Atatürk’ün Din ve Alevilere Bakışı

Atatürk’ü ya da diğer ifadeyle cumhuriyet ilkelerini defalarca analiz etmiş olmamıza rağmen, bir kez daha farklı açılardan ele almak zorunda kalıyoruz. Buna sebep olansa, Alevilerin büyük çoğunluğu Atatürk’ün dine, modernizme ve laikliğe bakış açısının, temel bir felsefeye dayanmadığını anlayamamış olmalarıdır. Ya da anladıkları halde korkudan demokratlık süsü vererek, kendilerine sığınacak bir liman olarak görmek istemelerinden kaynaklanıyor. Gel ki Aleviler, İslam’ın Hz. Alici Mezhebine de aynı şekilde bakmaya devam ediyorlar.

Her şeyden önce Atatürk’ün bir teorisyen olmadığı, derinlikli siyasal düşüncesi de yoktur. Bütün bildiği şey askeri taktiklerdir ki, bunu da kendi başına ne kadar başarılı yapıp yapmadığı tartışmalı. Orta Çağ’dan günümüzde kadar birçok askeri komuta seviyesinde yer alan kişiler, birtakım dış güçlerle ilişkiler kurarak, kendi ülkesinde darbe yapıp iktidara el koyduktan sonra, ölünceye kadar toplumu yönettiler. Askeri yapıdan gelen hemen hemen her kişi, toplumu askere bezeterek askeri mantık doğrultusunda yönetir veya öyle yönetilmesini dayatır. Bunda çok fazla şaşılacak bir şey yok. Çünkü yönetimi eline alan kişi, önce repertuarındaki olanları ortaya koyar. İstisna askeri kökenli kişilerse, askeri bilgi ve tecrübenin toplumu yönetmeye yetmediğini kabul ederek, çevresinde demokrat entelektüel kişilerden yardım alıp, demokrasi için uğraştıkları da olmuştur. Atatürk’ün kendi bilgi ve birikimi olmadığı gibi, gerçek demokrat entelektüel kişilerden yardım almadığını da biliyoruz. Buna verilecek çok örnek var, hepsi sıralandığında Atatürk’ün dezenformasyonist devşirmeci düşünceye sahip olduğu, net bir şekilde ortaya çıkarıyor. Atatürk’ü daha net tanımak için şu tahlil yeterlidir.

Dünyanın her yerinde toplumun geleceğini belirleyecek kişilerin, ya kendi geliştirmiş olduğu temel bir düşünsel teorisi olmalı veya başka kişilerin ortaya koyduğu evrensel ya da küresel düşüncesi benimsenip, onun aynısı olmasa dahi ona yakın siyasal bir politika uygular. Atatürk’te böyle bir bakış açısı da görülmüyor. Şimdi gelelim Atatürk’ün düşünce yapısının ne olup olmadığına.

Atatürk materyalist midir? Hayır. Metafizikçi midir? Hayır. Ateist midir? Hayır. Dindar mıdır? Hayır. Demokrat mıdır? Hayır. Solcu mudur? Hayır. Sağcı mıdır? Evet. Atatürk profesyonel dezenformasyoncu taktikle, sağcı düşüncesinin net olarak anlaşılmasını da engelleyen bir taklitçidir. Gerçek sol ve sosyalistlerin dışında, Atatürk’ün bu taktiklerini anlayan kişi parmak sayısını geçmiyor.

Kültürsüz Devşirme şovenist Türk İslam Sentezci Milliyetçiler, Atatürk’ün çağdaş, sosyal demokrat olduğuna inanırlar. Kemalistlerin çağdaşlıktan anladıklarıysa modern giyinmektir. Halbuki gerçek çağdaşlık temel bir felsefeyle, hem dünya hem de kendi kültürüne dayanarak bilimsel çözümler üretmektir. Sırf şekilci giyim kuşamla modernlik ya da çağdaşlık, taklitçilikten ibaret olup felsefe dışılıktır.

