Alevilerin Tanrı’nın insanı ve dünyayı yaratma inancına bakışlardan bahsedebilir miyiz?
Yer ve gök yoğ iken bir top nur var idi (Tunceli-Dersim Alevilerin bir inancı). Bu nûr’dan oluşan Ezel’in kimi değişikliklerle Anadolu Alevilerinin başka kesimlerinde de olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminin yükselme ve başlangıç dönemlerinde Işık taifesi adıyla anılan Alevilere verilen… bu ad, Şehabettin Suhreverdi’nin (M.1154-1191) ünlü kuramı ışık kaynağından alınmadır. Suhreverdi’ye göre ışık, ana enerjidir. Varlıklar ise zamanla cansız birer heykelken bu ışıklarla birleşince canlanacaklardır. Öteden beri sürüp gelen Alevi inancında Güneş’e dua edilmesi de böyle bir inancın yinelenmesidir.
İslam çerçevesine girdikten sonra Alevilerde Allah sözcüğü de yer aldı. Ancak, bu Allah sözcüğü hem görünmeyen, hem görünen şeyleri kapsar. Bu görüntüler açısından Allah, Muhammed ve Ali bir tek nurdur. Aşamalar açısından insanlığın en yüce ve en son noktasıdır. Bu, Hakk’ın ortaya eksiksiz çıkışıdır. Hakk’ın her sıfatla ve her sıfatta görünmesi demektir. Alevi ermişi bu nur olayına döne döne eğilir; “Arşta nur kandili yandığında önce Ali’nin nuru göründü.” (Bu tümce yüzlerce ozanda dizeler olarak görünüyor. Bana bu tümceyi Sinemil dedelerinden rahmetli Tacim Dede söylemişti. Kantarma Köyü Elbistan y.1979) Bu nûr, tanrısal güç (kudret) demektir. Ötelerden beri süre gelen bir hadis’e göre dile gelir. “Küntü kenzen mahfiyya…” diye kısaca anılan bu tümcenin anlamı “Ben gizli bir hazine idim. İstedim ki bilineyim”dir.
Kur’an’da “Ol de o da oluverir.” anlamında “kun-fekân” terimi geçiyor. Örneğin Al-i İmran Suresi’nin 47. Ayeti şöyledir:” (Meryem) dedi ki, “Hey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” (Allah dedi, “Öyle, (fakat) Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince, ona ancak ol der, o da oluverir.” (Sure 3-a.47)
Bu “küntü kenz” olarak sürüp gelen terimin iç anlamı da ilginçtir: Ebced hesabı ile K harfinin değeri 20’dir. “Çok şefkatli” anlamına gelen “vedut” sözcüğünün harflerinin toplamı da 20’dir. Öyle ise “K” sevgi, sevmek anlamına gelebilir. Yine var olan “Nun vel-kalemuve mâ yasturu’nun” hadisinde söylendiğine göre “Nun” “K”nın farka gelmesidir. Yani “K” farka geldi ve “Nun” oldu. Yani evreni, bilsin ve sevsin diye yazdı, yaptı. (Cavit Sunar-Melamilik, Bektaşilik, s.136) Bu, “kün” buyruğu olup da herşey bedence can’a gelince Alevi tasavvufu, öyküsünü sürdürür: Bu öykünün kaynağı Kur’an’dan alınmadır:
“Araf süresi” 72. ayete göre (Hani Rabb’in ademoğullarından, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahit tutmuş” Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (demişti). onlar da “evet, şahit olduk” demişlerdir. (Bu şahitlendirme, Kıyamet günü “bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi.”) İnsanlar yaratıldığında Tanrı’nın onlara sorduğu “Elestü bi rabbikum…” sorusu (elestü-değil miyim?) evrenin canlılar olarak başlangıcıdır. Tanrı, bu sorusuyla ve aldığı yanıtla kullarıyla arasında bir anlaşma yapmıştır. Tasavvufa göre bu zamanda var olan ruhlarla Tanrı arasındaki anlaşma asıldır. Bu zamanda var olmayanlar veya soruya olumsuz yanıt verenler kafir kalacaktır.
