki Goranlar bunlara dahildir Gerek Dersim Alanının gerekse Anadolu yakasının Alevilerinin tamamında, Enel Hak ifadesiyle ulaşılması arzu edilen Maddi ve manevi anlam ortaktır. Tabi ki bu ifadeyle varılmak istenen hedef de ortaktır. İstisnasız bütün Yol aşıklarınca bu anlam ve bu hedef hep aktarıla gelmiştir Mansur’a izafeten aktarıla gelmiştir.
Adanı ettiğim coğrafya üzerindeki Alevilerin Toplumsal yapısını, bilinen klasik yapılanmalar bağlamında bir yerlere koyamayan araştırmacı Akademisyenlerin bir kısmı, “Demokratik Dervişan Cumhuriyetleri” diye adlandırmaktadırlar!. Oysa bunların hiç birisinde Ortaklık Toplumu olabilecekleri yolunda bir kestirim yoktur. Tarih anlayışları buna engeldir. Bana en yakın saptama içinde olanlardan çok azı, daha uzak geçmiş için “Kaba kamulcu” diye adlandırsalar da,(Mazdakiler ve Hürremdinliler) bunun bir sürek olduğu, egemen olamasa da zıt bir uygarlık çizgisini temsil ettiğini görememekteler.
Kaba kamulculuktan kastettikleri ise ilkel komündür, Hazır toplayıcılığı içerir. Oysa bu gibi yaklaşımlar, Nemrut Dağındaki Komagene kalıntılarının bir ortaklık Toplumu yaratması olduğunu bir görseler uçuklayacaklardır her halde ama öyledir. Başlı başına incelenmesi gereken bir konudur ve zemin uygun değildir açmak için. Samsat Bu Komana’nın Merkez Ocağı, bir başka deyimle başkentidir. 1200’lü yıllar da bu kez, aynı Ocakta Baba İshak vardır ve bu bir tesadüf değildir.
12(Desu du Nurani) Nur kutsalını, İmamlarla açıklayan zihniyet, serçeşmeyi bırakıp Mekkeler de aramaktadırlar bu gerçeği. Oysa at Nemrut Dağının tepesindedir, çıkıp oradaki kutsal heykelleri saysalar 12 olduğunu görecekler!… Ayrıca kollektif yaratıcılığın ne denli harika olduğunu da görüp kendilerine ve geleceklerine güvenle bakacaklar!..Bir yandan Komagene deyip bir yandan da Krallık derseniz alacağınız sonuç bu olur zaten!.. Gerçekte ya komündür ya da krallık, biri ise gerçek olan, diğeri değildir!….
Hümanizm ile bağı sorulmuştur. Bence, bu soru da modern toplum akademisyenlerinin bir ayrımlamasıdır ve kafa karışıklığından başka bir şey değildir. Otantik Aleviliğin özel olarak böyle bir ayrımlaması yoktur, buna gereksinimi de yoktur. Çünkü bir doğa dini olarak sadece insana özgü değil Dünya Ana üzerinde Can taşıyan her şeye CAN bağlamında bakar ve yaşamlarının kendisi böyledir. Bu bağlamda ayrıca doğacılar ya da çevreciler diye nasıl belirlenemezse hümanist diye tanımlanmaları da fazlalıktır.
*Dursun Ali Küçük-Kürdistan Aleviliği ile Türk Aleviliği hangi noktalarda birleşiyor ve ayrışıyor? Özellikle Bektaşilik eliyle Kürdistanlı Alevilerin Türkleştirilmeye ve Bektaşi yapılmaya çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
*Haşim Kutlu- Bu soruya Anadolu ve yukarı Mezopotamya da kadim geçmişten bu güne, ne kadar halk var idiyse ve bunlardan ne kadarı gelmiş idiyse o kadar Alevi vardı diyerek yanıt vermek istiyorum. Uzak ve orta geçmişe gitmeye gereken yok, Cumhuriyetle birlikte oluşturulan ulus; dile göre, tarihe göre, dine göre, soya, boya ve toprağa göre bir tanımla, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleriyle Anayasa konusu edildi. Dolayısıyla, bütün etniler ve bütün din toplulukları, çift ağızlı bu asimilasyon değirmenlerinden öğütüldüler.
