İttihat-Terakki ve Kemalizm: Bir madalyonun iki yüzü

Sünni/Müslüman/Türk esasına dayanan bir ulus-devlet kurmak maksadıyla harekete geçen, bu uğurda önünde engel olarak gördüğü Anadolu Hıristiyanlığını milyonlarca insanı en zalim yöntemlerle katletmek pahasına ortadan kaldıran, devasa bir coğrafyayı ateşe ve kana bulayan bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte yenilgiye uğrayarak kendisini feshetmiş olduğu anlatılır.

Mustafa Kemal’in etrafında toplanan hareket İttihatçı değildir, Sivas Kongresi’ne katılan delegelere İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyası için çalışılmayacağına dair yemin ettirilmiş, 1926’da son kalan birkaç İttihatçı İzmir suikastı davasında idam edilmiştir. Dolayısıyla da Mustafa Kemal ve ekibi İttihatçı değildir; aksine yedi düvele karşı savaşarak modern/batılı Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, padişahlığı yıkarak cumhuriyeti kurmuş ilerici bir hareketin temsilcisidir iddiası dillendirilmektedir. Oysa gerçek, anlatıldığından çok farklıdır.

1908 Devrimi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti

İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), esas olarak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra II. Abdülhamit ile merkez bürokrasisinin Osmanlı İmparatorluğu’nu yönettiği demir yumruğa bir tepki olarak ortaya çıktı. Üretici güçlerin giderek gelişmesiyle birlikte feodal zincirler ticaret burjuvazisine ve halkın geniş kesimlerine dar geliyordu. Özellikle 20. yüzyılın ilk yıllarında imparatorluğun dört bir tarafında II. Abdülhamit’in ve merkez bürokrasisinin baskısına karşı direniş giderek güçlendi.

Konulan ağır vergilere karşı yer yer ayaklanmalar çıktı, hem Rumeli, hem de Anadolu şehirlerinde çatışmalar yaşandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, imparatorluğu oluşturan diğer halkların örgütleriyle birlikte, bu öfkeyi örgütleyen teşkilatlardan biriydi.

23 Temmuz 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda bir devrim yaşandı. Bu, İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde örgütlenmiş olan subaylar tarafından başlatılmış gibi görünse de, uzun yılların getirdiği bir hoşnutsuzluğun geniş halk kitlelerini örgütlemesi sonucunda gerçekleşen aşağıdan bir devrimdi. Bu devrim sonrasında meşrutiyet ilan edildi, eksikliklerine ve yetersizliklerine rağmen bir burjuva anayasası kabul edildi, serbest seçimler gerçekleştirildi. Seçimler ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle, liberal eğilimli Ahrar Fırkası arasında geçti. Kurulan İTC ağırlıklı mecliste, siyasi ve etnik yelpazenin hemen her rengi temsil edildi.

Tek millet, tek devlet, tek bayrak: Soykırım

Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu yeni hak ve özgürlük ortamına sırt çevirmesi fazla uzun sürmedi. 1911 yılında Selanik’te toplanan 4. Kongresi’nde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir Türk devleti olduğu konusunda karar aldı. Yeni oluşturulacak ulus devlette hakim unsur Sünni/Müslüman/Türk kesim olacaktı ve bu kararın uygulanması için gerektiği takdirde askeri güce başvurulacaktı. Önde gelen İttihatçılardan Doktor Nazım, yapılan gizli bir toplantıda düşüncelerini şu şekilde dile getiriyordu: “1909’da Adana’da ve diğer yerlerde yaptırdıklarımız gibi yerel kırımlarla yetineceksek, yarar yerine zarar elde ederiz, temizlemeyi düşündüğümüz diğer unsurlar olan Araplar ve Kürtler uyanır ve tehlike bir yerine üç olur, büyür ve ameliye zorlaşır… bu temizlik genel ve nihai olmayacaksa, yarar yerine zarar getirecektir. Ermeni milletinin kökünden temizlenmesi, topraklarımızda bir ferdin dahi bırakılmaması, Ermeni isminin unutulması gerekir.”