Bu öyküyü Alevi inancı bir kesimi ile benimser. Bu da bu Meclis’in ilk ruhlar meclisi olduğudur. Aleviye göre bu Meclis’te baş köşede Ali oturmaktadır. Alevi, küntü kenz olayını bu mecliste çözüme ulaştırır. Ona göre” bilinmek isteyen Tanrı doğal olarak yaratacaklarını kendi biçiminden yaratacaktır. Tanrı’nın cansız heykel yaratmayacağı açıktır. O yarattığı heykellere kendi nefesinden soluk vermiş ve canlandırmıştır. Bu yaratılanlar, canlılar ve cansızlar diye sınıflanır. Her yaratılanın bedensel hamuru toprak, su, ateş ve rüzgardır. Buna dört öge (anasır-ı erbaa) denir. Elest bezminde Tanrı’nın anlaşma yaptığı ruhlar ise bu heykellerde sıra ile, zamanla yer alacaklardır. Aslolan bu ruhlardır. Öyle ise çekinmeden söyleyebiliriz ki Alevilikte insan, iki bölümle ele alınabilir. Birisi dış yüz, biçim, görünüş olarak algıladığımız bedendir. Öbürü ise can dediğimiz ruhtur. Beden ölümlü, ruh ölümsüzdür.
Canlar ölesi değil… (Yunus Emre)
Tanrı’nın yarattığı ve kendini üflediği bu ruhlar Alevilikte devir dediğimiz uzun bir yolculuğa çıkar. Bitkiden hayvana, ondan insana geçinceye değin Tanrı’dan iniş dairesini çizer. Buna tasavvufta “kavsi nüzul” denir.
Hitab-ı ezelde, bezm-i ezelde,
Sadakatle ikrar verenlerdeniz.
Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde,
Biz, cemal’ullahı görenlerdeniz.
Bir “kün” emri ile halk’oldu dünya,
Bu kadar mevcudat bu kadar eşya,
“Nefhatü min ruhi” dedikte Mevla,
Adem’in şekline girenlerdeniz.
Bin türlü dert ile bezet Dertli’yi,
Gerek kısalt, gerek uzat Dertli’yi,
Bab-ı velayette gözet Dertli’yi,
Yabancı değiliz, erenlerdeniz.
Dertli’nin bu üçlüsü biraz önceki anlattıklarımızın kısa bir özetidir. Ruhun asıl sınavı bu insan olduktan sonraki eylemlerdir. Bu eylemler sonucunda ruh ya kaynağına dönecek ya da devrini tamamlamak için bir başka bedende görünecektir. Bu Tanrı’ya dönüş yayına ise “kavs-i huruç” denir.
Alevilerin en büyük çabası insan olduktan sonraki sınavı vermektir. Bir kez, bu insan, Tanrı biçimde yaratıldığı için ve içindeki can Tanrı nefesi olduğundan saygındır, dokunulmazdır. Bu nedenledir ki,
Bundan kibr ile kin olmaz,
Hem sen olup hem ben olmaz,
Adem öldürsen kan olmaz,
Nefes öldürsen kan olur.