Böyle olunca da, şimdi çok ciddi olarak bir yanılgının üstüne oturarak durum saptaması yapıyoruz. S
anki Alevi denilince bir Türklerin ve bir de Kürtlerin Alevileri var anlaşılıyor. Kürt Halkının Özgürleşme mücadelesi ve inkara karşı varlığını tarih sahnesine yeniden taşıması, aynı zaman da onun Alevi ayağını da gündeme taşıdı. Ondan önce Türk ve Kürt Alevisi de denmiyordu. Alevi, sadece Türktü!.
Asimilasyonun iki ağızlı kılıcının hışmından yara bere içinde de olsa kurtulup varlığını sürdürmeye çalışan Ermeni, Laz, Rum. Arap Alevilerini nereye koyacağız? Son 15-20 yıldır akıtılan zehirle, Tahtacıların, Çepnilerin kendilerini Türke saymaları tam bir asimilasyondur. Oysa daha yakın zamana kadar Onlar kendilerini, Kızılbaş olmak ve Tahtacı olmanın dışında tanımlamıyorlardı. Zaten de Egenin yerli halklarıdır ne Türklükle ne de Türkmenlikle bir ilgileri yoktur. Kaldı ki, Dersimli, Malatyalı, Maraşlı Kızılbaş Alevilerin önemli bir kısmı da Kürt oldukları halde kendilerini Türklükle tanımlıyorlar ki, sadece Türklükle de yetinmiyorlar, “biz öztürküz” diyorlar!. Asimilasyonun öğütücü etkisi etni de bir kez böyle tezahür edince, bunun İslami boyutunun da böyle olacağı açık olsa gerektir. Tabi ki “öz Müslüman” da olacaklardır!..
*Dursun Ali Küçük-Rea Haq olan Dersim-Koçgiri Aleviliği ile Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki Aleviliği nasıl görüyorsunuz? Bunların farkları ne ve birlik nasıl oluşturabilirler?
*Haşim Kutlu- Sorunun en son sözünden hareket edeyim, Alevilerin birliği diye bir şey, objektif olarak mümkün değildir. Dün de olmamıştır zaten. Ancak, Yolun bilgeleri kandaşların birliğini sağlayabilmek için, “Kandaş Kardeşliği”ni (Çekirdek Ocak), “Yol Kardeşliğine evirerek dolayısıyla da etni özelliklerini de dikkate alarak “Sürek” kavramını üretmişler, etni özelliklerine bağlı özgün sürekleri, Yol’da birleştirmişler. Olabildiğince örgütlü birliğe böyle bir cevap bulmuşlar. Ortaklık yaşamının tamamı Yolu belirlediğinden Yol tek olmuştur. Ancak her özgünlük yolu kendince yaşamıştır ki, bunu da Sürek ile açıklamışlardır.
Oysa otantik Alevilik bakımından bu gün ne o toplumsal koşullar vardır ne de o tarz örgütlenmeler. Bu tarz örgütlenme ve toplumsal yapı esas itibariyle 1500 yıllarında ciddi bir kırılma yaşamış, ondan sonra da sürekli çözülme ve dağılma eğilimine girmiştir. Bu gün artık, yerini ancak, Modern Ortaklık yapılanmalarına bırakarak süreğini devam ettirebilir. Birliği de ancak çıkarlarını bu zeminde görenlerin Birliği biçiminde olur. Kürdistani Aleviler ise bu bağlamda kendi özgünlükleriyle ancak bir çatı altında ama yan yana olarak birlikte olabilirler, başka türlü de olmaz. Biçimlenme bu tarzda olduğu takdirde tabi ki Ezidilerle de yan yana olabilirler, olmalıdırlar da.
*Dursun Ali Küçük-Devletin Alevi açılımına karşı, Alevilerin demokratik ve özgürlükçü, gerçekten kendi farklılığı ve kültürel inanışlarını yaşayan açılımı ve sorunun çözümüne yaklaşımı nasıl olmalıdır?
*Haşim Kutlu- Aleviler, özü Cumhuriyetin Demokratikleştirilmesi anlamına gelmesi gereken açılım meselesinde, doğru bir cevabın sahibi olabilmeleri için öncelikle, bu zemine uygun örgütsel duruşlarını netleştirmelidirler. Yine aynı bağlamda, Üniter anayasal düzenin değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez temel hükümlerini hedefleyen, demokratik bir programa sahip olmalıdırlar. Bu güne dek, özellikle devlet müdahalesinden kaynaklanan nedenlerle, doğru dürüst bu iki noktada da netleşemediler. Kuşkusuz 25 yıllık zaman zarfında, kimi önemli saflaşmalara uğradılar, daha elverişli yönetimlere kavuştular, Söylemeye çalıştığım netliği tam yakalayamasalar da, dünden daha olumlu sayılabilecek bir demokratik programa ve örgütsel duruşa sahip oldular ama bütün bunlar, sanki bir fiskede yok olacakmış gibi iğreti durmakta.
