
HAKİKAT’Mİ ? HURAFE’Mİ ? …….

Bir kişi; “Ben hakiki Müslümanım, Kur’an benim kitabımdır, imamların yolundan gider, namaz kılar, zekat verir, hac ve umre yapar, kelime-i şehadet getirir, İslam’ın şartlarını yerine getiririm,” diyorsa bu kişinin inancına, ibadet biçimine ve tercihlerine saygı duyarım. Her insan, kendi inanç biçimini özgürce belirleyip yaşamakta hürdür ve buna hiç kimse müdahale edemez. İnanç özgürlüğü, insan olmanın en temel haklarındandır.
Ancak mesele, kendisini Alevi olarak tanımlayıp, ardından da “Biz de hakiki Müslümanız, Kur’an bizim kitabımızdır, imamların yolundan gideriz,” diyerek Aleviliği kendi kökünden, felsefesinden ve inanç özünden koparıp bilinçli veya bilinçsizce asimilasyona destek olanlara gelince; işte burada eleştirel bir duruş ortaya koymak kaçınılmazdır. Zira burada söz konusu olan, tarihsel hakikatlerin çarpıtılması, kültürel belleğin yok edilmesi ve toplumsal kimliğin bilerek veya bilmeyerek zedelenmesidir.
Hakikatçi Alevilik, hiçbir zaman herhangi bir dinin mezhebi ya da bir kolu değildir. Onun özü; insan, evren, doğa ve varoluşun hakikati üzerine kuruludur. Alevilik, kör inanç yerine “gör inanç” dediğimiz akılcı, sorgulayan ve bilimsel bir anlayışı esas alır. Çünkü Aleviliğin temel prensibi, insanın kendi içindeki Hakikat’le buluşması, insanın gönül gözüyle evrene, yaşama ve doğaya bakmasıdır. Kulaktan dolma bilgiler, uydurma söylentiler ve egemen güçlerin yarattığı asimilasyon politikaları ile oluşturulmuş buyruk, makalat, vahiy ve benzeri metinlerle Alevilik asla şekillendirilemez.
Aleviliğin kültürel mirasında ve yaşam felsefesinde; cem vardır, bağlama vardır, dem vardır, semah vardır, görgü vardır, dara durmak ve didar vardır, müsahiplik yani yol kardeşliği vardır, eline-diline-beline sahip olmak ilkesi vardır. Daha da önemlisi, insanı insan yapan, “73 millete bir bakmak” ilkesi vardır. Bu, evrensel bir sevgi ve eşitlik anlayışının, ayrımcılığın olmadığı, her insana eşit gözle bakıldığı bir dünya görüşüdür. Aleviliğin özü budur. Bu değerleri bir kenara bırakıp, Aleviliği bir dine ya da mezhebe indirgeyenler; farkında olmadan ya da bilinçli bir şekilde onu asimile eden sisteme hizmet eder hale gelir.
Bugün kendisini “hakiki Müslüman Alevi” olarak tanımlayan bir kişi, tarih boyunca gerçekleştirilen büyük katliamları, kıyımları, yok saymaları ve asimilasyon politikalarını da örtbas etmiş olur. Çünkü bu katliamların ve asimilasyon politikalarının temelinde yatan sebep, Alevilerin özgün felsefesi, doğaya ve insana bakış açısı, egemen inanç sistemlerine karşı ortaya koydukları akılcı duruştur. Bu duruş; sevgiye, adalete, toplumsal rızalığa, paylaşımcı ve eşitlikçi bir yaşam felsefesine dayalıdır.
Tarih boyunca Alevilik üzerine yaratılmış egemen zihniyetin uydurduğu “makalat”lar, “buyruk”lar, dini içerikli rivayetler, masalsı anlatımlar; aslında Alevilerin akılcı, bilimsel, sorgulayıcı felsefesini köreltmek ve özünden koparmak için üretilmiş araçlardır. Bunlar, tarihsel Aleviliği değil, sistemin kendince yarattığı, asimilasyon politikalarının kalemşörleri tarafından yazılan hikâyelerdir. Aleviliğin özü ile hiçbir alakaları yoktur.
Hakikatçi Alevilik, kişinin körü körüne inanmasını değil, akıl ve mantığını kullanarak yaşamı sorgulamasını, evreni anlamaya çalışmasını ve doğa ile barışık, paylaşımcı bir yaşam sürmesini ister. Çünkü Alevilikte “kör inanç” yoktur; “gör inanç” vardır. Bu, insanın sadece kendisine değil, doğaya ve topluma karşı da sorumluluk duygusunu geliştirir.
Pir Sultan Abdal şöyle seslenir:
“Gafil kaldır şu gönlünden gümanı
Bu mülkün sahibi Hakk’tır sev onu
İkrarında sabit eyle imanı
Doğru çalış doğru kazan doğru ye.”
Burada ifade edilen anlayış; insanı hakikate yönlendiren, emekle, sevgiyle ve insanı merkeze alan bir yaşamdır. Hakikat, insanın içinde, yaşamında ve ilişkilerindedir. Başka yerlerde, başka kitaplarda veya uydurulmuş rivayetlerde değil.
Sonuç olarak; her inanca saygı duymak temel ilkemizdir. Ancak bir inanç sistemi başka bir inanç sisteminin adı altında yaşatılmaya çalışılır ve bu süreçte aslından, felsefesinden uzaklaştırılırsa; işte burada net bir şekilde duruş sergilemek, sorgulamak ve hakikati dile getirmek kaçınılmazdır.
