YUNUS EMRE’NİN DÜŞÜNSEL DERİNLİĞİ
Yunus Emre, bir söz ustası, bir filozof. bir çağlayandır. Bakınız neler demiş:
Yedi gök yaratıldı
Aşk ile bünyad oldu
Toprağa nazar kıldı
Aksırıp duru geldim (Ergüven, age, s. 61)
Yunus, yedi gök katından söz etmektedir. Yedi gök var olduktan sonra aşka geldi ve devinmeye başladı. Devinen gök, havayı, hava suyu, su toprağa karışarak dünyada ki yaşamı var kıldı. Özdek olmadan, vatlık oluşamaz. Dünyada var olan her nesne özdektir. Güneşin ışığı, ısısı, yeryüzüne iner. Su toprağa karışır. Toprak, havayı, ısıyı, ışığı ve suyu özüne katarak canlanır ve bitkileri hayvanları, insanı oluşturur. Yunus, insanın oluşumunu özdeksel olgulara bağlar. Aşk, devindirici, yönlendirici, istemci ve itici gücün simgesidir. Aşk, ateştir ve enerjidir. Yunus “aşk ile bünyad oldum” derken, enerjinin (aşkın) çok temel bir güç olduğunu dile getirmektedir. Aşk, karşıt gücü çeken, oluşumu sağlayan en temel olgudur. Yunus, doğadan geldiğini ve bunun da çok açık olduğunu belirtmektedir. Kuantum da dalga boyutunun tanecik boyutuna geçmesi, taneciğin dalgaya dönüşümü, Yunus da “aşk” kavramıyla tanımlanmıştır.
Bu tılsımı bağlayan
Türlü dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan
Sığmış bu can içinde (Ergüven, age, s. 65)
Yunus, evrenin yapısına, işleyişine, büyüklüğüne, hareketine, vs. olan hayranlığını belirtmektedir. Aynı zamanda, evrensel düzenin nedenselliğini anlamaya çalışarak, anlaşılmaz olan evrenin dilini, yasalarını sorgulamakta ve bilmeye dönük düşünsel bir derinliğe dalmaktadır. Evrenin, doğanın kendisini gizlemesini “tılsım” olarak değerlendiren ozan, doğanın gizlerle dolu olduğunu belirterek, onun işleyiş yasalarını anlamaya çalışmaktadır. Doğa, kendisine işlevsellik katan yasalarını belirli olaylarla, olgularla, seslerle, hareketlerle… ortaya koyar. Önemli olan, bu dili anlayabilmektir. Doğayı, doğa ötesi bir yaratıcı mı var etmiştir? Buna Yunus, kuşkuyla yaklaşmakta ve doğanın dışında, bir güç aramanın yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Doğaya sığmayan, doğanın dışında olan imgesel bir yaratıcı yerine, özdeksel doğanın var edici gücünü sağlayan “özü” daha doğru bulmaktadır. Kendini de doğanın bu özünün bir ürünü olarak gören ozan, doğa benim ve ben doğayım diyerek, “hiçbir yere, mekâna sığmayan, bir gücü dışlayarak, kendi içine, özüne sığan, kendisi olan bir doğa”yı benimsemiştir. Yunus varlığını, doğayla iç içe ve onun bir parçası olarak görmektedir. Doğayı dışlayan, doğanın ötesinde bir varlığı sorgulamaktadır. Sorgulamanın ötesinde, onu kendi özüyle bütünleştirerek, doğanın içine çekmektedir.
Hem evvelsin hem ahir
Kamu yerlerde hazır
Hiç mekân yoktur Sen’siz
Ben niçin görimezim? (Ergüven, age, s. 67)
Yunus, tanrıyla konuşmakta ve korkusuzca nerede olduğunu sormaktadır? Göksel dinlere göre, Tanrı, öncesiz ve sonrasızdır. O, her yerde, her mekânda, her zaman ve her an bulunmaktadır. Onun dışında olan, oluşan hiçbir şey yoktur. Her şey O, aynı anlamda O her şey konumundadır. Yunus’ta bu olguya vurgu yaparak, özdeksel dünyada, kendisine ulaşamadığını söylemekte ve Tanrı’ya neden kendisini gizlediğini sormaktadır. Doğanın var edici gücünün ötesinde, imgesel bir güce kuşkuyla yaklaşan Yunus, bakıp görenler için evrenin en küçük nesnesinden en büyük nesnesine kadar her şeyin içinde tanrıyı görebileceklerini, sezebileceklerini vurgulamaktadır.
