Devrimciler, Aleviler ve Tarihsel Rolü

Devrimciler, Aleviler ve Tarihsel Rolü

Aleviliği düşünürken, Babai, Kalender Şahı, Şah kulunu, Börklüce’yi, Koçgiri’yi… Ve sayamadığım nice patriklerin, siyasi ve felsefe boyutunu önce bir görmemiz gerekir!

Hallacı Mansur, Hace Bektaş’ı, Kaygusuz Abdalın, yunusun ve Harabi’nin tanrıya(ki dinler sorgulamasına) ve gerçek(varoluşçu) olgulara bakışını ve tarihsel sürecini kavramamız gerekir!

İncelerken, ezen sınıfın sosyo ekonomik ve inançsal baskılarına, RIZALIK ŞEHRİNİ neden, niçin ve hangi temellerle( neyin ihtiyacı olarak) koyduğuna bakmaya çalışalım!

Devri daim sözü ile her şeyin vardan gelip yok olmadığını değişimi geçirdiğini söylemiş olmalarını inceleyelim!

Dört ana sır diye ateş hava su toprak ile evren bütünleşmesini inceleyelim!

Bunlarla Aleviliğin ne olduğunu ve ne olmak istediğini, ne için mücadele edip NEDEN TAKİYE YAPMAK ZORUNDA KALDIĞINI, SONRADA NEDEN ASİMİLEYE UĞRATILDIĞINA DAİR BİZE İYİ BİLGİLER VERİR!

Bu gün ısrarla bu izi VE özü ORTAYA ÇIKARMA çabasını belki daha iyi anlarız.

Ezber ve dayatılan Alevilik ile araştırılmamış, yalnız bırakılmış ve her dönem eşit yaşam ve özgürlük temelinde her yerde var olan Aleviliği daha iyi anlamamızı sağlar.

Alevilik varoluşçu (diyalektik materyalist felsefe ile) Rızalık şehri (komün yaşam) ile Marksist devrimci tarihini belki hakkı ile savunup haksızlığa uğramaması için gayret ederiz.

Deniz Gezmiş anlatılırken (çarpıcıdır örnektir) kimseye bir fiske vurmamış “masum” bir devrimcinin idamı öne çıkarılır. Hayır, hiçte “masum” değildir. Çünkü THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) hobi için kurdukları bir örgüt değildir. Ezen sistemi değiştirmek için kurulan silahlı bir örgütlenmedir. Görüldüğü üzere sistem için “masum” değildir. Bizler için haklı bir devrimcidir.

Bu örnekle Aleviliği “hümanist/ritüelci/“ gibi pasifist kalıba hapseden anlayışa, alevi tarihini hatırlatarak, bize burjuva don giydirme çabalarından vaz geçmelerini söylemek isterim.

Aleviliğin özellikle burjuva mecraya çekenler, bunu Pir Hace Bektaş üzerinden yapmaya çabaladı. Piri önce Ahmet Yesevi’ye (Pirin doğumuna onlarca yıl var) oradan da Lokman Perendeye (lokman öldüğünde Pirin 7 yaşlarında olduğu görülür) bağlamakla kalınmadı, Pirin nefesleri, sözleri çarpıtıldı, kendisine ait olmayan uyduruk bir makale ile felsefenin içi boşaltılmaya çalışıldı. Bununla yetinmeyen ve kendine alevi dernek, kurum, pir dede sıfatı takanlar, Ali ile çölleri arşınlayıp, hayber gibi kanlı katliamları övmekle yetindi. Babai olayı bile istene unutturulmaya çalışıldı. Baba resul, olarak anılan baba ishak ve alevi anlayışın ardılısı olan. kendini EVLADI RESUL tanımlaması bile Muhammet aliye bağlanmaya çabalandı. Neden Babai den uzak kalınmak istendi?! İşte devrimci bir cevap isteyen soru ve pasifiz mi yerle bir eden nokta!

Deniz Gezmiş örneğinde ki gibi “masum iyi çocuk” rolü ile içi boşaltılan bir devrimcilik ve Alevilik istenir. iyi bilirler ki Babai ezilenlerin RADİKAL, DEVRİMCİ VE SİLAHLI BAŞ KALDIRISIDIR!

Devrimci ve “komünist” örgütlenmelerin her şeye her tarihe ve örgütlülüğe bir plan program(eksiklikleri ile) sunarken, arka bahçesinde sürekli taze kan olan Aleviliğe dair, tek bir kalem oynatmaması da gerçek bir eleştiridir! Umarız özeleştirel bir yaklaşım zamanla çıkar! Biz Devrimci Aleviler Birliği (DAB) varlığı ile bu çabadayız!