Bütün bu belirlemelerim tamamıyla Demokratik Alevi Hareketi olarak değerlendirdiğim yapılar içindir. Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi/Vakvı ve Ehlibeyt Vakfı gibi örgütlenmeleri bu değerlendirmenin dışında tutuyorum.
Hem Örgütsel yapılanma ve duruşta hem de Demokratik programda bir türlü netleşemeyen Demokratik Alevi Hareketi, yeni bir savrulmayla da karşı karşıya. Birincisi, siyasete müdahale bağlamında partileşme isteğine koşut kimi kurulan veya kurulacak olan Sol parti içinde yer alma eğilimi. İkincisi ise bunun zıddı. Siyaset meydanında yer almak, “siyasi Alevilik olur, bu yanlıştır, Parti kurmak ya da parti içinde yer almak, bu bağlamda hem yanlış olacaktır hem de Alevileri böler, örgüt tamamıyla iman ve itikat işleriyle uğraşmalıdır, onunla yükümlü olmalıdır. Bireyler, örgüt dışında olarak siyasal tercihte bulunabilir ve siyaset yapabilirler” gibi bir anlayışı temsil etmektedir. Şimdilerde yukardan itibaren bu görüşü dillendirerek önümüzdeki günlere yön vermeye çalışıyorlar.
Kişisel düşüncem, Alevilerin bu gün siyaset sahnelerine çıkmalarının temel nedeni demokrasi ve özgürlüklerle ilgilidir. Bu bağlamda da siyasidir., Bu temelde Aleviler, parti kurmak ve ya örgütlü olarak bir parti içinde yer almak değil güçlü demokratik bir örgüte gereksinim duymaktadırlar. Hem sorunların çözümü için hem de günümüzde ve gelecekte güvence olabilmesi için güçlü bir örgüt zorunludur..
Günün Alevi sorunlarının esası siyasi ve bu bağlamda demokratik olduğu için, ikinci görüş taraflarının iddia ettikleri gibi bireysel bir sorun değil kolektif hareket edilmesi gereken, toplumsal bir sorundur ve örgütle çözüme ulaşır. Aslında kendi içinde tutarlı olacaklarsa, Ulus devlet Modelinin kendinden öncekilere dayattığı en temel şart olan, din topluluklarının kendilerini inanç olarak tanımlamaları ve sadece İman ve itikat işleriyle uğraşmaları yolundaki ilkelerini kabul edip diğer iddialarından vazgeçmeleri gerekir!. Kendilerini tümüyle adına “inanç” denilen iman konusuyla sınırlamaları ve bunu da kişiye özel olarak anlamalarıdır. Bu şart kabul edildiğinde Millet devletin anayasalarında özgürlük alanı bulabilmektedirler ki, batı kaynaklı Klasik Laiklik denilen ilke de bu noktadan üretilmiştir.
Ne ki, söz konusu Aleviler olduğunda bu temel espri tümüyle geçersizdir. Çünkü Aleviler, Ümmet devlette de yasaktılar, baskı ve zulüm görüyorlardı, millet devlette de. Hal böyle olunca, var olma nedenlerinin kendisi başlı başına siyasidir. Bana, yeni türde pasifikasyon yaklaşımı gibi gelmektedir bu ve önümüzdeki süreç, özellikle AABF yönetimince dillendirilen bu yaklaşıma karşı durmakla geçecek. Türkiye’de ABF nu Başkanı Balkız’ın gereksiz parti girişimine karşılık, “aman siyasal Alevilik yapmayalım, bu bireysel olsun, biz İman ve itikat işleriyle uğraşalım, kolektifin asıl görevi budur” türünden yaklaşım tam bir pasifkasyondur ve üretici odağı konusunda ciddi kuşkularım bulunmaktadır.