diyen Hatai, âdem sözcüğü ile kuru teni, nefes sözcüğü ile Tanrı üflemesini dillendirmiştir. Ne yapacaktır Alevi insanı Onun yapması gereken işler öncelikle “ele, dile, bele” bağlı olmaktır. Ayrıca, menzile varmak önemlidir. Bu menzil, kaynağının ne olduğunu anlamak, dolayısıyla sırr’a ulaşmaktır. Bunun için koşul “aşk”tır. Aşk, çarşıda pazarda satılan bir şey değildir ki alınıp kullanasın. Aşka ulaşmak, ancak bir pire bağlanmakla olur. Alevi insanı, bireysel değildir, toplumun bir üyesidir. Sizin kendi menzilinize, ulaşma çabalarınız ancak toplumu düşünerek çalışmanızla olur, Pir, size el verecek ve öğreneceksiniz,
Küntü kenz remzinin olduk âgâhı,
Ayn’el yakin bulduk Cemalüllahı,
Ey hace bizdedir sırr-ı İlahı
Biz Tur-i Sina’nin tecellasıyız…
Alevi toplumunda iyi insan olmak için “tevella-teberra” olgusu vardır. Aslına göre Ali dostlarına dost, düşmanına düşman olmak gibi bir anlam taşıyan bu kavram kötülüklerden kaçıp, iyiliklere yaklaşmak anlamlarına da gelir.
Alevilikte ruhun ölümsüzlüğüne değinmiştik. Tanrı’nın kendi ruhunu üfleyerek çamuru biçimlendirmesi, daha doğrusu bir insan bedenine girmesi Alevilerin reddetmeyeceği şeydir. Buna “südur” derler. Kimi zaman bir kişinin ruhu, bedeni ölünce yeniden doğar ki bu ruh göçüne “hulül” denir. Alevi bunu kuşku duymadan evetler.
“Ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve lâtif gözlü ve güler yüzlü Sultan Hacı Bektaş’ül Horasani, bir gün hayatında otururken mübarek nefesinden nutka gelip eyitti. Kâ Errenler! Genceli’de genç ay gibi doğam, adımı Abdal Musa çağırdam” dedi. “Beni isteyen anda gelsin, bulsun” dedi.
Hünkâr Hacı Bektaş vefat edicek, Abdal Musa zuhura geldi.”
Abdal Musa Menâkıpnâmesi
Bir mürşide bağlanıp aşkı öğrenen ve bununla eylem yapan, ele, dile, bele bağlı olan, dünya malını bir pula satın almayan kişiler sonunda menzile ulaşır. Bu menzil Hakkı bilmek, bulmak ve onda eritmektir. Hakla Hak olmaktır. Buna ulaşan, Burada varılan nokta “insan-ı kamil” olmaktır. Artık, onlarda eksiksiz bir durum gözlenir. Hallac, Nesimi, Şehabettin Suhreverdi vb. bu yolda başlarını verdiler. İnsan-ı kamil kişi Alevilikte, Alevi toplumun da Tanrı’yı kendinde bulduğu gibi başkasında da bulur:
Yukarıda Arşta nûr kandilinin yandığından söz ederek varlıkların ba nûr’dan doğduğunu nûr’un “âlâ nûr” bölümünün ise Ali olduğunu söylemiştik. Tanrı’nın insanda tecelli ettiğini, en üstün insanın da (kamil) Hz. Ali olduğunu bilen Alevi ozanları bu nedenle Ali’ye Allah adını vermekten çekinmemişlerdir. Bunları kısaca örneklersek.
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi?
Yaratmıştır onsekizbin âlemi
Irızkları veren Ali değil mi?
Kul Himmet
Ali ismi dört kitapta okunur,
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı,
Zikr edenler ezazilden sakınır
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı.