 

Alevilik diyalektik materyalist bir felsefenin ve komün isteğinin pratiğini tarihsel rolünde yerine getirdi. Babai isyanı, Kalender şah, baba Zunnün, şah kulu, celali isyanları ve Osmanlının son demi TC’nin kuruluşu döneminde Koçgiri ile suya sabuna dokunmayan Alevilik değil, bizzat ezen sisteme karşı, ezilenin başkaldırısı oldu. Buna en can alıcı örnek Börklüce’nin feodal sosyalist örgütlenmesidir. Feodal dönemde bir yılı aşkın bir süre, komün olarak “yarın yanağından gayrı paylaşa” bilmeleridir.

Bunu tarihsel olarak, yaşadığı dönemin gerçekleri ile ele aldığımızda görünenin ne olduğunu kavraya biliyor muyuz?!

Marksın, Marksizm için Paris komününü model almasına ve komünizmin somut “kanıtına” alkış tutup, daha eski bir toplumda somut komün kanıtına “dinci-hümanist-ritüelci” bakmak Marksizm değil, siyasi körlük olur. Alevilik özü ve tarihsel rolü ile doğru kavrandığında, kendi siyasetini ortaya çıkarıp, kendine ait olmayan siyasetin arka bahçesi olmaktan çıkması anlamına gelir!

 

Aleviler özü ile darda, sözü ve pratiği ile zulme karşı, RIZALIK ŞEHRİ İÇİN BU MEYDANDA OLMAYA DEVAM EDECEK!

 

Haydar Ceylan  – DAB

Mart 2018

7 Comments

  1. “Ey Alamut halkı! bizim hakim olduğumuz beldelerde bugünden gayri kölelik, cariyelik yasaklanmıştır. Kimse köle ve cariye alıp satamaz. Anne ve babalar artık oğullarının köle ve kızlarının cariye olmasından korkmayacak. Ey Alamut halkı! bundan sonra bizim hakim olduğumuz yerlerde topraklar herkes arasında eşit paylaşılacak. Nizamül-Mülk gibi binlerce köyü ve toprağı olup da, o köylerde yaşayanlar gibi aç, fakir ve yoksun bizim topraklarımızda kalmayacak.” (Hasan Sabbah)

    Köleci ve feodal toplum aşamalarının devrimci duruşları olarak ortaya çıkan tek Tanrılı dinler, iktidarlaşma süreci ve tarihsel koşulların etkisiyle karşı devrime uğrayıp gericileşmiştirler. Çıkışı itibarıyla kurulu düzene bir isyan dili olan dinler, daha sonraki süreçlerde isyanları bastırmakta en önemli araçlar haline gelmiştir. Her din isyanla başlamış, her isyan da dinle bastırılmıştır. Tecrübe odur ki, hakikati savunanlar her zaman azınlıkta kalmıştır. İsyanların tarafında olanlar mağlup gibi gözükse de onurlu duruşlarıyla ezilenlerin zihin dünyasında yerlerini almışlardır.

    Yaşadığımız topraklar, tek tanrılı dinlerin de doğduğu topraklardır. Bu topraklarda zulme karşı kılıç kuşananlar sadece devletin ‘’terörist’’ tanımından değil, aynı zamanda da devletli din adamlarının ‘’zındık, sapkın ve haşhaşi’’ yaftalarından nasibini alır ve almaya da devam etmektedir. Bu topraklardaki iktidar sahipleri, kendi bekası için dini kullanmış, iktidarının bekası ile dinin bekasını eş tutmuş, resmi din anlayışını ‘’hak’’ diğerlerini ise ‘’batıl’’ görmüştür. Bu bağlamıyla Tanrı devlet ve ‘’Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’’ sultan anlayışının hüküm sürdüğü bu topraklarda, sömürgen bozuk düzene karşı çıkanlar aynı zamanda Allah’a da karşı çıkıyormuş gibi görülmüştür. Tarihten günümüzde değin verilen ‘’Zındıklık, mülhidlik ve mürtedlik’’ fetvalarının neredeyse tamamı dini değil, siyasi sebeplidir. Bu algı yönetimlerinin ve gösteri toplumunun figüranlığını yapan menfaatperestler, gösteriyi bitiren gongu çalıncaya ve aslanlar da kendi tarihini yazıncaya kadar var olacaktır. Düzen böyle işliyorken düzenin çarklarına çomak sokan insanlar elbette çıkmış ve çıkmaya devam edecektir. Düzenin çarklarına çomak sokanları, tarihin sayfalarında ‘’mülhidler kılıçtan geçirildi.’’ şeklinde görürken modern zamanlarda da ‘’operasyonlarda ölü ele geçirilenler’’ olarak görürüz. Ezilenler, sömürünün olmadığı yeni bir dünya için yapılan eylemlerle yeni moral değerler kazanırken, egemenler o eylemleri yapanları katlederek bu moral değerleri yerle yeksan etmekten geri durmazlar. Egemenler, sadece katletmekle kalmaz aynı zamanda psikolojik savaş yöntemlerine de başvurarak amansız bir mücadele sürdürürler. Bu bazen bir tarih kitabında olur bazen de bir haber bülteninde. Adanmışların, atanmışlar üzerinde yarattığı gerilim oldukça sıkıntı verici olduğundan onları sadece günümüzde değil, tarihin sayfalarında da yalanlar ve çarpıtmalarla mahkûm etmeye devam ederler.

