Mukaveme Suriye, Mihrac Ural’ın DAB Genel Kuruluna Gönderdiği Mesaj:
Devrimci Alevler Birliği (DAB) Genel Kurulu yönetimi, üyeleri ve misafiri can dostlarım.
Yapmakta olduğunuz bu toplantının içinde yer aldığı tarihi kesit soğuk savaştan bu yana bölgemizin en çetin sorunlarının yaşandığı kesite denk gelmektedir. Bu toplantı bir boyutuyla Alevi tarihinin dünden bu güne getirdiği sorunlar, acılar, katliamlar ve bundan çıkış için yapılması gerekenler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Diğer boyutuyla da bölgemizdeki vahşet çağlarını aratmayacak kıyımların din adına işlendiği ve emperyal çıkarlar için farklı inançları yok etme yönelimleri üzerine oturmaktadır. Bu yüzden insanın aya çıkışında attığı küçük adımın tüm insanlık için büyük bir adım olması misali gibi, yaptığınız bu toplantının tüm Alevi canlar için nitelikli dönüşüm sürecinin ilk adımı olmasını diliyorum.
Ayrıca bilmelisiniz ki yüzlerce yılın zulmü altında yaşaya gelmiş Alevilik buna şiddetle muhtaçtır. Bu haklı beklenti, daha da derinleşen ve yok edici hale gelmeye başlayan baskı ve zulüm karşısında ertelenmesi mümkün olmayan bir taleptir. Zalimin zulmünün korkunç olması bazen “provokasyon” kaygılarıyla Alevileri uysal çocuk, hakkı yense de ses çıkarmayan aptal haline getirmemelidir. “Provokasyon tellalları gerçek provokasyonun da mimarları olduğu bilinmelidir. Kimse kimseyi aldatmasın başımıza ne geliyorsa kendi elimizden geliyor ve bu otokontrollerle kendi kendini sokan akrep misali intihar gibi toplu kıyımlara yeşil ışık yakıyor. Öncelikle bilinmesi gereken biz Alevilerin bu tarihte en büyük suçlu olduğumuz gerçeğidir.
Gerekçemiz ne olursa olsun, kırılmamız, ezilmemiz çiğnenip toplu kıyımlara maruz kalmamız ardından gelen tüm acı süreçlerin nedeni biziz. Kendimizi bu vahşetin sorumlusu olarak görmemiz gerek. Çünkü vahşeti dayatanı eleştirmenin hiçbir yararı yoktur, tarihler boyunca da olmamıştır. Kendimize dönmeliyiz kendimizi yeniden tanımlayıp bize sadece ölümü reva görenlere karşı hazırlıklarımızı yapmalıyız. Bunun için de kimse bizi “düşmanlık üzerine kurulu yaşam sistemi kurumakla’’ suçlamasın. Devleti, ordusu, kurum ve kadrolarıyla milisleriyle, verdiğimiz vergiler ve hazinenin tüm imkânlarıyla Alevilere karşı en yoğun saldırı için hazır bekleyen bir güce karşı Alevileri önlem almaya çağırmak esasında geç kalmış yetersiz bir hak ifadesidir.
Provokasyon olur aklıyla hiç bir varlık kendini koruyamaz bunun da açıkça bilinmesi gereklidir. Bu vahşeti dayatanları eleştirmek işin kolayına kaçmaktır. Böylesi çabaların bir sonuç getireceğini de kimse sanmasın. Kimi kime şikâyet edeceksiniz; aynı biat kültürünün insanlarına, aynı ölüm kültürünün insanlarına, aynı katil tanrının tapıcılarına, insan üretimi fıkıh dininin eli kanlı vicdanı merhumlarına hangi dille gerçeği anlatabilirsiniz. Vekâleti kimden alınmış bilinmeyen egemen güruhların “Allah adına” hiçbir vicdan sızısı duymadan ahlak ve erdem sıkıntısı olmayanlara neyi anlatacaksınız, havanda su dövmek gibi bir şey bu. Buna rağmen 1400 yıl gözyaşı ve kan akıttık kimse buna bakmadı bakamazdı da. Çünkü bu akıl “Allah adına” cürümlerini irtikâp ettiğinde muhakeme yapacak hiçbir başvuru kaynağı kalmamaktadır. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır” diyenler gerçekte yeryüzünde kendi dar çevrelerinin uyduruk Allahları için insan üzerine hüküm sürmek üzere bu abesi işlemektedirler. Aklı, tarihi, evrimi, gelişmeleri, hareketi, değişimi, yadsınmanın gücünü yabancılaşmanın devindiriciliğini bilmeyen bu akılların biat üzerine kurulu şatolarında sadece ölüm kültürü bulunmaktadır.