Atatürk her şeymiş gibi görünüp, etkisi görülen tüm düşüncelerin işine gelen noktalarını alırken, aynı zamanda bu düşünceleri dejenerasyona uğratan Dezenformasyonist Devşirmecidir. Eğer Atatürk, iddia edildiği gibi sosyal demokrat veya liberal olsaydı, en azından yönettiği halkların farklılıklarını tanıyıp, bazı temel haklarını vermesi gerekirdi. Atatürk’ün modernliği, sadece Avrupalıların desteğini alıp devlet kurmak için, taklitçi ve şekilcilikten öteye geçmemiştir. Bunu yapmasaydı devlet kurma ve başkan olma şansı bulunmuyordu. Atatürk’e Batılıların bu şansı tanımaları, bölgedeki emperyalist çıkarları içindi. Yoksa Atatürkü kimse tanımazdı.

Atatürk’ün düşüncesi de dahil, Avrupalıların Atatürk’e hediye ettiği cumhuriyetin temel ideolojisi, kendisine biat etmeyen her dil, din, düşünce, etnik yapı ve halkları katliama tabi tutmak olmuştur. 1919’dan 1938’e kadar Kürt ve Alevilere yapılan katliamlar bunun en somut örneğidir. Bu faşizm değilde nedir? Korku ve çaresizlikten cumhuriyetin en sadık savunucuları noktasına getirilen Alevilere, Anayasal hiçbir hak tanımamıştır. Fiziksel, düşünsel ve kültürel katliam gerçekleştiren lider ve devletin kimliği faşist diktatörlüktür. Bunu sosyal demokratlık olarak göstermek demokrasinin ne olduğunu bilmemektir. Yaşanan gerçekleri Kemalistlerin çoğu saklama ihtiyacı duymamalarına rağmen, Alevilerin bu yapıya sosyal demokrat demeleri, Alevilerde ciddi düşünce, bilgi ve korku (Fobi) sorununun varlığını gösteriyor. Çünkü bırakalım Atatürk’ün sosyal demokrat olmasını, liberal dahi olsaydı sözü edilen Kürt, Alevi ve diğer farklı kültürden halkların bazı temel hakları Anayasal olarak tanımış olurdu.

Atatürk’ün tüm uygulamaları temel felsefi düşüncelerden uzak, büyük bir faydacıdır. Faydacılık Nihilizme işaret etse de, tam anlamıyla Nihilist demekte oturmuyor. Tek yakışan şey, mevcut her yapıyı dejenere ederek kullanıp, şahsını ve etrafındaki bazı kişileri üstün kılmaktır. Bu da üstünlerin hakim olduğu faşist diktatörlüktür. Devşirmeci mantık; herhangi bir felsefe sınıfına girmediğinden, her şey görünen hiçbir şey olmaktır. Bunun tek tarifi tüm kültürlerin yozlaşması olarak karşımıza çıkıyor.

Kemalistliğin her şeyci/ devşirmeci olduğunu laik, milliyetçi, sözde halkçı, dinci, inkılapçı, devletçi ve cumhuriyetçilik olarak ortaya koyduğu ilkelerin, tamamen karmaşık ve birbirine zıtlığından da görebiliyoruz. En açık ifadesi, laik devlette resmi din kurumu olmaz ve dini kurumlar özerktir. Din eğitimini almak isteyen, gider dini kurumlarda öğrenir. Hem laik hem de resmi din kurumu ve zorunlu din eğitiminin varlığı, toplumu şeriattan daha kötü bir duyguya soktuğundan, kavramları anlayacak düşünce yeteneği tamamen körleşmiştir. Kemalist mantık kendisinin kontrolünde olmayan İslamcıları gerici yobaz gösterirken, kendine bağlı büyük bir gerici İslami kitle yetiştirmesi akıllara durgunluk veren bir olaydır. Diğer bir anormallikse, laikliği din karşıtlığı, modern giyinmeyi en büyük devrimcilik gösterirken, Devşirme Türk İslam Sentezci Irkçılığın her türlü bilimselliğe karşıtlığını, ya akıl edememekteler veya bilinçli gerici bir tercihtir.