Odur bana Yunus diyen
Odur benim bağrım delen
Odur beni, bensiz koyan
Hem ben oyum, bu ben miyim? (Ergüven, age, s. 72)
Aynı görüşünü bu dizelerde de sürdüren Yunus, adımı koyan, bana acı çektiren, bağrımı delen, hüzün veren, güldüren, özümü-bedenimden uzaklaştıran O’dur, diyerek Tanrı’yı özdeksel dünyanın içine çekiveriyor. Yunus’un düşündüğü Tanrı, doğanın (dolayısıyla dünyanın) ötesinde değil. İnsan gibi düşünen, gülen, yiyen-içen, ağlayan, kızan vs. biridir. Böyle olunca da Yunus: “Hem ben O’yum, bu ben miyim” diyerek, Tanrı’yla insanı özdeş kılıyor. Çünkü eğer, aynı olguları Tanrı’da yaşıyorsa, o halde “benimle aynı değerleri yaşayan, benden uzak olamaz” demektedir. Bundan dolayı da “Bu ben miyim” diye sormaktadır. Yunus, insandan ve varlıktan uzaklaştırılmış bir Tanrı anlayışına karşı gelmektedir.
Ben ordan, bunda geldim
Ben onu bunda buldum
Mansur’um dare geldim
Uş kül oldum tozarım. (Ergüven, age, s. 73)
Yunus, ben evrenin, doğanın özünden geldim diyor. Doğanın bir aklı vardır. Buna kavramsal olarak doğa yasaları diyoruz. Her özdek, her olay ve olgu doğanın aklının veya yasalarının dışına çıkamaz. Doğanın aklını en üst noktada insan temsil etmektedir. Yunus, her nesnenin doğadan geldiğini belirtmektedir. Toplum da bir küçük doğadır ve toplumun da yasaları (aklı) vardır. Toplumu insanlar oluşturur. İnsanların oluşturduğu toplumsal yapıda; her zaman farklı davranışlar, üretim ilişkileri, ahlaksal ve töresel anlayışlar, insanın özgün yapısı nedeniyle geliştirdiği davranış kalıpları vs. oluşmuştur ve bunun sonucunda farklı olaylar ve farklı uygulamalar varlaşmıştır. Kimi zaman insanlar birbirleriyle dost, akraba, olmuşlar; kimi zaman dayanışma ve paylaşım içinde bulunmuşlar; kimi zaman düşman olmuşlar, savaşmışlar, ölmüşler-öldürmüşler; kimi zaman iyiliği, kimi zaman kötülüğü yaşamışlar veya yaşatmışlar. Kimi zaman, zalime başkaldırılar olmuş, kimi zaman deriler yüzülmüş, başlar kesilmiş, kollar-bacaklar parçalanmış, idam edilenler olmuştur. Tüm bu oluşumların nedeni özdekseldir. Koşulların varlaştırdığı sonuçlardır. Bu toplumsal olgulardan birisini en korkunç bir şekilde yaşayan insanlardan birisi de Hallaç’ı Mansur’dur. Alevi öğretisinde Mansur Darı vardır. Mansur Darı, Mansur gibi, korkusuzca yargılanmayı göze almak demektir. Yunus da “Mansur’um dar’e geldim” derken; görüş ve düşüncelerini korkusuzca dile getirmekten çekinmediğini dile getirmektedir. “Uş (iş, eylem) kül oldum tozarım” diyen, Yunus, devinirim, eylemde bulunurum, bütünken parçalanır toz olurum diyerek, evrensel değişimi de dile getirmektedir.
Yunus, bir ummandır, kim onunla yarışabilir ki? O, 800 yıl önce, sezgisel aklıyla, bugünün bilim diliyle konuşuyor gibi.
Bu yüce ozana (Yunus Emre’ye) bin selam olsun…
SULEYMAN ZAMAN
İlk yorum yapan olun