2. ALEVİLİKTE VARDAN VAR OLMAK ve HAKKA YÜRÜMEK : Devr-i Daim
Alevilikte insan, evren ve Hakk birbiriyle bag icinde, sürekli bir dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm, “vardan var olmak” ve “Hakk’a yürümek” üzerine kuruludur. Devr-i daim kavramı, evrendeki tüm varlıkların birbiriyle etkileşimde olduğu ve her şeyin bir döngü çerçevesinde hareket ettiği fikrini temsil eder. Bu anlayış, bireysel ve toplumsal boyutlarıyla derin bir manevi yolculuğun çizgilerini çizer.
Devr-i Daim ve Don Değiştirme
Alevi inancında devr-i daim, varlığın sürekli bir dönüşüm ve yenilenme içinde olduğunu ifade eder. Hallac-ı Mansur’un “Enel-Hak” sözü, bireyin kendini Hakk’tan ayrı düşünmemesi gerektiğini hatırlatır. “Don değiştirme” anlayışı ise, ruhun bedensel formları aşarak yeni deneyimlere doğru ilerlediği fikrini vurgular.
Devri Daim: Alevi Yolunun Sonsuz Döngüsü
Devri Daim ve Anlamı
“Devriye” ya da “Devri Daim”, Haktan gelip Hakka dönüşü ifade eden, süreklilik arz eden bir döngü anlamına gelir. Bu anlayış, varlığın birliğine inanılan Alevi inancının temel prensiplerinden biridir. Alevi inancında, fiziksel ölüm bir son değil, aksine “Don Değişimi” olarak görülür. Bu inanca göre can, ilahi varlığın bir parçası olarak sonsuzdur; yok olmaz, sadece şekil değiştirerek özüne, yani Hakka geri döner.
Yunus Emre’nin “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” sözü de bu anlayışı yansıtır. Alevi kültüründe bu döngü, yeni bedenlerde harmanlanma ve yeniden yaşam bulma şeklinde kavranır.
Gönül Gözü ve Birlik Fikri
Gönül gözü açılmış olan bir can, var olan her şeyin bir bütünün parçası olduğunu görebilir. Bu birliğini anlamak, bireyi Hakk’a yakınlaştıran önemli bir farkındalık aşamasıdır. Alevilikte, özü bulmak ve dışsal şekillerden ziyade içsel gerçekliği aramak, inancın temel öğelerindendir. Pirlerin, “Her ne ararsan kendinde ara, Mekke’de, Kudüs’te, haçta değil” sözleri, bireyin özüne ve gerçeğine dönmesini vurgular.
Yol Dilinin Korunması ve Baskılar
Alevilikte bir inancın yok edilmesinin yolu, öncelikle o inancın dilinin yok edilmesinden geçer. Tarih boyunca, Alevi yol dili baskı altına alınıp yok edilmeye çalışılmıştır. Binlerce yıldır devam eden bu baskılar, bugün de Alevi toplumunu etkisi altında bırakmaktadır. Geleneksel olarak, bir can Hakk’a yürüdüğünde Alevi toplumu şu ifadeleri kullanırdı:
Hak sabır versin.
Devri daim olsun.
Işıklar içinde uyusun.
Menzili Zöhre Yıldızı olsun.
Ancak zamanla, bu dil yerine İslami baskılarla şekillenmiş ifadeler benimsenmiştir. Bugün, Alevi toplumunda bile “Mekanı cennet olsun” veya “Allah rahmet eylesin” gibi özden uzak ifadeler sıkça duyulmaya başlanmıştır.
Alevilikte Cennet ve Cehennem Anlayışı
Alevi inancında cennet ve cehennem, metafizik kavramlardan ziyade bu dünyada yaşanır. Huzurlu bir yaşam cennet, acı ve keder dolu bir yaşam ise cehennemdir. “Evim cennet, eşim huridir bana” anlayışı, bu dünyevi mutluluğun önemini vurgular.
Alevi ozanları bu anlayışı şu dizelerle ifade etmiştir:
Cenneti parasız Zahide verdik,Cehennem korkusun gönülden sildik.Huriyi hılmanı biz burada bulduk,Bizim cennetimiz yar kucağıdır, Pir ocağıdır.
