VAHDET NEDİR

image

VAHDET ÜZERİNE

Tüm bu açıklamalardan sonra, vahdet anlayışına bakabiliriz. Vahdet nedir? Alevi-Bektaşilik, vahdet anlayışına nasıl yaklaşmakta-dır? Vahdet, varlığı, bütün nesneleri, birlik içinde gören bir din-sel/felsefi anlayıştır. Vahdet anlayışı, çokluğu ve görüntüyü aldatıcı ve geçici sayar ve gerçek varlığın “Bir ve Tek” olduğunu savunur. Bu anlamda Vahdet anlayışı, monist bir anlayıştır. Çokluğu aldatıcı ve yanılsama olarak görür. Vahdet anlayışına göre, “her şey, tek şeydir.” Vahdet anlayışı, tekillik üzerine kurulmuştur. Tarihsel süreç içinde “Vahdet” anlayışını, tasavvuf ehli mürşitler, bilgeler ve muta-savvıflar ortaya koymuşlardır. Söz konusu bilgeler, mutasavvıflar, her türlü olumsuz görüş ve düşüncelerden, nefisten ve hırstan vs. ayrılarak, kendi iç dünyala-rında “arındıklarını”; sezgisel algı sonucunda içsel ve derin bilgiyle buluştuklarını ve edindikleri bilgilerle, bilinç dünyalarında gerçeği bulduklarını ve iç dünyalarında yaptıkları manevi bir yolculukla varlığın gerçeğine ulaştıklarını belirtmişlerdir. Söz konusu mutasav-vıflara göre, tek bir gerçek vardır, o da “Tanrı”dır… Buna da “vah-det” demişlerdir. Bir başka anlatıma göre, vahdet; bir veya tek olma, birlik veya teklik konumunda bulunma demektir. Gerçek olan, tekliktir ve her nesne veya çokluk bu teklikten yani “Bir”den çıkmıştır. Bu bağ-lamda, en küçük maddeden, en büyük maddeye kadar her şey, başlan-gıçta temel olan tek bir kaynağın içindeydiler. O halde, “Her”, “Bir”dir ve bu anlamda Bir, “Her” i var etmiştir. Bu görüşün vardığı sonuç, birbirinden farklı olan her cisim, görünür, duyulur, düşünülür ve algılanır olan, fiziki evrenin tümü, Bir’in ürünüdür. Bir’se “Tan-rı”dır. Niyazi-i Mısri (1618-1694), bir dörtlüğünde şöyle der: Bahr içinde katreyim Bahr oldu hayran bana Ferş içinde zerreyim Arş oldu seyran bana (Niyazi-i Mısri, Türkçe Şiirler; Turan Alptekin, Demos Yay.2008, s. 49) Mısri; kendisinin, deniz, okyanus içinde bir nokta, yeryüzün-de bir zerre olduğunu, sonsuz varlık içinde, okyanusun (bütünselli-ğin, ana kaynağın) aşka girmesiyle beden bulduğunu, evrenin ve kendisinin de onunla birlikte döndüğünü belirtmektedir. Ozan, nok-tayla, zerre, zerreyle okyanus (yani var edici ana kaynak) ara-sında bir ayrılık olmadığını, birinin diğerinden çıktığını ve öz olarak ikisinin de aynı olduğunu söylemektedir. Bu anlayış vahdet (birlik) anlayışını yansıtmaktadır. Vahdet anlayışına göre, Tanrı’yı doğadan, doğayı Tanrı’dan ayırmak olası değildir. Bu nedenle, insan da doğanın bir ürünü ola-rak, Tanrı’dan ayrı değildir. Alevi tasavvufunda, evren, Südur (oluşum, türüm) yoluyla meydana gelmiştir. Yani evren, tanrıdan açığa çıkmıştır. Evrenin açığa çıkmasından sonraki aşaması vahdet aşamasıdır. Bu aşama da, Tanrı’nın sıfatları ve adları ayrışmamış-tır. Tüm ad ve sıfatlar içkin konumda yani iç içedir. Bu durumda varlığın kökleri bu aşamada ortaya çıkmış-tır.(Ana Britannica, C. 21, ilgili madde.) Bilimsel verilere göre, evren, açılıp görünür olmadan önce, bir toplu iğnenin ucu kadar bir noktada, sıkışmış, yoğunlaşmış ve sonsuz bir ağırlığa ulaşmış bir konumdaydı. Böylece, bugün var olan her nesne, her şey, bu küçük hacimli (2,5 cm civarında) ama sonsuz yoğunluklu o tözün içinde mevcut, yani birlik durumundaydı. Dolayı-sıyla, doğada ki bu kadar çeşitlilik, farklılık, çokluk vs. bu birlik ha-linde ki evrenin patlayıp açığa çıkmasıyla oluşmuştur. Başlangıçta hacmi küçük ama çok yoğun olan evren; büyük patlamayla açığa çıktıktan sonra, hacmi artmış, hacmi arttıkça, yo-ğunluk azalmış, yoğunluk azaldıkça da hacim daha da genişlemiştir. Bu oluşum içinde, evren genişledikçe, başlangıçta on milyar derece sıcaklığa sahip olan evren de soğuma da artmış ve süreç içinde öyle bir sıcaklığa düşülmüş ki, söz konusu o sıcaklıkta