Açılım konusunda yapılması gerekenler için tabii ki çok şey var söylenecek. Hepsi de önemlidir ama bu vesileyle bu iki noktadaki tehlikeye dikkat çekmeyi çok daha önemli buldum.
*Dursun Ali Küçük- Kürdistan’daki Alevilerin genel, ortak özellikleri ve ayrılan yanları nelerdir? Pir Sultan, Kızılbaşlık ve Dersim Aleviliği vb. ile Bektaşilik arasında ortak yanlar nedir? Sizce aynı mıdır? Aynı değilse farklılıkları neye dayanıyor?
*Haşim Kutlu- Pir Sultancılık, Bedreddincilik ya da Babailik ve
benzeri gibi ayrımlar, Yol literatüründe yoktur. Bu ayrımlamalar, modernitenin akademisyenlerine özgü ayrımlamalardır. Yol vardır ve Yol bir bütünü kapsar. Bütün ise Rıza Şahri ya da Ortaklıktır(KOM,KOMÜN, KOMAL,KOMNA.İMECE,ORTAK). Bu, esas olarak anlaşılması gerekendir. İkincisi, Yolun sürekleri vardır; hala bir biçimde varlık sürdürüyor olması bakımından günümüzden örnekleyecek olursak, Kızılbaş süreği, Çepni süreği, Tahtacı süreği Ehl-i Hak ya da Yaresan sürekleri vardır. Ebül Vefa , Baba Düzgün, Kureyş, Baba Mansür, Baba İlyas, Baba İshak,Ana eynel, Ana Eyş, Ana Kadıncık, Bektaş-Veli, Abdal Musa, Pir Sultan Abdal, Börklüce, Torlak, vb. bütün bunlar Yol Pirleri/Puir Analarıdır. Tabi ki farklı tarihsel evrelerde görev yüklenmiş yolu sürdürmüşlerdir.Ve yine tabu ki farklı süreklerde görev yapmışlardır.
Sıklıkla yanlış değerlendirildiği için örnek olarak Hünkar Bektaş-ı Veli için belirtmek istiyorum. O bir Alevi Piridir ve bir çoklarının, resmi tezlerin etkisiyle yanlış olarak ifade ettikleri gibi ne Türkçülüğün yayıcısıdır ne de Bektaşilik diye bir yol koymuştur. Ne Horasandan ne de Şeyh Ahmet Yeseviden feyz alıp gelmiştir. Henüz yeterince netleştirememiş olmakla birlikte, büyük Babai ayaklanmasında gerçekleştirilen büyük kırımdan kurtulanlardandır. Ağabeyi Menteş Sivas’ta katledilmiştir. Uzun bir süre Kapadokya Ocağına bağlı Kadıncık Ana ocağında gizlenmiş, Kadın Analarca/bilgelerce eğitilmiş ve yine aynı ocakta Meydan açmış bir Yol Piridir. Tabi ki Alevidir. Bu saptamam Kadar önemli ikinci bir saptama da yenilgiden sonra Daylem Ocaklarında yetiştirilip Anadolu’ya görevlendirilen Bir Dayleman Daisidir. Her iki durumda da onu Resmi Türk-İslam tezlerinin dışında görürüz Piri. Onun en önemli özelliği, katliamı takibeden uzun bir yılgınlık döneminin ardından ortaya çıkması ve dağılmış yapıları yeniden toparlamaya çalışmasıdır. Şu ünlü “ Her ne ararsan kendinde ara/Mekke’de Kudüs’te hacda değil? sözü, bu döneme özgü bir çağrıdır ve stratejiktir.
Bektaşilik ise, burada üstünde durmak istemediğim ayrı bir konudur. Yeniçeri ordusunun oluşturulması sırasında, Bir tekmil devlet yapılanmasını Ocak örgütlemesi esasına göre yapan Osmanlı, Devşirme Ordusunu da Ocak kurumu temelinde örgütlemiştir. Bektaşilik ise bu temel de oluşturduğu bir tarikat ideolojisidir. Devşirme yapılanmaya da uygundur. Bektaşiliğin bu yönüyle bütün zemine emdirilmesi çalışması, bir İttihat ve Terakki manüplasyonudur. Bektaşiliğin Merkezi İstanbul’dur. Hünkarın adı ve mekânı kullanılmıştır sadece.
