Saygı değer okurlar, ‘Alevilik Din Değildir’ başlıklı yazı dizisinin bu son makalesinde Alevilikle ilgili panel, konferans, söyleşi toplantıları, eğitim çalışması vb. alanlarda faaliyet yürüten samimi, gerçek anlamda ‘Aydın’, Alevi canlar hakkında sizlerle sohbet etmek istiyorum. Bu aydınlarımızın Alevi toplumunun aydınlanması uğruna fedakârca yürüttükleri faaliyette (A…levi kökenli Türkçü-İslamcı yazarlar hariç) samimi olduklarına inanıyor ve takdir ediyorum. Ancak her insanın doğruları yanında hata ve zaafları olduğu gerçeği göz önünde tutularak, bu içtenlikli dostlarımızın bizler kadar olmasa da, düşün alanında hata ve zaafları olabileceğini düşünmemiz gerektiği kanısındayım.
Bu bağlamda ‘Eleştiri’ yöntemi, hata ve zaaflarımızı aşmanın önemli bir aracı olduğunu düşünüyorum. Eleştiri yöntemi, yanlış anlayışları aşmaya hizmet ettiği oranda yapıcı ve geliştirici işlev gören, genel kültürümüzü nicel ve nitel boyutta yükseltme dinamiği olarak algılanmalıdır. Doğru’nun tanımı, ‘Yanlışın düzeltilmiş hali’ ise ki, ben öyle inanıyorum; yanlışı düzelterek doğruya veya gerçeğe ulaşmanın en etkin yolu-yöntemi ‘Eleştiri, öz eleştiri’ olduğuna da inanıyorum. Bu yol ve yöntemin bilimsel olduğunu her aklı-selim insan bilir.
Konumuzun muhtevası ‘Aleviliğin İslam’a Asimile’ olduğu; bu bağlamda söz konusu aydınlarımızın faaliyetleri içinde kullandığı söylemlerin, geleneksel Şii-İslam anlayışının dışına çıkmadığını, Alevilikle ilgili bakış açımızı genişletmediğini, ufkumuzda ki bulanıklığı gidermediğini gözlemlemekteyim. Konunun çok fazla ayrıntısına girmeden önemli gördüğüm noktalara özetle dikkat çekmek istiyorum. Bu yaklaşımım eleştiri değil; zaafları hatırlatmak; dolaysıyla zaafların aşılması veya aynı anlayışın devamı yönünde takdir muhataplarındır.
Konuya bir anekdotla girmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Geçenlerde; bilgisinden yararlandığım aydın bir dostumla Alevilerin aydınlatılması üzerine sohbet esnasında bana; ‘Söylemlerinin içeriği doğru, fakat üslubun sivri; bu tarzın seni kitlelerden koparır, bu dille etkili olamazsın, emeklerin boşa gider’ dedi. Dostumun kaygısını anlıyorum. ‘Ancak biz aydınlar sorunlar karşısında ki görevimiz, toplumun zihinsel gelişimine ilişkin sorumluluğumuz, iç içe olduğumuz toplumun bildiklerini tekrarlamak mı, onlara bildiği dışında, onların zihnini açacak gerçekleri açıklamak mı’? Soruma, ‘Düşünsel yapımızı gözden geçirmeliyiz’ dedi.
Birinci olarak; Alevilik konusunda düşünürken, önce, bizler dâhil toplumun düşünce yapısını oluşturmuş, Kemalizm adı altında Türkçü-İslamcı İttihat ve Terakki fikir akımının etkisinden zihinlerimizi ne kadar arındırdığımızı sorgulamamız gerekir. İkincisi, hitap edeceğimiz hedef veya muhatap kitlenin yaşlı mı, genç kuşak mı olduğunu belirlemeliyiz. Bu kuşak belirleme durumu, aynı zamanda onların algılayış ve kavrayış düzeyini, ilgi odağını belirleme anlamına gelmektedir. Bu durumda dilimizi ve üslubumuzu da, zaten ona göre belirleriz.
Sorgulama yeteneği gelişmemiş, kulaktan dolma bilgisi ve toplumsal mevcut değer yargıları kişiliği haline gelmiş yaşlı kuşağı etkilemek için yeni bilgi vermeye elbette dikkat edilmeli. Ancak, yeniliğin, tabu yıkıcı özelliğini göz önünde tutarak, toplumdan kopmama adına -tabirimi bağışlayın- kitle kuyrukçuluğu konumuna düşmemeye de dikkat etmeliyiz. Bilgi paylaşımı (eğitsel) içerikli faaliyetlerimizde esas muhatap kitle, yeniliğe ve öğrenime açık, geleceğe dair umutları olan genç kuşak olmasına özen göstermeliyiz. Zira gençliğe yaşam azmi veren umutları, sevdaları kadar, kin ve öfkeleri de onlar için kutsaldır. Ve eyleme geçiren temel etmenlerdir.
Asimile konusunda temel sorun devletten ziyade, Alevilerin zihinsel yapısında yatmaktadır. Bu durum, Aleviliği yutmak isteyen baskın kültür İslam’ın dili ve söylemlerine, Şii-İslam’ın dili ve söylemleri ile karşı duruş şeklinde tezahür etmektedir. Bu pozisyonda durduğumuz yer Alevi zemini değil, İslam’ın zeminidir. Üzülerek belirtmek zorundayım ki; düşmanın dili ile onun zemininde, düşmana karşı durulamayacağını, onun plan ve tuzaklarının bozulamayacağını anlayamamış, fakat asimilasyona karşı mücadele ettiğini zanneden aydınlarımız, örgüt yöneticilerimiz ve pir diye saygı gösterdiğimiz dedelerimiz bu tutarsızlığın merkezinde ve vebali altındalar.
“Geçmişte Aleviler, şehir meydanlarında diri diri yakılırdı. Bugün devasa boyutlara ulaşan ateş, Aleviliğin kendisini eritiyor. Muradım bir damla su olup bu ateşin üstüne düşmektir” diyen Sayın Erdoğan Çınar’ı burada saygıyla anarken; ilaveten diyorum ki; Bu ateşe, su tuttuğunu
BEKIR ÖZGUR
İlk yorum yapan olun