Kul Himmet
Cihan derya iken yer gök su iken
Her şeyin binasını çatandır Hayder,
Kûn deyince kâfi izhar eyleyen
Lâfeta sûresin mazhar eyleyen
Mağriptan maşrıka nazar eyleyen
Nûr-ı kudret topun tutandır Hayder
Âşık Sıtkı
Padişah-ı âlem oldu cismini can eyledi,
Bu cihan sultanlığı kendüne ferman eyledi,
Sûret-i ademde kendin gördü pûnhan eyledi
Ol Ali’dir pişüva-yı evliya vü enbiya
Anın – içün İncil’inde İsa dedi “İlyan”
Kamberi
Biz Urum abdalıyız
sultanımızdır Murtazâ
Terk-i tecridiz
Bugün Süphanımızdır
Murtazâ Virani
Var ett evreni, bugünü mekân
Gâh âşikâr oldun gahi de pinhan
Nurundan nur kattın yarattın insan
“la ilâhe illâ Ali” olan Şah
Melüli
Cevri nûr deminde buldum bu canı
Bildim lâilâhe illa insan’ı
Mâbut sen, âbit sen kendini tanı
Alidir seslenen sedalarımdan
Cevri
Genç yaşta ölenler için bir “Devri Âsan” duası okunduğunu söylemiştiniz. Buna bir örnek verebilir misiniz?
― Devri âsan olsun,
Katre idim ummanlara karıştım,
Kaç bulandım, kaç duruldum kim bilir?
Devre edip âlemleri dolaştım,
Bir sanata kaç sarıldım kim bilir?
Bulut olup ağdığımı bilirim,
Boran ile yağdığımı bilirim,
Alt’anadan doğduğumu bilirim,
Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir?
Kaç kez gani oldum, kaç kere bakir
Kaç kez altın oldum kaç kere bakır
Bilmem ki kaç kâtip ismimi okur,
Kaç defterde kaç dürüldüm kim bilir?
Bazı nebat oldum toprakta sürdüm
Bilmem kaç atanın sulbünde durdum,
Kaç defa Cennet’i alaya girdim
Gehenneme kaç sürüldüm kim bilir?
Kaç kez alet oldum elde bakıldım
Semadan kaç kere indim çekildim,
Balçık oldum kerpiç kerpiç döküldüm,
Kaç bozuldum, kaç kuruldum kim bilir?
Dünyayı dolaştım hep kara batak
Görmedim bir karar, bilmedim durak
Üstümü kaç örttü bu kara toprak
Kaç serildim, kaç derildim kim bilir?
Güfrani’yim tarikatım boş değil,
İyi bil kara bağrım taş değil,
Felek ile hatırcığım hoş değil,
Kaç barıştım, kaç darıldım kim bilir?
Alevilerde, insanoğlunun sonu veya Hakk’a yürüyüş, nasıl olmaktadır?
― Alevi, ölümü Hakk’a yürüme veya aslına dönme olarak alır. Tanrı’nın emek vererek yaptığı bedene ruhunu, nurunu katarak canlandırması sonucunda yeterli eğitimi ile tanrılaşan insan doğaldır ki ölümünde aslına dönecektir. “İnna Lillah inna ileyhi râciun,” Bundan kutsal emanet olan beden toprağa verilerek sırlanır. Ruh isa yolcu edilir. Aslına dönüş veya devrini tamamlayış. Bu ikisinden başka bir seçenek olmadığından Alevi inancında cennet-cehennem yoktur. Öyle ise sizin en büyük sorgunuz bu dünyadaki sorgunuzdur. Başkaca sorgu yoktur çünkü. Tanrılaşmak veya geri kalmak senin elindedir. Eğer başarırsan rahatça haykırabilirsin,
Cihan tılsımının bendi, benim elimdedir şimdi,
Benem bugün bu meydanda, benimdir top ile çevgan.