Nerede olurlarsa olsunlar iktidarı gasp etmek egemen olmak için çırpınan bu akıllar, kendi aralarında bile merhametsizdirler. Bu açıdan her şeye düşman her şeyi tekfir eden, farklılığı asla özümsemeyen bu kirli ve karanlık akıllara anlatılacak bir şey yoktur. Buna rağmen anlatıp duruyoruz, son sorumluluklar üzerimizde kalmasın diye çırpınıyoruz. Bu anlatımlarla bu karanlık akılları dizginleyemeyeceğimizi bile bile bunu barış için insanca ve kardeşçe yaşamak için yapıyoruz. Bunu yaparken, maalesef hiç bir zaman yaşama hakkımızı savunmak için gerekli önlem ve direnişi örgütleyemiyoruz.
Sembolikte olsa Kerbela’da anlam bulan Hz.Hüseyn’in insanlığa sunduğu zalime karşı mazlumun direniş destanı olan mesajı kendimize pusula sayamıyoruz. Her defasında ayrı bir teslimiyetçiliği ve boyun eğişi yeğliyoruz. Tarih kayıtlarında yer alan isyanlarımız ve bireysel reflekslerimiz ise son pişmanlığın fayda etmeyeceği tarzda olduğu ve sonucu hiç değiştirmediğini görüyoruz. Ölüm bize yazılırken bu karanlık akıllara yeni kıyımlar için kapı ve moral vermektedir.
Bu gün, Osmanlının yıkılışıyla nefes alacağını sanan Aleviler, Cumhuriyetin gazabından bile kurtulamamıştır. Laikliğe inanç ilkeleri gereği sarılan Alevilere reva görülen yine ölüm olmuştur. Buna rağmen Osmanlıdan çıkış adına Cumhuriyete sarılan Aleviler bu gün Yeni Osmanlıcı, yayılmacı sivil faşist bir diktatörün neredeyse tanrılaştırıldığı bir siyasal ortamda bir kez daha toplu kıyımla yüz yüze gelmiş bulunmaktadırlar. Cumhuriyetin güdük değerlerini bile tek tek yıkarak kadrolarını top yekûn değiştirerek, Osmanlıdan da daha zalim daha inatla Alevileri katledecek potansiyeller biriktiren faşist diktatör öle kanlı Erdoğan yönetimi, maceracı girişimleriyle dünya ve bölge barışını sarsmaya devam etmektedir; üstelik bunu ülkede yıkıma uğrattığı toplumsal barış üzerine yapmaktan çekinmemektedir. Bu karanlık algılar, böylesine yoğun hazırlıklar ve fiili girişimler içinde (Suriye’de Alevilere yaptıkları akla hayale gelmez kanlı girişimlere rağmen) Alevilerin ülkemizde hala mezar sessizliğiyle yaşamaya devam etmeleri vurdumduymazlıkları ibretle izlenmektedir.
Kendine Alevi kurum diyenlerin Suriye’de olan olaylara karşı gösterdikleri bu sessizliğin yarın büyük bedellerle ödeneceğinin bilinmesi gereklidir. Kardeşi için refleks göstermeyen ne dostundan ne de düşmanından rahmet beklememesi gerek. Dönün Suriye’ye bakın 5 yıla sığdırdıkları 18 toplu kıyım sadece Alevileri hedef almıştır. Bununla ne mezhepsel ne inançsal bir kazançları da olmamıştır. Hizmetine koştukları emperyal güçlerin birer kuklası olarak işledikleri cürüm, masum insanlara korku ve terör estirme dışında bir işe yaramamıştır. Ancak Suriye bu makûs kaderi tüm şer güçlerine karşı direnerek, meydan okuyup tersine çevirmiş bulunmaktadır.