    Hiç şüphesiz resmi tarihin çarpıtmalarına en fazla maruz kalan isimlerden birisidir Hasan Sabbah. Böyle olması da doğaldır doğal olmasına çünkü sömürgecileri, kendi korunaklı kalelerinde hançerletmiştir. Hasan Sabbah düşmanlarına (Sünni Bağdat halifeleri, Haçlılar, Moğollar, Selçuklu Sultanları) öncelikle barış teklif etmiş ama tüm teklifleri geri çevrilmiş ve kendisine saldırılmıştır. Evet, silahlıdır ama kendisine saldırmayanlara ve masumlara karşı hiçbir zaman silah kullanmamıştır. Tarihte, zorun rolünün başarısı ve gerçekliği aşikardır. Yeryüzünde şiddet olmadan kurulmuş tek bir uygarlık dahi yoktur. Esas olan şiddetin niteliği ve yöneldiği hedeftir. Bu bağlamıyla Hasan Sabbah ve yoldaşlarının tüm eylemleri bölge halklarına zulmeden ve onları sömüren yöneticilere karşı olmuştur.

    Hasan Sabbah ve yoldaşlarına yönelik ‘’Haşhaşi’’ egemen karalamalarının aksine onlarda oldukça güçlü bir grup, dayanışma ve ideolojik bağlılık duygusu vardır. Egemenler bu gerçeği bilmelerine rağmen tıpkı modern zamanda olduğu gibi bir insanın ulvi değerler uğruna ölümü göze alabileceğine asla inanmak istememişlerdir. Modern zamanlarda feda eylemlerini bir türlü anlamlandıramayan, dünyasını kendi dar dünyalarından ibaret sanan, bireyciliği ve hazcılığı savunanlar, feda eylemleri yapanlar için günümüzde nasıl ‘’beyni yıkanmışlar’’ diyorsa o zamanlar da benzer eylemleri yapanlar için ‘’haşhaş kullananlar’’ demişlerdir.

    Hasan Sabbah ve yoldaşları hem içten sızma şeklindeki eylemleriyle, hem gizlilikleriyle, hem ajitasyon-propaganda faaliyetleriyle ve en önemlisi de insanın insanı sömürmediği adil ve eşitlikçi bir dünya görüşü benimsediklerinden dolayı oldukça fazla ‘’tehlikeli’’ olmuşturlar. Tarihin sınıf kavgalarından ibaret olduğu bir gerçektir. Hasan Sabbah ve yoldaşları da tam bu sınıf kavgalarının göbeğinde doğmuş, ezilenlerin saflarında çarpışmışlardır.

    Kendi dönemleri içerisinde oldukça ilerici ve eşitlikçi bir anlayışa sahip olan Hasan Sabbah’ın ne günümüz radikal İslamcı örgütleriyle ne de ‘FETÖ’yle ne ideolojik ne de pratik anlamda ortak yanı yoktur. Nizari İsmailileri bu örgütlerden, ilim ehli olmaları, komünal, özgürlükçü ve adil bir toplum modeli anlayışlarından ötürü hem ideolojik, hem ekonomi-politik, hem de eylemlerinin yöneldiği hedefler anlamında ayrılırlar.