Benem şahı bu meydanın, benem devri bu meydanın
Benim canı bu canların, benimle diridir her can
Benem Mansur’ı dar eden, benem ağyarı yâr iden
Benem her varı var eden, benem her giden ü duran
Değilim oddan ü sudan veya topraktan ü yiden
Ben irden var idim irden, henüz yoğ idi bu ezman
Görünürsün suretâ âdem, benim emrimdedir alem
Feleklerle melekler hem, bana mahkumdur ins ü can
Sanursun Eşrefoğlu’yam ne Rumi’yim, ne İznikî
Benem o Dâim ü Bâki, göründüm suretâ insan
NEJAT BIRDOGAN
Yer ve gök yoğ iken bir top nur var idi (Tunceli-Dersim Alevilerin bir inancı). Bu nûr’dan oluşan Ezel’in kimi değişikliklerle Anadolu Alevilerinin başka kesimlerinde de olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminin yükselme ve başlangıç dönemlerinde Işık taifesi adıyla anılan Alevilere verilen… bu ad, Şehabettin Suhreverdi’nin (M.1154-1191) ünlü kuramı ışık kaynağından alınmadır. Suhreverdi’ye göre ışık, ana enerjidir. Varlıklar ise zamanla cansız birer heykelken bu ışıklarla birleşince canlanacaklardır. Öteden beri sürüp gelen Alevi inancında Güneş’e dua edilmesi de böyle bir inancın yinelenmesidir.
İslam çerçevesine girdikten sonra Alevilerde Allah sözcüğü de yer aldı. Ancak, bu Allah sözcüğü hem görünmeyen, hem görünen şeyleri kapsar. Bu görüntüler açısından Allah, Muhammed ve Ali bir tek nurdur. Aşamalar açısından insanlığın en yüce ve en son noktasıdır. Bu, Hakk’ın ortaya eksiksiz çıkışıdır. Hakk’ın her sıfatla ve her sıfatta görünmesi demektir. Alevi ermişi bu nur olayına döne döne eğilir; “Arşta nur kandili yandığında önce Ali’nin nuru göründü.” (Bu tümce yüzlerce ozanda dizeler olarak görünüyor. Bana bu tümceyi Sinemil dedelerinden rahmetli Tacim Dede söylemişti. Kantarma Köyü Elbistan y.1979) Bu nûr, tanrısal güç (kudret) demektir. Ötelerden beri süre gelen bir hadis’e göre dile gelir. “Küntü kenzen mahfiyya…” diye kısaca anılan bu tümcenin anlamı “Ben gizli bir hazine idim. İstedim ki bilineyim”dir.
Kur’an’da “Ol de o da oluverir.” anlamında “kun-fekân” terimi geçiyor. Örneğin Al-i İmran Suresi’nin 47. Ayeti şöyledir:” (Meryem) dedi ki, “Hey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” (Allah dedi, “Öyle, (fakat) Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince, ona ancak ol der, o da oluverir.” (Sure 3-a.47)
Bu “küntü kenz” olarak sürüp gelen terimin iç anlamı da ilginçtir: Ebced hesabı ile K harfinin değeri 20’dir. “Çok şefkatli” anlamına gelen “vedut” sözcüğünün harflerinin toplamı da 20’dir. Öyle ise “K” sevgi, sevmek anlamına gelebilir. Yine var olan “Nun vel-kalemuve mâ yasturu’nun” hadisinde söylendiğine göre “Nun” “K”nın farka gelmesidir. Yani “K” farka geldi ve “Nun” oldu. Yani evreni, bilsin ve sevsin diye yazdı, yaptı. (Cavit Sunar-Melamilik, Bektaşilik, s.136) Bu, “kün” buyruğu olup da herşey bedence can’a gelince Alevi tasavvufu, öyküsünü sürdürür: Bu öykünün kaynağı Kur’an’dan alınmadır:
“Araf süresi” 72. ayete göre (Hani Rabb’in ademoğullarından, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefslerine şahit tutmuş” Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (demişti). onlar da “evet, şahit olduk” demişlerdir. (Bu şahitlendirme, Kıyamet günü “bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi.”) İnsanlar yaratıldığında Tanrı’nın onlara sorduğu “Elestü bi rabbikum…” sorusu (elestü-değil miyim?) evrenin canlılar olarak başlangıcıdır. Tanrı, bu sorusuyla ve aldığı yanıtla kullarıyla arasında bir anlaşma yapmıştır. Tasavvufa göre bu zamanda var olan ruhlarla Tanrı arasındaki anlaşma asıldır. Bu zamanda var olmayanlar veya soruya olumsuz yanıt verenler kafir kalacaktır.