Elbette ki Suriye direniş öncelikle bir vatan savunma direnişidir, tüm farklılıkları içeren, tüm inanç ve kültürleri bağrında taşıyan bu direniş bir tek Alevilere mal edilemez. Ancak tüm imkânlarıyla mezhepsel çatışmaya çevirmek istedikleri terörün merkezi demagojisi mezhepsel olmuştur; çünkü çoğunluğu bu yolla kazanacakları sanıları vardı. Aleviler tarihlerinde ilk kez verili koşulları da doğru değerlendirerek vatan savunmasıyla birlikte var oluş mücadelesini yükselttiler. Suriye halkı destansı bir direniş ortaya koyarak bu karanlık saldırıyı bu akıl zoru ruh hastası mezhepçi kalkışı ezdiler.
İşte tam bu noktada Aleviler kendini ciddi bir şekilde, elde silah direnerek savunmaların sonucu aklıselim Sünni vatandaşları da hareke geçirmeyi başarmıştı. Aksi olsaydı söz konusu aklıselim Sünniler de sessiz kalacak ve tarih bir kez daha Alevilerin toplu yok edilişine tanıklık edecekti. Suriye’de Aleviler, emperyalist kuklası mezhepçi kalkışmaya karşı refleks gösterip ellerindeki olanaklarla direnmeyip boyun eğseydi ölümden başka bir yolları kalmayacaktı. Bununla da kalmayacak, bölgenin her köşesindeki ehlibeyt sevenlerini barış kardeşlik sevgi kültürünü yok etmeye yöneleceklerdi. Bu örnekten de alınacak en önemli ders, kıyım yapılmadan önce direnişi yükseltmek, var oluşumuzu, inanç değerlerimizi sonuna kadar savunacağımızı göstermektir.
Bunu Korkusuzca, provokasyon teranelerine prim vermeden yapmalıyız. Aleviler maddenin sakınımı kanunu gibi, “biz yeryüzünde varız ve var olmaya devam edeceğiz bizi kimse vardan yok edemez” diyebilme cüreti göstermelidir. Geçmiş kıyımların en önemli sebeplerinden biri de bu anlamıyla kendimizi savunmamış olmamızdır. Unutulmamalı ki, karanlık akıllara karşı direndiğimiz kadar yaşama şansına sahibiz. Aleviler bunu yapabilecek kudrette ve dirayettedirler. Biz Alevilerin inanç ve insanlık adına taşıdığımız hiçbir değerle nitelik bir bağdaşlığı olmayan bu algıların bize rahmet göstermesinin mümkünü yoktur, olamaz da; bu beklenti içinde olanların ilk elden katledildiklerini tarih onlarca kez kaydetmiştir. Tekrarı komedi olacak ölüm denklemini hiçbir Alevi kabul etmemelidir. Tarihin tüm tecrübeleri bunu göstermiştir. Bizi yok etmek isteyenler ne iktidar için ne servet için ne de başka bir maddi varlık için bunu yapmamaktadırlar. Taşıdıkları algılar inanç dokuları farklılıkları “Allah adına “ yok etmeyi emrettiği kanısındalar; bunu yaparken de hiç bir vicdan azabı duymamaktalar. Bu açıdan onları suçlamak havanda su dövmek gibidir. 1400 yılın bilançosu bu sonucu gösteriyor. Bundan sonra da aklıselim insanlar çıkana kadar, bu karanlık algıları taşıyanların bilinçaltında sadece vahşet ve ölüm beklemeliyiz. Ölüm kültürü, biat kültürü dediğimiz de budur. Bu çağın en önemli tehlikesi olarak biat kültürünü ifade edip durmamın nedeni de budur.
