Aleviliğin Siyasal ve Sosyolojik Evrimi
Aleviliğin Hıristiyan Bizans ve öncesi siyasi ve sosyal tarihi uzun ve ayrı bir tartışma konusu olduğundan, sözü uzatmamak için Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine dair bazı karşılaştırmalar yaparak, Aleviliğin nereden nereye geldiğini özetlemek, konuya ilgi duyanların bundan böyle duruşu nasıl olmalı konusuna değineceğim.
Sosyal gelişlim, dönüşüm ve değişimleri gözlemleyebilmenin laboratuarı hiç şüphesiz tarihsel süreçlerdir. Diğer pozitif bilimlerde olduğu gibi deneyler sonucu anında veya kısa denilebilecek zaman içinde veri alıp, sosyal gelişim ve dönüşümle ilgili bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Bu bağlamda Aleviliğin yüzlerce yıllık tarihsel sürecinde yaşayarak etkilendiği siyasal rejimler karşındaki konumuna ve aldığı pozisyona göz atmak gerekir.
Anadolu Aleviliğinin İslam la etkin olarak tanışması, Türklerin Anadolu ya İslam düşüncesi ve inancıyla gelerek devletler kurmaya başladığı 9. ve 10. yüzyıllara tekabül eder. Türk-İslam Selçukluyla Anadolu önemli oranda siyasal İslam’ın tahakkümü altına girer, Anadolu kadim halkı Işık Taifesine (Alevilere) yönelik Müslümanlaştırma (Aynı zamanda bu bir sınıf mücadelesidir) politikasına karşı direnişler 1238 de Babai ayaklanmasıyla zirveye ulaşır. Anadolu tarihinde Anadolu yerli halkına (Alevilere) yönelik geniş çaplı katliam, Hıristiyan Bizans’ın da desteğiyle Türk-İslam Selçuklu orduları tarafından Babai ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasıyla gerçekleşmiş olur.
Osmanlı’nın ilk yüz yılı hariç hemen her evresinin resmi belgelerinde “Işık Taifesi”, zalim Yavuz döneminden sonra da “Kızılbaş” olarak adlandırılan Alevilerin “Katli vacip, malı namusu helal” fetvaları herkes tarafında bilinmektedir. Görüldüğü yerde öldürülmesine devletçe emir verilen Aleviler, bu zulüm karşısında tek sığınak gördükleri orman içlerine, dağ başlarına kaçmıştılar.
Kılıcı kanlı gözü dönmüş Osmanlı’nın, Alevi kanına susamış bu ortamında:
– “Ben Işık insanıyım, Kızılbaşım”
– “Cem evleri bizim sosyal yaşamımızı düzenleme mekanımız”
– “Cem törenleri bizim kadim geleneğimiz”
– “Şeyhülislam kurumu kaldırılsın”
– “Bu ülkenin diğer bireyleriyle eşitiz”
– “Yasalar sosyal varlığımızı kabul etsin”
– “Aleviliğin hiçbir din ve mezheple bağı ve benzerliği yoktur”
– “Devlet dinden elini ve desteğini çeksin”
– “Medreselerde din dersi iptal edilsin”
– “Alevi köylerine cami istemiyoruz” vb. DİYEBİRLER MİYDİ?
Bunları diyebilmek bir yana, dağ başlarından inemiyor, ormandan açığa çıkamıyorlardı; görüldükleri yerde öldürülüyorlar, öldürenler de devlet tarafından ödüllendiriliyordu.
Alevilik konusunda Osmanlı’nın doğrudan devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümranlık alanında, üstte şıklandırdığım konular miting meydanlarında kitlesel olarak devletin karşısında korkusuzca haykırılıyor. Bu tarihsel gerçek bu devletin erdemli ve hoşgörüsünün ürünü olduğu anlamına gelmez. Bu olgu evrensel
Emekçi güçlerin sömürücü sınıfa karşı yürüttüğü tutarlı mücadelenin Anadolu coğrafyasına yansımasıdır; bu konuda bu coğrafya emekçilerinin katkısı da küçümsenemez. Bu devlet Alevilere yönelik Osmanlı’dan devraldığı çağdışı politikasını devam ettirmek istemesine rağmen, Osmanlı’nın yaptığını günümüz evrensel konjonktür karşısında yapma cüreti gösteremiyor, gösteremez..
Evrensel İnsan Hak ve Özgürlüklerinin bu gelişmişlik düzeyinde, Alevilerin zihinlerindeki korku duvarını önemli oranda yıktığını örgütlü yapıları ve kitlesel hareketlerinden gözlemlemek, varlıklarını haykırmak konusunda hayli mesafe aldıklarını vurgulamak, ancak bu sosyolojik gelişimlerinin yeterli olmadığını da belirtmek gerekir. Alevilerin daha da özgürleşebilmesi için devletin ciddiye alacağı potansiyeli yoğun örgütlerini yaratmak, emek dünyası ve emekçi sınıf örgütleriyle sıkı ilişki içinde olmaları zorunludur.
Bekir Özgür. 25.07.2012.
İlk yorum yapan olun