Bu öyküyü Alevi inancı bir kesimi ile benimser. Bu da bu Meclis’in ilk ruhlar meclisi olduğudur. Aleviye göre bu Meclis’te baş köşede Ali oturmaktadır. Alevi, küntü kenz olayını bu mecliste çözüme ulaştırır. Ona göre” bilinmek isteyen Tanrı doğal olarak yaratacaklarını kendi biçiminden yaratacaktır. Tanrı’nın cansız heykel yaratmayacağı açıktır. O yarattığı heykellere kendi nefesinden soluk vermiş ve canlandırmıştır. Bu yaratılanlar, canlılar ve cansızlar diye sınıflanır. Her yaratılanın bedensel hamuru toprak, su, ateş ve rüzgardır. Buna dört öge (anasır-ı erbaa) denir. Elest bezminde Tanrı’nın anlaşma yaptığı ruhlar ise bu heykellerde sıra ile, zamanla yer alacaklardır. Aslolan bu ruhlardır. Öyle ise çekinmeden söyleyebiliriz ki Alevilikte insan, iki bölümle ele alınabilir. Birisi dış yüz, biçim, görünüş olarak algıladığımız bedendir. Öbürü ise can dediğimiz ruhtur. Beden ölümlü, ruh ölümsüzdür.
Canlar ölesi değil… (Yunus Emre)
Tanrı’nın yarattığı ve kendini üflediği bu ruhlar Alevilikte devir dediğimiz uzun bir yolculuğa çıkar. Bitkiden hayvana, ondan insana geçinceye değin Tanrı’dan iniş dairesini çizer. Buna tasavvufta “kavsi nüzul” denir.
Hitab-ı ezelde, bezm-i ezelde,
Sadakatle ikrar verenlerdeniz.
Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde,
Biz, cemal’ullahı görenlerdeniz.
Bir “kün” emri ile halk’oldu dünya,
Bu kadar mevcudat bu kadar eşya,
“Nefhatü min ruhi” dedikte Mevla,
Adem’in şekline girenlerdeniz.
Bin türlü dert ile bezet Dertli’yi,
Gerek kısalt, gerek uzat Dertli’yi,
Bab-ı velayette gözet Dertli’yi,
Yabancı değiliz, erenlerdeniz.
Dertli’nin bu üçlüsü biraz önceki anlattıklarımızın kısa bir özetidir. Ruhun asıl sınavı bu insan olduktan sonraki eylemlerdir. Bu eylemler sonucunda ruh ya kaynağına dönecek ya da devrini tamamlamak için bir başka bedende görünecektir. Bu Tanrı’ya dönüş yayına ise “kavs-i huruç” denir.
Alevilerin en büyük çabası insan olduktan sonraki sınavı vermektir. Bir kez, bu insan, Tanrı biçimde yaratıldığı için ve içindeki can Tanrı nefesi olduğundan saygındır, dokunulmazdır. Bu nedenledir ki,
Bundan kibr ile kin olmaz,
Hem sen olup hem ben olmaz,
Adem öldürsen kan olmaz,
Nefes öldürsen kan olur.