Bu açıdan kendi adıma sizlere de önerim, bizi vahşetle yok etmek isteyenleri eleştirmekten çok şamarı suratımıza vurmayı kendimizi eleştirmeyi ve kendimizi suçlayıp bu derin sersemlikten çıkmak için önermeler yapmamızın gerekli olduğuna inanıyorum. Alevilerin mezar sessizliği artık sona ermelidir. Ölüm gelip çatınca ağlamanın kaçıp saklanmanın boyun eğmenin hiçbir faydası yoktur. Ölüm gelip çatmadan bu zalim algılara karşı refleksimiz kadar hazırlıklarımız bilinçlice oluşturulmalıdır. Aynı inançtan olmayanların dostluklarını kazanıp, bu şer ve karanlık güçleri yenmemiz için de kendimize, var oluşumuza her yöntem ve araçla sahip çıkabileceğimizi göstermemiz gereklidir.
Alevilerin hezimetler çağının bittiğini artık örgütlü, bilinçli refleksleri için yeterli enerjileri olan tutarlı ve kararlı bir inanç topluluğu olduğunu göstermemiz gerek. Bunun tek yolu direnmektir. Biz direndikçe var olabilir ve düşmanın aklıselim kesimini ikna ederek barış içinde kardeşçe yaşayabileceğimize ikna edebiliriz.
Suriye’de bunu başarmak üzereyiz. Bu nedenle Suriye kalesi yıkılmamalıdır, dünyanın tüm Alevileri inançtan önce insanlık adına ve inancın gerekleri olan barış ve sevgi adına yaşam kültürünün zaferi adına Suriye’ye omuz vermelidir. Beşşar Esad’ın temsil ettiği gerçek de burada anlam bulur. Bu gerçek asla mezhepçi değil, asla inançla ilgili bir şovenizm değildir olamaz da. Dokuları, temel ilkeleri ve ritüelleriyle sadece tanrı ve kul arasında bir ilişki üzerine kurgulanmış evrimci, mekân ve zaman verilerini göz önüne alan, gelişmeye açık, laik ve iktidar olma gibi bir sorunu olmayan, yayılmacılığı reddeden, dai kurumu olmayan Aleviliğin mezhepçilik yapma şansı bile yoktur.
”Sonradan Alevi olunamaz” esprisi de bunu anlatır. Dolaysıyla bu geleneğin direnişi, insanlık adına sevgi ve barış adına bir direniştir ve tüm inançlar, kültürler ve fikirler içindir. Suriye bunu temsil etmektedir. Alevileri karanlık algılarıyla yok etmek isteyenler kendini “İslam Fıkhı” adlı bir din etrafında tevatürün bu güne taşıdığı akıl zoru iddialar, söylemler üzerine kurulmuştur. Yani “Kuran her şeyi tam anlatmamıştır, eksiktir bunu tamamlamak gerek” diyerek tamamıyla kul sözü insan eylemi olan, vahi dışında kalan icma, kıyas hadis ve Sünnete dayanır. Yani Kuran bunlar arasında ikinci el bir kitap haline gelir. İslam Fıkıh’ında Kuran tek kaynak değildir, eksiktir ve tamamlayıcı olan kul sözü olan icma, kıyas hadis ve Sünnettir. Kendi uydurma hadisleriyle, uydurma sünnetleriyle egemen güçlere kulluk amaçlı icmaları ve kıyaslarıyla oluşturdukları fıkıh şeriatı organize etmiştir. Helal de haram da inanç ta bu kıstaslara göre şekillenmiştir. Bu da her tarihi kesitte egemen gücün isteği ve çıkarları için yeniden şekillenmiştir. İnsanın insan üzerinde hükmü için oluşmuş bu sisteme şeriat denmiş ve kutsal olduğu aldatmasıyla insanlara yutturulmaya çalışılmıştır. Bu akıl, kendinden başka hiçbir şeyi “hak” tanımaz; kendi ürettiği kıstaslarla hak ve batılı ayırıp iktidara yürüyüşünde önüne gelen her oluşumu yok etmeyi kutsal bir görev “cihad” olarak görür. Bu aklın egemenlik alanında farklılıklar “Allah hükmünün dışına çıkmış sapkınlar” olarak ölümde başka bir hakka sahip olmazlar. Her biri “Allah’ı” kendisinin temsil ettiğini iddia eden ve geride kalan kendi meşrebinden çevreleri bile tekfir eden, şirkle suçlayan üzerlerine gidip “cihad” ederek yok edilmesi gereken “sapkınlar” olarak ilan eden bu akıl Alevilere hiç bir yaşam hakkı tanımamıştır.