Öze Dönüşün Gerekliliği
Alevi toplumunun, kendi diline ve özünü bulmaya yeniden dönmesi, bu inancın devamı için büyük bir gerekliliktir. Alevi inancını özüne yabancılaştırmak isteyen sistematik zorbalıklar, dilin ve kültürün yozlaşmasına neden olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki, bir inancın özüne sadık kalması, onun dirilişini mümkün kılar.
Alevi yol önderlerinin deyişleri bu felsefenin çekirdeğini oluşturur:
“Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum…” (Hüdayi)
“Candan cana, nur ile gelmek ve sır ile gitmek” (Aşık İbreti)
Bu döngü, insanın hem bireysel gelişimini hem de toplumsal sürecin bir parçası olduğunu hatırlatır.
Ölüm, Alevilikte bir son değil, dönüşüm sürecinin bir parçasıdır. Şöyle ifade edilir: “Ben öldüğümde dönüşürüm. Bedenim toprağa karışır, börtü böceğe yem olur. Börtü böceği hayvanlar yer ya da bitkilere gübre olur. O hayvanları, bitkileri insanlar yer ve ben yine her insanda beden olur, tekrar dirilirim.”
Vahdet-i Vücut ve Vahdet-i Mevcud
Alevilikte vahdet-i vücut (varlıkta birlik) ve vahdet-i mevcut (mevcudun birliği) anlayışı, tüm varlıkların Hakk’la bütünleştiğini ifade eder. Evrenin tüm zerrelerinde Hakk’la karşılaşılır; bu nedenle insan, hem mikrokozmos hem de makrokozmos düzeyinde bir evren aynasıdır. “Alemi insan, insanı alem” olarak tanımlayan bu anlayış, bireyin sorumluluğunu ve toplumsal vicdanını da kapsar.
Pir Devranî’nin şu sözleri bu anlayışı özetler:
“Hurili gılmanlı cennet yalandır
Cennet nerededir bu bir plandır
Bunu ispat eden hangi kurandır?”
Maddeden Işığa Tekamül
Alevilikte tekamül yolculuğu, dört unsur (ışık, hava, su, toprak) üzerine kuruludur. Can’In bedenle deneyim kazandığı bu yolculuk, bireyin kendi özüne ulaşmasını ve Hakk’la bütünleşmesini hedefler.
Pir Sultan Abdal’ın, “Bedenim toprağa karışır, börtü böceğe yem olur” dizeleri, bu devriyenin hem fiziksel hem de manevi boyutunu özütler.
Alevi öğretisinde, evrendeki her varlık bu dört unsurun birleşimiyle oluşur ve insanın bu unsurların tümünü kendi bünyesinde barındırması, onu kainatın bir nüshası haline getirir. “Yer anam, yağmur babamdır” anlayışı, insanın doğayla ve evrenle olan kopmaz bağını ifade eder.
Toplumsal Bağlam ve Rızalık
Alevilikte rızalık ilkesi, bireysel gelişimle toplumsal uyumu birleştirir. Cennet ve cehennem, bu dünya üzerinde, bireyin topluma katkısıyla şekillenir. “Adalet, paylaşım ve dayanışma” ilkeleri, bu öğretilerin pratiğe dökülmesiyle anlam bulur.
Alevi Cemlerinde bu ruhun güçlenmesi, bireylerin birbirini tanıması ve Pir-Talip bağının güçlendirilmesiyle mümkündür. Bu bağ, sadece manevi değil, aynı zamanda toplumsal bir enerjinin aktarımını da sağlar.
Sonuç
Alevilikte devr-i daim, bireyin ve evrenin sürekli bir yolculuk içinde olduğunu, bu yolculuğun maddeden ışığa, bölünmüş bir varlıktan bütün birliğe doğru ilerlediğini hatırlatır. Bu anlayış, bireysel tekamülün yanında toplumsal sorumluluk bilincini de kapsar; insanı “ezelden ebede” sürekli bir varoluşun parçası olarak konumlandırır.
Aşk ile Mehmet Yapıcı ( Devrimi )