diyen Hatai, âdem sözcüğü ile kuru teni, nefes sözcüğü ile Tanrı üflemesini dillendirmiştir. Ne yapacaktır Alevi insanı Onun yapması gereken işler öncelikle “ele, dile, bele” bağlı olmaktır. Ayrıca, menzile varmak önemlidir. Bu menzil, kaynağının ne olduğunu anlamak, dolayısıyla sırr’a ulaşmaktır. Bunun için koşul “aşk”tır. Aşk, çarşıda pazarda satılan bir şey değildir ki alınıp kullanasın. Aşka ulaşmak, ancak bir pire bağlanmakla olur. Alevi insanı, bireysel değildir, toplumun bir üyesidir. Sizin kendi menzilinize, ulaşma çabalarınız ancak toplumu düşünerek çalışmanızla olur, Pir, size el verecek ve öğreneceksiniz,
Küntü kenz remzinin olduk âgâhı,
Ayn’el yakin bulduk Cemalüllahı,
Ey hace bizdedir sırr-ı İlahı
Biz Tur-i Sina’nin tecellasıyız…
Alevi toplumunda iyi insan olmak için “tevella-teberra” olgusu vardır. Aslına göre Ali dostlarına dost, düşmanına düşman olmak gibi bir anlam taşıyan bu kavram kötülüklerden kaçıp, iyiliklere yaklaşmak anlamlarına da gelir.
Alevilikte ruhun ölümsüzlüğüne değinmiştik. Tanrı’nın kendi ruhunu üfleyerek çamuru biçimlendirmesi, daha doğrusu bir insan bedenine girmesi Alevilerin reddetmeyeceği şeydir. Buna “südur” derler. Kimi zaman bir kişinin ruhu, bedeni ölünce yeniden doğar ki bu ruh göçüne “hulül” denir. Alevi bunu kuşku duymadan evetler.
“Ol esrar sözlü ve kelecisi tuzlu ve lâtif gözlü ve güler yüzlü Sultan Hacı Bektaş’ül Horasani, bir gün hayatında otururken mübarek nefesinden nutka gelip eyitti. Kâ Errenler! Genceli’de genç ay gibi doğam, adımı Abdal Musa çağırdam” dedi. “Beni isteyen anda gelsin, bulsun” dedi.
Hünkâr Hacı Bektaş vefat edicek, Abdal Musa zuhura geldi.”
Abdal Musa Menâkıpnâmesi
Bir mürşide bağlanıp aşkı öğrenen ve bununla eylem yapan, ele, dile, bele bağlı olan, dünya malını bir pula satın almayan kişiler sonunda menzile ulaşır. Bu menzil Hakkı bilmek, bulmak ve onda eritmektir. Hakla Hak olmaktır. Buna ulaşan, Burada varılan nokta “insan-ı kamil” olmaktır. Artık, onlarda eksiksiz bir durum gözlenir. Hallac, Nesimi, Şehabettin Suhreverdi vb. bu yolda başlarını verdiler. İnsan-ı kamil kişi Alevilikte, Alevi toplumun da Tanrı’yı kendinde bulduğu gibi başkasında da bulur:
Yukarıda Arşta nûr kandilinin yandığından söz ederek varlıkların ba nûr’dan doğduğunu nûr’un “âlâ nûr” bölümünün ise Ali olduğunu söylemiştik. Tanrı’nın insanda tecelli ettiğini, en üstün insanın da (kamil) Hz. Ali olduğunu bilen Alevi ozanları bu nedenle Ali’ye Allah adını vermekten çekinmemişlerdir. Bunları kısaca örneklersek.
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi?
Yaratmıştır onsekizbin âlemi
Irızkları veren Ali değil mi?
Kul Himmet
Ali ismi dört kitapta okunur,
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı,
Zikr edenler ezazilden sakınır
Lâ ilâhe illâ Ali yazılı.
Kul Himmet
Cihan derya iken yer gök su iken
Her şeyin binasını çatandır Hayder,
Kûn deyince kâfi izhar eyleyen
Lâfeta sûresin mazhar eyleyen
Mağriptan maşrıka nazar eyleyen
Nûr-ı kudret topun tutandır Hayder
Âşık Sıtkı
Padişah-ı âlem oldu cismini can eyledi,
Bu cihan sultanlığı kendüne ferman eyledi,
Sûret-i ademde kendin gördü pûnhan eyledi
Ol Ali’dir pişüva-yı evliya vü enbiya
Anın – içün İncil’inde İsa dedi “İlyan”
Kamberi
Biz Urum abdalıyız
sultanımızdır Murtazâ
Terk-i tecridiz
Bugün Süphanımızdır
Murtazâ Virani
Var ett evreni, bugünü mekân
Gâh âşikâr oldun gahi de pinhan
Nurundan nur kattın yarattın insan
“la ilâhe illâ Ali” olan Şah
Melüli
Cevri nûr deminde buldum bu canı
Bildim lâilâhe illa insan’ı
Mâbut sen, âbit sen kendini tanı
Alidir seslenen sedalarımdan
Cevri
Genç yaşta ölenler için bir “Devri Âsan” duası okunduğunu söylemiştiniz. Buna bir örnek verebilir misiniz?