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır” dedikleri yerde ise kast ettikleri Allah’ı temsil iddiasında olan o tarikat ya da cemaat ya da topluluğun başındaki kişi ve kişilerdir. Bunlar da ölümü, yok etmeyi, kelle kesmeyi Allah adına yaptıkları iddiasıyla da vicdanları merhumdur. Bu açıdan tüm insanlığa tüm dinlere tüm inanç türlerine düşünce ve var oluş biçimlerine düşman olanların Alevilere zerre kadar merhamet göstermeleri söz konusu olmamış olma ihtimali de bulunmamaktadır. Kimse kimseyi aldatmasın, ahlaksız vicdansız akıl zoru ruh hastası bu güruhların bu inançta, mezhepte mutlak çoğunluk olduğu iddiasında değilim, iddiam
Aleviler ayağa kalkmadıkça ölümlerine karşı açık ve net refleks göstermedikçe, bu çevrenin algılarından kitlesel bir dost güç edinilemez anlamındadır. Suriye örneği bunun için önemlidir. Direndikçe dostlarımız da çoğalmakta akıl dışı çevrelerden aklıselim çıkışına imkân verilmektedir.
Bunun diğer bir boyutunu tek cümleyle ifade edeyim. Yeryüzünün tüm Alevileri aynı algılardan türemiştir. Kimse bizleri farklı kaynaklardan farklı Alevilikler diye tanımlamasın. Tüm bilimsel araştırmalar bu inancın tek kökten geldiğini göstermektedir. Tarihin tüm uygarlık ve inançlarından etkilenmiş, evrimci, gelişmeye açık yeniyi kapsayan Alevilik bir yaşam felsefesi olarak aynı rahimden doğmuştur. İnsan aklının tarihsel evrim birikimlerinin sentezi olan Alevilik, “akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şey şer-i olamaz” diyen tek inançtır. Bu inanç, tarihin donuk olmayan tek evrimci inancı olarak bölgemizin topraklarında yaşam bulmuş, tüm insanlığa barış sevgi diyalog ve kardeşlik masajı taşımıştır. Bunu ısrarla devam ettirdiği için yok edilmek istenmektedir.
Bu nedenle yeryüzünün tüm Alevileri yeniden, bir ortak rahimde bu insanlık dışı hamleye karşı duruş sergilemesini, tavır koymasını, omuz omza başarmalıdır. Toplantınızın mesajı da bu olmalıdır; istenen, başarılması gereken, koruyucu olan tam da budur; birliğimizdir direnişimiz ve reflekslerimizdir, kıyıma uğramadan alacağımız her türden önlemdir.
Komutanları, militanları ve taraftarlarıyla bir bütün olarak temsil ettiğim, militanı olduğum Mukaveme Suriye işte bu gelenek, bu algı, bu yaşam kültürü adına, Devrimci Aleviler Birliği Genel Kuruluna selam ve dayanışma mesajımı iletiyorum.
Direnen Suriye halkının selamını dayanışmasını bildiriyorum.
Mukaveme Suriye.
Mihrac Ural – 7 Ekim 2016 / Cuma – Suriye-Lazkiye
MUKAVEME SURİYE, MİHRAC URAL’IN DAB GENEL KURULUNA GÖNDERDİĞİ MESAJ:Devrimci Alevler Birliği (DAB) Genel Kurulu…
Slået op af Devrimci Aleviler Birligi i Fredag den 14. oktober 2016
İlk yorum yapan olun