yıldızlar oluşmuş, gezegenler varlaşmış, dünya gibi gezegenlerde de, zamanla yaşam formları meydana gelmiştir. Bu yaşam formları içinde, algılayan ve her şeyi sorgulayan, adına insan denilen, akıl varlığına sahip bir canlı oluşmuştur. İşte tüm kavramlar, bu akıl varlığı insanın türetimleridir. Akıl varlığı ve bilgi tutkunu “insan”, hem kendisini, hem do-ğayı ve hem de varlığı araştırmaya ve varlığın nereden geldiğini bulmaya çalışmış ve çalışmaktadır. Bulduğu, algıladığı, sezinlediği vs her şeyi de kavramlaştırmıştır. Zaten insan olmanın en temel işlevi, düşünmek, sezmek, kavramak ve algılamaktır. İşte derin kavrayan ozanlardan birisi de Niyaz-i Mısri’ dir. Bakınız ne demiş ozan: Niyazi-i Mısri’nin şu dizelerine bakalım: Gitdi kesret, geldi halvet, dost ile Heb Hak oldı, cümle âlem şehr ü bâzar kalmadı. (Alptekin, age, s. 216) Mısri, yukarıdaki dizelerde, çokluğun, görüntülerin aldatıcı olduğunu, gerçekten tüm nesnelerin halvet (yalnız, tek, bir) konumda bulunduğunu, yani her şeyin birlik içinde var olduğunu ve birbirleri-ne bağlandıklarını söylemektedir. Mısri, özünde her şeyin Hak oldu-ğunu, kendisinin de Hak’tan geldiğini, bu kadar çeşitliliğin insanı aldatmaması gerektiğini, pazarın içindeki tüm nesnelerin toplamının, pazarı meydana getirdiğini; insan zihninde, görüntüde ayrılık varmış gibi bir bilinç uyansa da, aslında her şeyin bir bütünlük oluşturduğu-nu belirtmektedir. Ozanın bu anlayışı, vahdet anlayışını içermektedir. Bir düşünce denizi, büyük ozan Yunus Emre diyor ki: Gör imdi gizli seyri, seyir içinde sırrı Kul bilmez bu tedbiri, kime değdi bu nüzul Söyle söyle hepisin, ne kân u ne mâdensin Suret-i pür mânasın, padişahı sende bul! (Yunus Emre; Abdülbaki Gölpınarlı, Varlık Yay. 1995, s. 109) Yunus, her şeyin sürekli bir döngü içinde bulunduğunu, dün-yaya, geliş-gidişlerin, iniş ve çıkışların olduğunu söyleyerek, her insan bunu bilemez demektedir. Her şeyin cevherini, özünü, esasını, tek bir kaynakta gören Yunus; evrenin ve dolayısıyla insanın bütünsel yapı-sını öne çıkarmakta ve her şeyin temelinin aynı kaynağa bağlı oldu-ğunu belirtmektedir. Biçimselliğin, şeklin değil; mananın, özün, asıl olanın önemli olduğunu vurgulayan ozan, tanrıyı her şeyde bulduğu-nu dile getirmektedir. Ozanın dizelerindeki “padişah” Tanrı anla-mındadır. Mana ise öz, asıl vs. demektir. Bu dizelerin toplamına ba-kıldığında vahdet anlayışının dile getirildiğini görmekteyiz. Buna göre, her şey bir ve bütünlük içindedir. Bu anlamda biçim manayı, mana da biçime bağlıdır. Tasavvuf düşüncesi içinde, “Vahdet” düşüncesi de aynı düzlemde geliş-miştir. Derin algılarla, sezgisel tasarımlarla ve edinilen bilgilerle “Vahdet” düşün-cesine varan insan, bununla da yetinmemiş, bu kez de vahdetin, niteliklerini “vü-cut mu, mevcut mu” olduğunu sormaya başlamıştır. Bu düşünceler için Vahdet ve Tanrı kavramı birlikte ortaya konmuş ve Vahdet ve Tanrı ilişkisi de birlikte ele alınmıştır. Kimi görüşlere göre, Vahdet, Tanrı’nın kendisidir ve esas kaynak Tan-rı’dır. Evrense, Tanrının yansımasıdır. Kimilerine göreyse, aslında her şeyin, yani evrenin toplamı Tanrı’dır. Tarihsel boyutta tasavvuf, bu iki görüş içinde tartışıla gelmiştir. Bu tartışma bugünde sürmekte-dir. Yani, Vahdet-i Mevcut mu? Vahdet-i Vücut mu? Oluşun veya varlığın gerçekliğidir. Bunu daha kolay anlayabilmek için, “vahdet” konusunu biraz daha açalım. Tanrıya ulaşabilmek için, tasavvuf düşüncesi belirli aşama-lar ortaya koymuştur. Buna göre, bu aşamalar insanın bulunduğu konumu ve derecesini de bildirir. İnsanın düşünsel yetisi, olayları ve olguları kavraması, kendisiyle diğer varlıklar arasındaki bağıntıyı kurma derecesi, onun bulunduğu düşünsel konumu da belirler.

 

Süleyman Zaman

ALEVİLİK VE TEMEL EĞİTİM DERSLERİ cilt 2

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.