Bu eğilim hızla uygulamaya konuldu. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte seferberlik çıkartıldı, 18-45 yaş arası 60.000 Ermeni erkeği askere alındı. Bunlar kısa bir süre sonra silahsızlandırıldı, amele taburlarına gönderildi, ardından da katledildi. Böylece soykırımın birinci aşaması tamamlandı. Ardından 24 Nisan 1915’te İstanbul’da ileri gelen Ermeni aydınlarına yönelik operasyon yapıldı; milletvekilleri, sanatçılar, hekimler, aydınlar tutuklandı ve Ankara’ya gönderildi. Böylece soykırımın ikinci aşaması tamamlanmış oldu. Ardından da Teşkilat-ı Mahsusa denilen katil çetelerinin kontrolünde tehcir başladı. Ermeniler, düşmanla işbirliği yapma ihtimalleri bulunduğu gerekçesiyle Suriye çöllerine zorla gönderilmek üzere yaşadıkları yerlerden kafileler halinde yola çıkartıldı, ancak kafilelerin pek azı Suriye’ye ulaşabildi. Büyük kısmı yoksa ordu birlikleri ve çeteler tarafından katledildi. Çok sayıda Ermeni kadını ve çocuğu zorla Müslümanlaştırıldı ve köleleştirildi, böylece soykırımın üçüncü aşaması da tamamlanmış oldu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti kılık değiştiriyor: Kuvvayı Milliye

Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı ordularının yenilgisiyle sonuçlanmasıyla, İTC kadroları, Enver Paşa ve ekibinin Turan politikalarını izlemekten vazgeçerek, daha küçük bir hedefe yöneldiler ve Mustafa Kemal Paşa önderliği etrafında birleştiler.

Turan siyasetine en başından beri muhalif olan Mustafa Kemal Paşa, İTC’nin ulus-devlet kurma projesini daha küçük ölçekli olmak kaydıyla sürdürmeye başladı. İTC’nin halk nezdinde yaşadığı itibar kaybı nedeniyle isim değişikliğine gidilerek, Kuvvayı Milliye ismi tercih edildi. Hatta Sivas Kongresi delegelerine İTC’yi tekrar diriltmeye çalışmayacaklarına dair yemin ettirildi.

Mustafa Kemal Paşa etrafında örgütlenen Kemalistler, İTC’nin başladığı işi bitirmeye başladılar. Ermenilerden arındırılmış olan Anadolu’daki ikinci büyük grup olan Rumlar, 1919-24 yılları arasında yüzlerce yıllık topraklarından sökülüp atıldılar. 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki’nin başlatmış olduğu ulus-devlet projesinin büyük ölçüde tamamlanmış haliydi.

Soykırım kanları üzerinde yükselen cumhuriyet

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Ermeni ve Rum soykırımlarından elde edilen servet ve topraklar vaktiyle Kara Kemal’in öngördüğü gibi, sivil askeri bürokrasinin sırtını dayayabileceği bir “milli burjuvazi” yaratılmakta kullanıldı. Modernlik ve ilericilik adı altında toplum mühendisliği yürütüldü; soykırımlardan boşalan yerlere yerleştirilen insanlar kuşaklar boyunca rehin alındı. Cumhuriyetin kuruluş harcı soykırım kanlarıyla yoğrulduğu için, bu konu tabu haline getirildi; değil hakkında konuşulması, düşünülmesi bile yasaklandı.

Bu baskıcı tek parti diktatörlüğünün “sol” olarak lanse edilmesi ve bu şekilde değerlendirilmesi, gerçekte sol için büyük bir talihsizliktir. Bir soykırımın ardından kurulan bir ulus-devletin, bir kapitalist devletin, sol ile yakından uzaktan ilgisi olamaz. Cumhuriyet idaresi de bu düzeni aynı şekilde korumuş, sembolik bir padişahın yerine sembolik bir cumhurbaşkanı koyarak, tek parti diktasını aynen sürdürmüştür. Dolayısıyla, bu yönüyle de cumhuriyetin ilerici bir özelliği söz konusu değildir. İşçi sınıfının durumu ise her iki tek parti diktasında içler acısıdır.

Dolayısıyla, İTC ve ardılı Kemalizm’in sol ile ilgisi yoktur. Burjuva milliyetçisi bir anlayışın sol olarak lanse edilmesi, işçi sınıfının damarlarına milliyetçilik zehrinin enjekte edilmesini de beraberinde getirmektedir.

Atilla Dirim

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.