    Hasan Sabbah ve yoldaşlarını bu örgütlerle eş tutmak tarihi bir pot değil, bilinçli bir çarpıtmadır. Hasan Sabbah’ın yapmaya çalıştığı, Mazdek’in, İmam Cafer-i Sadık’ın, Farabi’nin ve İhvan-ı Safa mensuplarının özlemini kurduğu, ezen ve ezilen çelişkisinin bulunmadığı asırların ütopyası olan yeryüzü cennetiydi. Cennet deyince aklına huriden ve uçkurundan başka bir şey gelmeyen ortodoks anlayışın Hasan Sabbah’ın oluşturmaya çalıştığı yeryüzü cenneti modelini de bu tarz karalama kampanyalarına feda etmesi şaşılacak bir durum değildir.

    Hasan Sabbah ve yoldaşları davalarına oldukça sadık bir duruş sergilemişler, asla teslim olmamış ve son ana kadar savaşmışlardır. Onların kaybedecekleri ayaklarındaki zincir, kazanacakları ise yeni bir dünya vardı. 1256’da belki Alamut düşmüştür ama gerek örgütlenme biçimleriyle gerekse de ideolojik anlayışlarıyla gelecek kuşaklara önemli miras bırakmıştır. Partilerin olmadığı dönemde sınıf mücadelelerinin din/mezhep kisvesi altında ütopik sosyalist hareketlerle yürütüldüğü bir gerçektir. Bu gerçekliği, günümüz dünyasında bilimsel sosyalizm almıştır. Hasan Sabbah ve yoldaşlarının açtığı yol bugün sosyalist mücadele de hala diri olarak yaşamaktadır. Alamut’un düşüşünün ardından İsmaili dava gizli dervişler aracılığıyla sürmüştür. Bu dervişler aracılığıyla devam eden miras gerek Melamilik, gerekse de Hurufilik gibi çeşitli tasavvufi akımlarla devam ettiği gibi bugün Nizari İsmaililiği’nin değişime uğramış şekliyle olan ‘’Ağahanlık’’ anlayışıyla da çeşitli bölgelerde etkisini kısmen devam ettirmektedir. Hasan Sabbah, Öteki İslam Tarihi’nin en önemli fikir ve eylem insanlarından birisidir. Özlemi sınırsız ve sınıfsız bir toplumdur. Tıpkı Thomas Müntzer’de, Babek Hürremi’de, Zenc Hareketi’nde, Karmatiler’de, Şeyh Bedreddin’de, Celaliler’de, Mahir’de, Deniz’de, İbrahim’de ve Orhan’da olduğu gibi.

    Saygi ve insani Sevgilerimle

  2. Saygideger Yazar Canin, Kalemine ve Yuregine Saglik

    Tarihte Alevi Yol Onderleri, Donemin Barbarlari ve bagnazalarina karsi onurlu mucadele vermis, Insanlik adina bedel vererek gunumuze kadar gelmistir.

    Kimisi korkakligindan, Kimisi yilginligindan, Kimisi Teslimiyetciliginden ve Kimisi de Isbirlikciliginden, Sevgi ve Insanlik Yoluna Golge Dusurmeye Calismis olsada.
    Yukarida Saygideger Yazar Canin da belirttigi gibi, Dun, Bugun ve Yarin`da Bizden gorunen icimizden cikan yol duskunleri Izzettinler, Hizir Pasalar ve onlar gibiler bu yola golge dusuremiyecektir.

    Her donemde Onurlu ve Kararli yol onderleri bedel odese`de, bu ve bu gibileri hak ettigi yere gondermesini bilmistir.

    Şeyh Bedrettin, sevgiyi, insanın bütün kötülüklerden kurtulması, yücelmesi ve Tanrı katına yükselmesi olarak anlar.
    Eşitlik ve kardeşlik düşüncesini hep ön planda tutar.
    Bu anlamıyla döneminin toplumcu komünar önderlerindendir. Bu önderlik bundan altı yüz yıl önce Anadolu topraklarında karşılık bulmuştur.
    Şeyh Bedrettin, düşüncelerini 1400’lü yılların ilk çeyreğinde, bir devrim meşalesine dönüştürerek taşımaya çalışmıştır.
    Doğa ve insan olanaklarının gerçek kapsamları ve gerçek boyutları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Onun savunduğu düşüncenin özünü; hemen her şeyin insanlar arasında ortak, paylaşabilir olmasını bir eşitlik ilkesi olarak görmüş olması oluşturur.
    Osmanlı toprağında yaşayan halklar arasında, din farkının kaldırılmasını ve Müslüman olmayanların da ülke topraklarından yararlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu çerçevede “Bir toprak reformu ve buna koşut olarak dinsel bir reform” yapılmasını savunmuştur.