Kullanılmanın tarihsel bir arka planı da var. Şöyle var, Osmanlı’nın kuruluşu sırasında, henüz bir beylikken, yapısal özellikleri bakımından henüz bir Ortaklık toplumu özelliğindedir. Orta Asya kökenli Doğa dinine Şamanizm) mensuptur. Tabi ki savaşkan özellikleri var. Aleviler, (ki onlarda, doğa dini olması bağlamında Anadolu’nun Şamanistleridirler), Bizans zulmüne karşı bunlara güç vermişler, Yol yolak göstermişler, tıpkı Selçuklulara yaptıkları gibi, ama Osmanlıdan ihanet görmüşler. Öncüleri Selçuklular da ihanet etmişti zaten. Bu arka plan hala istismar edilmektedir!…
*Dursun Ali Küçük-Egemen Sünni İslam tarafından Alevilik hep dışlandı, yasaklandı,Sünnileştirilme
*Haşim Kutlu- Tabi ki laiklik konusunda ciddi bir yanılgı yaşamaktadırlar. Ancak, yanılgı, dayanakları itibariyle daha geneldir.
Aleviler dediğimizde bir bütünden söz ediyoruz. Bütün söz konusu olduğunda da bugünkü Alevi nesil, artık dünün otantik Alevileri değildirler. Otantik yapılanma bakımından en son örnek, Dersim katliamıyla ya da soykırımıyla bitirilmiştir. Bugünün Alevi nesli, köken aidiyeti bakımından Alevidirler. Otantik Alevilik bitmiştir, çünkü, onu var eden toplumsal yaşam tarzı bitmiştir. Ama kökenden doğan yok sayılma ve yaptırımlar, hala bir biçimde sürmektedir. Bugünkü Alevi Hareketinin varlık nedeni de bu baskılardır.
Laiklik konusundaki yanılgıya gelince, başlıca iki nedene dayalı yanıtlanabilir. Birincisi Cumhuriyetin başında Aleviler, Cumhuriyet karşısında örgütlü ve bütünlüklü bir tutum içinde olamadılar. Cumhuriyetin eşiğine gelindiğinde ciddi bir çözülmeye ve dağılmaya yüz tutmuş Alevilik, Dersim ve Hacıbektaş olmak üzere başlıca iki merkezli bir görünüm halindeydi. Cumhuriyet Hacıbektaş merkezli Aleviyi Dersim merkezli Alevilerden kopardı. Dersim Merkezli Alevileri, Koçgiriden başlayarak kırdı dağıttı, Hacıbektaş merkezli Alevilik, bu gerçeği bu güne kadar göremedi, dersler çıkartamadı, sonuçlarını içselleştiremedi. Çünkü, daha Koçgiri katliamının arkasından, Hacıbektaş dergahını da kapattılar. O günün önderleri en iyimser yaklaşımla gelişmenin bu yönüne karşı tam bir körlük içinde oldular. Körlük son zamanlara kadar devam etti. Son iki yıldır Demokratik Alevi Hareketi, o da oldukça utangaç bir tonda Dersim Katliamından ve Dersim adından söz etmektedir.
Yanılgının ikinci ayağı ise daha geneldir. Bugünün Alevi kökenli nesil 60’lı yılların ürünüdür. O günün kültürel/siyasal ortamını düşündüğümüzde devrimci-demokrasi ve sosyalizm güçlerinin tamamında vardır söz konusu yanılgı. Aleviler büyük çoğunluk olarak bu zeminlerden eriyerek geldi bugüne. Erimenin en ezici etkisi Dersim merkezli Alevilerde görüldü, görülüyor. Kürt Halkının Özgürleşme mücadelesi bu yanılgıları tuzla buz etti, Bunun yakıcı etkisi şimdilerde Demokratik Alevi hareketinde de bir biçimde görülmeğe başladı.
*DAK-Alevilik bir kimlik mi? inanış, kültür,felsefe ve yaşam tarzı bakımından?
*HK- Oldukça genel bağlamda ifade edecek olursam, iki nedene bağlı olarak elbette Alevilik bir kimliktir. Birinci neden, hem tarihseldir hem de stratejiktir. Tarihseldir çünkü, erkek cinsinin egemenliği, sınıf egemenliği ve egemenliğin devlet olarak tarih sahnesine çıkmasıyla başlayan, tarihsel sapma/ayrışmayla birlikte beliren, iki zıt uygarlık çizgisinden Ortaklık Toplumunu temsil etmektedir. Aynı bağlamda stratejiktir çünkü, evrimsel gelişimi modern Ortaklık Toplumuna doğru olacaktır. Bu zemin anlaşılmadan doğru dürüst Alevilik de anlaşılmaz zaten.
