İLKELİ ve TUTARLI OLMAK
“Bir zamanlar insanlar hakikat uğruna ölüyordu, şimdi ise hakikat insanların elinde ölüyor!”
~Manly P. HALL~
İkrar ve rıza hukuku esaslı Yol (Alevilik) cümlemizden uludur. Senden, benden, ondan, bizden, sizden yani hepimizden… Pirlerimiz “varsın gönül kalsın, Yol kalmasın” derler. Bu Yol, Yol’a ikrar verenlerce ve rıza hukukuna bağlı kalanlarla yürünür. Evet, Pirlerimizin de dediği gibi; “gönül kalsın, Yol kalmasın!” Sözümüzü Âşık HÜDAİ’nin bir dörtlüğü ile başlayarak kuralım.
“Ey erenler yine bozuldu bendim
Manalar dilimden ayrı duruyor
Aşkın ateşine yandıkça yandım
Dumanım külümden ayrı duruyor”
Aşk olsun, aşkın ateşiyle yananlara ve dumanı külünden ayrı duranlara! Alevi kurumlarının çağrısıyla 25 Aralık 2022 tarihinde düzenlenen “Büyük Alevi Kurultayı”, Yenikapı Kültür Merkezi’nde yapıldı. Sorumluluğumun bilinciyle sabahın erken saatlerinde Yenikapı Kültür Merkezi’e gittim. İl olarak içeride ve sahne arkasına asılan resimleri çektim ve küçük bir yazı yazmak için “protokol” için ayrılmış olan sıraların arkasındaki üçüncü sıraya oturdum. Bir anda buraya oturamazsın diyen bir kendini bilmez tarafından çok çirkin bir şekilde saldırıya uğradım. Bu Alevi adabıyla bağdaşmayan çirkin saldırı karşısında ürpermedim desem yalan olur. Şahsıma yapılan saldırının neden, niçin ve kimler tarafından yaptırıldığını tahmin ediyorum. Bunlara diyorum ki, saldırılarınız bana vız gelir, her zaman olduğu gibi gerçekleri yazmaya devam edeceğim…
Saldırının devamında hemen kendimi toparladım ve naçizane alanda bulunan canlara Alevi hakikatinde “protokol” var mıdır diye itiraz ettim? Evet, ön sıranın gelecek konuklar için ayrılmasını anlayışla karşılanabilinir. Fakat öndeki 5 sıraya oturamazsınız, buraları ilçe başkanlarına vb. ayırdık demeleri anlaşılır gibi değildi. Bu durumu daha fazla uzatmadan 40’lar Cem’i anlatısıyla değerlendirmeye çalışacağım. 40’lar Cem’i mitolojisinde herkesin bir can olduğu anlatılır. Peygamber bu Cem’e Peygamber olarak girmek ister fakat makam, mevki ve ünvanın bu meydanda yerinin olmadığı kendisine söylenerek kendisine kapı açılmaz ve içeri alınmaz. Alevi hakikatinde herkes bir candır deriz. Peki, gülbank okunarak, çerağ (delil) uyandırılan bir toplantıda (meydanda) neden “protokol” uygulanıyor? Alevi hakikatinde böyle bir şey var mıdır?
“BÜYÜK ALEVİ KURULTAYI”
Öncelikle önemli bir hususu belirteyim: ırkçılığa, faşizme, gericiliğe ve işbirlikçilere karşı bir ve birlikte olmak güzeldir ve zorunludur. Ama etkili mücadele için ilkeli ve tutarlı olmakta bir o kadar elzemdir. Düşüncede ve birlik yok ise yapılan tüm eylem ve söylem o topluluğu ilkesizliğe ve tutarsızlığa sürükler. Fransız şair ve romancı Victor HUGO “asıl acınılacak yoksulluk, maddi yoksulluk değil; düşüncede ve bilgideki yoksulluktur” diyor. Toplumlar ancak ve ancak öğrenip, bilinçlenip ve sorgulayarak ve de ilkeli ve tutarlı davranışlarıyla gelişirler. Bizim gibi yıllarca inkâr edilen, baskı, katliam ve asimilasyona maruz kalmış toplum üyelerinin en acil ve olmazsa olmazı da kendi varlık bilincine kavuşup, kendi tarihinin, kültürünün ve değerlerinin farkına varmasıdır. Ancak ve ancak kendimiz olur isek resmi ideolojinin kuşatmasından kurtulabiliriz.
Büyük Alevi Kurultayı’nda edindiğim izlenimi kısaca aktarmaya çalışayım. Toplantı gülbank okunmasıyla ve çerağ uyandırılmasıyla ve de saygı duruşuyla başladı. Salondaki canlar saygı duruşuna çağrılırken, Kerbela ve M. Kemal’den bu yana devrim şehitleri denildi; cehaletime verin hangi devrim şehitlerinden bahsedildiğini anlayamadım. Konuşmacıları dikkatlice dinledim, öncelikle ne olduğumuz ve kim olduğumuz konusunda kafalar baya karışıktı. En önemlisi de bir torba yasa içine konulan ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanan, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı eleştirildi ve asla kabul edilmeyeceği söylendi. Bu duruma zemin hazırlayan ve katkı sunanların yani iktidar ve belediyelerle ilişkilenip “Cemevi” yapma yarışına girenlerin en azından bir özeleştiri yapmalarını bekledim. Fakat bırakın özeleştiri yapmayı hiç bir şey olmamış gibi davrandılar.