― Devri âsan olsun,
Katre idim ummanlara karıştım,
Kaç bulandım, kaç duruldum kim bilir?
Devre edip âlemleri dolaştım,
Bir sanata kaç sarıldım kim bilir?
Bulut olup ağdığımı bilirim,
Boran ile yağdığımı bilirim,
Alt’anadan doğduğumu bilirim,
Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir?
Kaç kez gani oldum, kaç kere bakir
Kaç kez altın oldum kaç kere bakır
Bilmem ki kaç kâtip ismimi okur,
Kaç defterde kaç dürüldüm kim bilir?
Bazı nebat oldum toprakta sürdüm
Bilmem kaç atanın sulbünde durdum,
Kaç defa Cennet’i alaya girdim
Gehenneme kaç sürüldüm kim bilir?
Kaç kez alet oldum elde bakıldım
Semadan kaç kere indim çekildim,
Balçık oldum kerpiç kerpiç döküldüm,
Kaç bozuldum, kaç kuruldum kim bilir?
Dünyayı dolaştım hep kara batak
Görmedim bir karar, bilmedim durak
Üstümü kaç örttü bu kara toprak
Kaç serildim, kaç derildim kim bilir?
Güfrani’yim tarikatım boş değil,
İyi bil kara bağrım taş değil,
Felek ile hatırcığım hoş değil,
Kaç barıştım, kaç darıldım kim bilir?
Alevilerde, insanoğlunun sonu veya Hakk’a yürüyüş, nasıl olmaktadır?
― Alevi, ölümü Hakk’a yürüme veya aslına dönme olarak alır. Tanrı’nın emek vererek yaptığı bedene ruhunu, nurunu katarak canlandırması sonucunda yeterli eğitimi ile tanrılaşan insan doğaldır ki ölümünde aslına dönecektir. “İnna Lillah inna ileyhi râciun,” Bundan kutsal emanet olan beden toprağa verilerek sırlanır. Ruh isa yolcu edilir. Aslına dönüş veya devrini tamamlayış. Bu ikisinden başka bir seçenek olmadığından Alevi inancında cennet-cehennem yoktur. Öyle ise sizin en büyük sorgunuz bu dünyadaki sorgunuzdur. Başkaca sorgu yoktur çünkü. Tanrılaşmak veya geri kalmak senin elindedir. Eğer başarırsan rahatça haykırabilirsin,
Cihan tılsımının bendi, benim elimdedir şimdi,
Benem bugün bu meydanda, benimdir top ile çevgan.
Benem şahı bu meydanın, benem devri bu meydanın
Benim canı bu canların, benimle diridir her can
Benem Mansur’ı dar eden, benem ağyarı yâr iden
Benem her varı var eden, benem her giden ü duran
Değilim oddan ü sudan veya topraktan ü yiden
Ben irden var idim irden, henüz yoğ idi bu ezman
Görünürsün suretâ âdem, benim emrimdedir alem
Feleklerle melekler hem, bana mahkumdur ins ü can
Sanursun Eşrefoğlu’yam ne Rumi’yim, ne İznikî
Benem o Dâim ü Bâki, göründüm suretâ insan
NEJAT BIRDOGAN
İlk yorum yapan olun