İkincisi güncellikle ilgilidir. Bu noktada Alevilik ile günün Alevi kökenlilerini ayırarak ifade etmek gerekir. Alt yapısı ve bu bağlamda arka planından yoksun olsalar da bu kökene ait olmaktan doğan kimi sonuçlarla bir biçimde hala yüz yüze olduklarından, Aleviler, yeniden tarih sahnesindeler ve örgütlü varoluşları bu sebebe dayanmaktadır. Bu haliyle bir aidiyeti temsil etmektedir ve bir kimliktir tabi ki.
*DAK-Aleviler kimliğini korumak için hep muhalif oldular, kendileri için mücadele ettikleri gibi ezilenden ve mazlumdan yana oldular.Bunu neye bağlıyorsunuz?
*HK- Bu soruya durdukları yere ve nereye baktıklarına göre bir çok kişi ve çevre değişik yanıtlar vermektedirler. Çoğu yanıtlar boşluktadır. Alevilerin kendilerinin verdikleri yanıtları ise dikkate bile almamaktadırlar bunlar.
Bu bağlamda, Alevilerin bu noktadaki tutumlarını, onların ahlak anlayışlarında ve ahlaki yaşam tarzlarında anlayabiliriz ancak. Buna göre Alevilik öğretisi, Alevileri şöyle bir erkânla yükümlü kılar: Denir ki, Akıl, iyinin ve kötünün mücadelesinden doğar. İyi ve kötü, sen daha ananın rahmine düştüğün andan itibaren s
en ile birlik var olur ve hep birbiriyle mücadele eder. Bu mücadeleden akıl doğar ve her ikisi de aklı kendine hizmet ettirmek ister. Sen Yola girinceye kadar iyi ve kötü sana öğretilir. Sen ikrar verip Yola girdiğinden itibaren tarafını belirlemiş olursun. Tarafın iyinin, doğrunun, aydınlığın yanındadır ve aklın bunun hizmetindedir. İki noktadan ancak bir doğru geçeceğinden Kötülük doğrunun dışında kalır. Özün dara çekilmesi hep bu yönde olur. Bu zeminde bir Yol Evladı’nın tarafı bellidir ve Hiç bir Yol evladı, kötünün, yanlışın, karanlığın tarafında olamaz. Tarafsız da olamaz. Yanlış yaptığında hiç bir Yol evladının, “Ben şuna uydum, falanca kandırdı beni “ deme hakkı yoktur bu temelde. Dahası, Eğer yanlış yapılmışsa, aklın hizmetinde eğrilik var demektir, kişi sağlam bir arınmadan geçmemiş, akıl iyinin, doğrunun, aydınlığın/ışığın hizmetine tam olarak verilmemiş demektir.
Öğreti, bir Yol evladını, bu noktada sadece kendi iç muhasebesiyle sınırlamaz. Ona göre kişi kendi dışındaki kötülükle de aynı temelde mücadele etmek durumundadır. Orada da tarafını belirlemek zorundadır. İkrar verdiğinde Piri tarafından yerine getirilmesi gereken “12 Erkan” ın başlıcaları bu zeminle ilgilidir. En çarpıcısı da “Zalim kapısından adalet dilememe” yolundaki tembihtir.
*DAK-Devlet ve AKP hükümeti Alevi açılımından söz etmektedir. bu Aleviliğin kabul edilip İslamlaştırılmaya çalışılması mı? Aleviliğin bazı iyileştirmelerle Sünnilik içinde eritme mi?Alevi açılımları tartışmaları olumlu bir hava yaratsa bile Alevilerin gerçek anlamda demokratik inanış vb hakları tanınabilecek mi?