    Bedrettin, her ne kadar dini bilimler okumuş olsa da, kendisi daha çok toplumun ekonomik ve sosyal yönüyle ilgilenmiştir.
    Öbür dünya hayal urununden baska bir sey olmadigini,
    Her şeyin insanda bulunduğunu, doğa ile insanın bütünlüğünü vurgularken, emeğin doğayla ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır.
    Bu nedenle üretim-tüketim sorunlarıyla da yakından ilgilenmiştir. “Tanrı malı, Padişah malı” düşüncesine de karşı çıkmıştır.
    “Yarin yanağından gayrı her şey ortak” tezini geliştirmiştir.
    Böylece Şeyh Bedrettin’de, üretim araçlarının mülkiyeti açısından, çok ciddi bir sosyalist düşünce anlayışının filizlenmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.
    Bedrettin’e göre, dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır.
    O, bilginin önemi açısından bilgisiz kişilerde sezginin de olmayacağını öne sürer. Yanılmanın esasen bilgisizlikten kaynaklandığını, oysa bilgi ve akıl ile yanlışa düşmenin mümkün olamayacağını söyler.
    Ona göre insan yaradılışında, diğer varlıklardan üstün tutulmuştur.
    Bu nedenle insanoğlu düşünce gücü ve yetenekleri bakımından Tanrı’nın kendisinde oldugu, kendisininde tanrida oldugu, dolayisiyla insanin, insanligin kendisine aktardığı üstün niteliklerin değerini bilmelidir.
    Şeyh Bedrettin, birçok alışılmamış dinsel açıklamaları, çağının ekonomik sosyal krizinin maddi temelleri üzerine yerleştirmek yolunda yeni bir ekonomi ve yarı dinsel bir dünya görüşü yaymaya çalışmış, bilgeliği ve inandırıcı propagandası ile kısa zamanda geniş bir akım meydana getirmiş ve kendisine inananlarla birlikte bir ihtilâl hareketine girişmiştir.

    Dinler arasında fark olmadığı, bütün dinlerin eşit ve benzer ilkeler üzerine kurulduğu,
    özel mülkiyetin kaldırılması gerektiği görüşünü savunan Şeyh Bedrettin, adamları ile birlikte giriştiği isyan hareketinde başarıya ulaşamamış olmasından ötürü isyana teşebbüsünden ötürü Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratılmasının ardından Bedrettin esir alınmış.

    Barbar Osmamli tarafindan tutuklanip zindana atilmasindan bir sure sonra, Osmanli badisahi tarafindan kurulan Dinci Heyet tarafindan idam karari verilir..
    1420’de Serez’de idam edilmiş ve burada defnedilmiştir.

    Kısacası Şeyh Bedrettin, “Yârin yanağın gayrı, her şey ortak olmalı” diyen ve tarihteki ilk sosyalist ayaklanmayı yapan kişidir. Düşünceleri yaşadığı ortaçağ için çok ilerici iken, günümüzde hâlâ o ilerici özelliğini korumaktadır.
    Açlıktan kırılan, devletin koyduğu yüksek vergileri ödeyemeyip ezilen halka bir umut olarak doğmuş, ancak genellikle Osmanlı’ya karşı ayaklanan herkes vatan haini sayılarak idam edilmiştir.
    Halbu ki amacı Barbar Osmanlı’dan ayrılıp kendi devletini kurmak değil,
    herkesin eşit olarak yaşayacağı bir yaşam ortamı yaratmaktı.
    Ve yine; “Elin ördüğü urganla kendimi astırmam” diyerek kendi ördüğü kıl urganıyla kendisinin asılmasını sağlayan cesur ve onurlu bir halk önderi,
    Şeyh Bedrettin`ini saygi ile aniyorum

    Anısı ve mücadelesi hepimize ışık olsun!…

  3. Ben teşekür ederim. Zaman ayırıp iki satırlada olsa şevk verdiğiniz için.

  4. Yüreğine kalemine sağlık pirim yazınızı severek okudum devamını bekleriz Slm,sevgiler size olsun.

  5. Teşekürler Pirim. hepinizin emekleri ile kızılbaş anka külünden doğrulacak. bu inanç ile yüreğinden öperim.

  6. Rizalik Sehrine ikrarla girdik- Gecmisimizi bildik. Gelecegimizi gerceklerde gördük. Bunun icin gercege HÜ dedik. Ask ile Imanim daim ola, devami gele.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.