Hakikatçi Alevilik; yaşamın, evrenin ve insanın hakikatini, evrensel sevgi, bilim, adalet, paylaşım ve rızalık üzerine kurmuştur. Bu değerlerin dışındaki hiçbir sistem veya uygulama, Aleviliğin özünü ifade edemez. Bu nedenle, kendi özüne yabancılaşmış, asimile edilmiş anlatılara karşı Hakikatçi Aleviliğin değerlerini savunmak ve net olarak dile getirmek, bir sorumluluktur.
Devrimî der ki:
“Gerçeği örtmeyelim, Hakikati gör kardeşim,
Yolumuzu saptıran, boş rivayetlerdir bizim.
Kulaktan dolma sözle, gerçek bulunur mu hiç?
Hakikati arıyorsan, aklın yolu birdir bizim.”
Bu bilinçle; asimilasyona karşı durmak, özgün kimliğimizi korumak ve hakikatin izinden yürümek, Hakikatçi Aleviliğin temel görevidir. Başka bir yol yoktur.
Aşk ile Mehmet Yapıcı ( Devrimi )
TRUTH OR SUPERSTITION?
If someone says, “I am a true Muslim, the Quran is my book, I follow the path of imams, I perform prayer, give zakat, undertake hajj and umrah, recite the Shahada, and fulfill the obligations of Islam,” I fully respect this person’s faith, worship practices, and choices. Every individual is free to determine and live according to their beliefs, and no one has the right to interfere. Freedom of belief is among the most fundamental human rights.
However, when it comes to those who define themselves as Alevi but then claim, “We are true Muslims, the Quran is our book, we follow the path of imams,” consciously or unconsciously supporting assimilation by detaching Alevism from its roots, philosophy, and essence—here, adopting a critical stance is inevitable. Because in this case, historical truths are being distorted, cultural memory is being erased, and social identity is knowingly or unknowingly damaged.
True Alevism has never been a sect or branch of any religion. Its essence is built upon the truth of humanity, the universe, nature, and existence. Alevism is founded on a rational, questioning, and scientific perspective, which we call “gör inanç” (visible faith), as opposed to blind faith. The fundamental principle of Alevism is the human being’s encounter with the Truth within oneself, viewing the universe, life, and nature through the heart’s eye. Alevism can never be shaped by hearsay, fabricated tales, or assimilationist texts created by dominant powers, such as commands (buyruk), makalat, revelations, and similar writings.
Alevism’s cultural heritage and life philosophy include practices such as cem (gathering), bağlama (a traditional instrument), dem (spiritual discourse), semah (ritual dance), görgü (ethical observation), dara durmak and didar (spiritual confrontation and encounter), musahiplik (path brotherhood), and the principle of “controlling your hand, tongue, and loins.” Even more significantly, it encompasses the principle of viewing “all 73 nations as one.” This reflects a universal worldview based on love and equality, free of discrimination, treating everyone equally. This is the core of Alevism. Those who set aside these values, reducing Alevism to a religion or sect, consciously or unconsciously serve a system that seeks its assimilation.
Today, a person identifying as a “true Muslim Alevi” inevitably obscures historical massacres, exterminations, denials, and assimilation policies. The underlying cause of these atrocities and assimilation policies has always been the unique philosophy of Alevis, their outlook on nature and humanity, and their rational stance against dominant belief systems. This stance is rooted in love, justice, collective consent, sharing, and an egalitarian philosophy of life.
Throughout history, the “makalat,” “buyruk,” religious narrations, and mythical stories invented by the dominant mindset were tools created to suppress the rational, scientific, questioning philosophy of the Alevis and detach it from its core. These are not representations of historical Alevism but rather fictional tales written by the scribes of assimilationist policies. They bear no relation to the true essence of Alevism.
True Alevism does not call for blind belief; instead, it asks individuals to question life, use reason and logic, seek to understand the universe, and live harmoniously and communally with nature. Because in Alevism, there is no “blind faith”; there is only “visible faith.” This develops not only personal responsibility but also responsibility toward nature and society.
Pir Sultan Abdal says:
“O heedless one, remove doubt from your heart,
The owner of this universe is Truth (Hakk), love it,
Keep your promise steadfast in your belief,
Work rightly, earn rightly, eat rightly.”
The perspective expressed here guides humanity towards truth, advocating a life centered on labor, love, and human values. Truth resides within people, their lives, and their relationships—not in other places, other books, or fabricated narratives.
Ultimately, respecting every belief is our fundamental principle. But when a belief system is forcibly practiced under another belief system’s identity, thus being detached from its essence and philosophy, taking a clear stance, questioning, and voicing the truth become unavoidable.
True Alevism bases the truth of life, the universe, and humanity on universal love, science, justice, sharing, and collective consent. No other system or practice outside these values can represent the essence of Alevism. Therefore, it is a responsibility to defend and clearly express the values of True Alevism against narratives that have been alienated from their original essence and assimilated.
Devrimî says:
“Do not conceal the truth, my brother, see the Truth,
Those misleading our path are empty tales.
Can truth ever be found through hearsay?
If you’re seeking truth, reason is our only guide.”
With this consciousness, standing against assimilation, protecting our authentic identity, and walking the path of Truth is the fundamental duty of True Alevism. There is no other way.
With Love,
Mehmet Yapıcı (Devrimi)