*HK- AK Parti’nin “Açılım” adını verdiği şey yeni değildir. Bu, her dönemde ve zeminde hep kendini tekrarlayan bir durumdur ve AK Partiye de özgü değildir. AK Parti diğerlerinden farklı olarak, kimi çarpıcı söylemler eşliğinde yapmaktadır bunu. ”Dersim” demek gibi “Dersim Katliamı” demek gibi!..ve benzeri…
Demokrasi ve özgürlükler bağlamında açılımın kendisini dayatması dışında olarak, açılım denilen şeyin özü, Aleviliğin ve Alevilerin bir biçimde devletleştirilmesidir. Her zaman bunun için Alevi kökenliler içinde işbirlikçilik edecekler bulunmuştur. Baksanıza, büyük gürültülerle AK Parti, açılım yapıyoruz diyerek bir çok çevreden görüş alıyor! Diyanet İşleri Hocalarına tartıştırıyor, Aşura Orucu için iftarlar düzenliyor, Pirlere maaş bağlama söylemleri ortalıkta çözüm gibi dolandırılıyor!….
Alevilerin bu gün, yeniden, örgütlü varoluşlarının bir tek nedeni var, o da demokrasi ve özgürlüklerdir. Konuşulacak olan da, çözülecek olan da bundan ibarettir. Oysa, bundan önceki açılımlar gibi AK Parti’nin kaçtığı zemin de bu oluyor. Alevilerin teolojik bir sorunu yok ki Diyanete tartıştırıyorsun. Aleviler Aşurada yas tutar, yas yerinde iftar ya da saur diye bir şey yoktur ki, sen toplu iftarlar düzenleyerek göz boyuyorsun. Otantik Alevilikte Pir ile Talip ilişkisi çok özeldir, biri olmadan diğerinin olmayacağı gibi bir temele bağlıdır. Pirlik bir kariyer ve nemalanma makamı değil bir hizmet makamıdır. Sen memur yapmaya çalışıyorsun, buna da açılım diyorsun!..En iyimser yaklaşımla bu topluma ne Kadar yabancısın ya da kendin gibi tanıyorsun!…
*DAK-Kimileri devletin memurluğunu yapan Diyanet işleri Başkanlığı gibi Aleviliğe hak istemektedir. Aleviliği devlet memurluğuna indirgemek, devlete bağlamak sizce doğru mu?
*HK- Bu sorunun cevabını, üstteki cevabımda verdim sanıyorum.
*DAK-Alevi cephesinden Cem evlerinin açılması, zorunlu din derslerinin kalkması, Aleviliğin tanınması, Madımak Otelinin müze yapılması vb haklarla sınırlı kalan istekler bulunmaktadır. Devlet bütün dinlere ve inanış-kültürlere eşit mesafede durup, devletin resmi dininin olmaması temeliyle Aleviliğin de özerk ve “bağımsız” örgütlenmesi ve kendi alanını yaratması daha doğru değil mi?
*HK- Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal düzeni, aslında, Müslüman’ı da üniter forma, bir başka deyimle Ulus tanımına uygun olarak yeniden biçimlendirmiştir. Onlar da artık Otantik bağlam da Müslüman değildirler.
Bu bağlamda, ne din topluluklarının ne de etnilerin devletleştirilmesini doğru bulmamaktayım. Aşindan itibaren inkarın ve imhanın temel kaynağı bu yaklaşımdır çünkü. Anayasal düzenin demokratik kurallara bağlanması demek, devletin bu olgular karşısında tarafsızlaşması, kim kendini nasıl tanımlıyorsa öylece, onun anayasal güvenceye alınmasıdır. Aidiyetleri bakımından, hiç bir topluluğun diğerleri aleyhine imtiyaz sahibi olamayacağının teminatı olmalıdır ve birinin diğeri üzerinde baskı kurmasının önüne geçmelidir, güvence olmalıdır. Laiklik dediğimiz şey de doğru anlamıyla budur.
Demokratik Alevi Hareketi, demokratik programını bu noktada netleştirmelidir. Bunun için de, Demokratik Alevi Hareketi( Avrupa Alevi örgütlüğü, PSAK ve ABF, Demokratik Alevi Federasyonunu kastediyorum) programının esasını bu zeminde netleştirmelidir. Bu zeminde bağımsız olabilmeli, mücadelede demokrasi ve özgürlük dinamikleriyle birlikte hareket etmelidir.