Yapılan toplantı sonunda kamuoyuyla paylaşılan sonuç bildirgesinde 11 başlık altında toplanan istemler sıralandı. İlkeli ve tutarlı olmak kaydıyla bu istemlerin birçoğu haklı ve yerinde taleplerdir. Unutmayalım ki, Alevi kurumları bu talepleri uzun yıllardan beri dile getiriyor. Kurultay sonuç bildirisinde dikkat çeken kısım en baştaki birinci bölümdür; “Cemevinin ibadethane olarak statüsünü kabul et!” Bizler, bu statünün gerektirdiği tüm haklarımızın tanınmasını talep ediyoruz. Açıkçası “Cemevimizi ibadethane say ve Camiye ne veriyorsan bize de onu ver” dediklerini anladım. Peki, yıllardır Diyenet’e ve Camiye verilene “haram lokma” diyorduk, peki bize verilince bu “haram lokma” nasıl helal lokma haline gelecek? Naçizane bu yaklaşım Alevi’ce değildir ve Yol’umuzun (Alevi’liğin) ruhuna ve özüne uygun değildir. Elinizi gönlünüze koyun ve akıl ve vicdan süzgecinden geçirerek bir düşünün, devlet’ten statü talep etmek; yıllardır verdiğimiz laiklik mücadelemizin temel felsefesi ile bağdaşıyor mu?
DEVLETE VE İKTİDARA BULAŞMAYAN ALEVİLİK
Alevilik, asırlarca egemen sistemi ret ederek, erke bulaşmadan ikrar, rıza ve dar-didar hukukuna bağlı kalarak ve geleneğin özünü koruyup yaşayarak ayakta kalmıştır. En önemlisi de kendi özünden yani ikrar, rıza ve dar-didar hukukundan taviz vermeden ayakta durabildi ve bu günlere kadar çeşitli badireler atlatarak geldi. Alevilik tarihsel olarak varoluşunu ve onurlu duruşunu, devletten, siyasi iktidarlardan, egemen güçlerden ayrı bağımsız duruşuna borçludurlar. Hepimiz biliyoruz ki, egemenler, yüzyıllardır kendi varlıklarını sürdürebilmek için ilk başta Alevilik olmak üzere kendisi gibi inanmayan diğer din ve inanç guruplarını asimile etmek için elinde bulundurdukları devlet gücünü kullandılar. Günümüzün iktidarı da elinde bulundurduğu devlet gücünü kullanıp Aleviliği kendilerine benzetmeye, parçalamaya ve içini boşaltmaya çalışıyor. Erk sahiplerinin ayak bastığı yerde, “kendilerine benzetme”, parçalama ve değerlerin içini boşaltması kaçınılmaz bir olgudur.
Her dönem olduğu gibi günümüzde de “Alevi örgütlerinin” bir kesiminde, egemene yakın olmayı seçenler ve egemenle işbirliği yapanlar da yok değil. “Ağacın kurdu özünde olur” özlü sözünü birçoğumuz biliriz. Unutmayalım ki; ağaç özündeki kurtçuktan arınmadığı müddetçe, çürümeye devam eder. Erk sahiplerinin kendine benzetme, parçalama ve öğretinin içini boşaltma meselesinde egemene yakın olmayı seçenlerin sorumluluğu alabildiğine çoktur. En önemlisi de Alevi toplumunun çocukları yıllardır zorunlu din dersleriyle dönüştürülür iken, açıkçası çocuklarımız elimizden alınır iken iktidarla ve belediyelerle işbirliği yapıp “Cemevi” yaptırma yarışına girenlerin ve de personel maaşı derdine düşenlerin sorumluluğu haddinden fazladır. Fransız filozof Rene DESCARTES, “İnsanların, gerçekten ne düşündüklerini öğrenmek için, söylediklerinden çok, yaptıklarına dikkat edin” diyor. Toplum önderi sıfatıyla bizler (“Aleviler”) adına söylemde bulunanların (konuşanların) ve yazanların yaptıklarına ve söylediklerine hep birlikte dikkat etmez gerekiyor. Aksi takdirde manipüle edilmeye devam edileceğiz demektir.
Sonuç: eşit yurttaşlık mücadelesini kazanmak için ilkeli ve tutarlı olmak gerekiyor! Ortaya koyulan eylem ve söylemde ilke ve tutarlılık yok ise mücadelenin başarı kazanması mümkün değildir. Sözümüze Âşık Hüdai’nin bir dörtlüğü ile başladık, İbreti Baba’nın (Hıdır Gürel) bir dörtlüğü ile de sözümüzü mühürleyelim:
“Bir Şah olsam hükmeylesem cihana
Kilise, mescidi yıkar giderdim
Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten söker giderdim” Aşk ile.
Mehmet KABADAYI. İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.