*Dursun Ali Küçük-Kürdistan Aleviliği ile Türk Aleviliği hangi noktalarda birleşiyor ve ayrışıyor? Özellikle Bektaşilik eliyle Kürdistanlı Alevilerin Türkleştirilmeye ve Bektaşi yapılmaya çalışılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
*Haşim Kutlu- Bu soruya Anadolu ve yukarı Mezopotamya da kadim geçmişten bu güne, ne kadar halk var idiyse ve bunlardan ne kadarı gelmiş idiyse o kadar Alevi vardı diyerek yanıt vermek istiyorum. Uzak ve orta geçmişe gitmeye gereken yok, Cumhuriyetle birlikte oluşturulan ulus; dile göre, tarihe göre, dine göre, soya, boya ve toprağa göre bir tanımla, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleriyle Anayasa konusu edildi. Dolayısıyla, bütün etniler ve bütün din toplulukları, çift ağızlı bu asimilasyon değirmenlerinden öğütüldüler.
Böyle olunca da, şimdi çok ciddi olarak bir yanılgının üstüne oturarak durum saptaması yapıyoruz. Sanki Alevi denilince bir Türklerin ve bir de Kürtlerin Alevileri var anlaşılıyor. Kürt Halkının Özgürleşme mücadelesi ve inkara karşı varlığını tarih sahnesine yeniden taşıması, aynı zaman da onun Alevi ayağını da gündeme taşıdı. Ondan önce Türk ve Kürt Alevisi de denmiyordu. Alevi, sadece Türktü!.
Asimilasyonun iki ağızlı kılıcının hışmından yara bere içinde de olsa kurtulup varlığını sürdürmeye çalışan Ermeni, Laz, Rum. Arap Alevilerini nereye koyacağız? Son 15-20 yıldır akıtılan zehirle, Tahtacıların, Çepnilerin kendilerini Türke saymaları tam bir asimilasyondur. Oysa daha yakın zamana kadar Onlar kendilerini, Kızılbaş olmak ve Tahtacı olmanın dışında tanımlamıyorlardı. Zaten de Egenin yerli halklarıdır ne Türklükle ne de Türkmenlikle bir ilgileri yoktur. Kaldı ki, Dersimli, Malatyalı, Maraşlı Kızılbaş Alevilerin önemli bir kısmı da Kürt oldukları halde kendilerini Türklükle tanımlıyorlar ki, sadece Türklükle de yetinmiyorlar, “biz öztürküz” diyorlar!. Asimilasyonun öğütücü etkisi etni de bir kez böyle tezahür edince, bunun İslami boyutunun da böyle olacağı açık olsa gerektir. Tabi ki “öz Müslüman” da olacaklardır!..
*Dursun Ali Küçük-Rea Haq olan Dersim-Koçgiri Aleviliği ile Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki Aleviliği nasıl görüyorsunuz? Bunların farkları ne ve birlik nasıl oluşturabilirler?
*Haşim Kutlu- Sorunun en son sözünden
hareket edeyim, Alevilerin birliği diye bir şey, objektif olarak mümkün değildir. Dün de olmamıştır zaten. Ancak, Yolun bilgeleri kandaşların birliğini sağlayabilmek için, “Kandaş Kardeşliği”ni (Çekirdek Ocak), “Yol Kardeşliğine evirerek dolayısıyla da etni özelliklerini de dikkate alarak “Sürek” kavramını üretmişler, etni özelliklerine bağlı özgün sürekleri, Yol’da birleştirmişler. Olabildiğince örgütlü birliğe böyle bir cevap bulmuşlar. Ortaklık yaşamının tamamı Yolu belirlediğinden Yol tek olmuştur. Ancak her özgünlük yolu kendince yaşamıştır ki, bunu da Sürek ile açıklamışlardır.
Oysa otantik Alevilik bakımından bu gün ne o toplumsal koşullar vardır ne de o tarz örgütlenmeler. Bu tarz örgütlenme ve toplumsal yapı esas itibariyle 1500 yıllarında ciddi bir kırılma yaşamış, ondan sonra da sürekli çözülme ve dağılma eğilimine girmiştir. Bu gün artık, yerini ancak, Modern Ortaklık yapılanmalarına bırakarak süreğini devam ettirebilir. Birliği de ancak çıkarlarını bu zeminde görenlerin Birliği biçiminde olur. Kürdistani Aleviler ise bu bağlamda kendi özgünlükleriyle ancak bir çatı altında ama yan yana olarak birlikte olabilirler, başka türlü de olmaz. Biçimlenme bu tarzda olduğu takdirde tabi ki Ezidilerle de yan yana olabilirler, olmalıdırlar da. Devamını Gör
Hoca çok zırvalamışsın iki kelime ile anlatırdın aslında alevilik bir inanış biçimi dir bunları her ırktan insan temsil eder