Sürekli çağdaşlıktan dem vurup toplumu İslami bağnazlıkla eğiten, bunu istemeyenlere katliam uygulamak, İslam ve Devşirme Türk ırkçılığının faşistliğini ifade eder. Özetlenen Atatürk düşüncesini, temel felsefi yapılardan ne metafiziğe ne de materyalizme oturtmak hiçbir şekilde mümkün değil. Yalnızca faydacılık ve tek adam mantığıyla hedefine ulaşmak için her yolu kullanmacılık, bütün kültürleri yozlaştırmıştır. Aleviler böyle bir düşüncenin varlığını göremiyor veya görmemezlikten geliyorlarsa düşünce, mantık, korku ve kişilik sorunları var demektir.

Gerçekten özüne sahip Alevi Kızılbaşlar, ifade edilen Atatürkçülükle ne birlikte yaşayabilir ne de ona yakın durması mümkündür. Kemalist yaşam demek, öz değer ve kimliğinden çok şey kaybetmektir. Mevcut Kemalist yapıyı sosyal demokratlıkla kimse süsleyerek allayıp pullamasına gerek yok. Çünkü sosyal demokrat olma gibi bir dertleri yoktur. Bunun en açık faşist kanıtı tek dil, tek din, tek düşünce ve tek devşirme ırkçılığın yazılı olduğu Anayasadır.

Aleviler şayet yok olmamak, gerçek değerleriyle yaşamak istiyorsa, her türlü zorluk ve riskleri göze alarak, gerçek demokratik laik devlet sisteminin oluşmasına çalışmalıdırlar. Atatürk’ün, Türk İslam Sentezci ırkçılığına hizmet edip sahte laiklikle yetindikleri sürece, herkesin kullanıp aşağılayacağı topluluk olmaktan asla kurtulamayacaklar. Çünkü gerek Alevilerin gerekse Kürtlerin bugüne kadar yaşadıklarından çıkarılan sosyolojik ve psikolojik bilimsel tespitler şu şekildedir.

Öz kimlik değerlerini inkar eden veya edilen birey ve ulustan halkların, kendilerine hiçbir faydası olmadığı gibi, mecburi sahiplendikleri düzene de yararları söz konusu değildir, sadece kullanılırlar. Alevilerin, Atatürkçülüğe faydası olmadığını Kemalistler çok iyi biliyor. Onun için Aleviler bir an evvel “Devrimci Aleviler Birliği (DAB) çatısı altında gerçek özlerine dönmelidirler. Yoksa her on yılda bir Atatürkçü İslami devşirme ırkçı yönetimler tarafından, aşağılanıp yok edilmeleri hızla sürecektir.

3 Comments

  1. Saygideger forum katilimcilari ve degerli dostlar.

    Ulkemizde 12 Eylul cuntacilarindan Kenan Evren`in Askeri Fasist Diktatorlugu, “Demokrasinin Ozu” olarak gostermeye calismasi!!! hic kuskusuz 1923 lerden itibaren Turkiye`de uygulanan ve hayata gecirilen Fasizmin bir devamidir, ve ayni mantiga hizmet anlayisidir…
    Turkiye`de Fasizmin gercek yuzunu hic kuskusuz Yoldas Ibrahim Kaypakkaya dogru tahlillerle aciga cikarmis ve bilimsel olarak tespit etmistir.
    Saygideger bir dostun guzel yorumu ile buna biraz daha aciklik getirmis oluruz

    Ülkemizde faşizm olgusu sürekli tartışılan konulardan başında gelmiştir. Türkiye devrimci hareketi gerek faşizmin tahlili, gerekse Türkiye’nin devlet yapısının faşizm olup olmadığı konusunda sürekli bir tartışma içinde olmuştur. Tüm tartışmalar faşizmin tahlili ve buna bağlı olarak bizim gibi ülkelerde faşizm sınıfsal niteliği, hangi sınıfların temsilcisi olduğu, faşizmin sürekli bir olgumu, yoksa gelip geçici bir olgumu olduğu konularıyla yakından ilintilidir. Ülkemizde faşizmi sadece MHP’le sırlayan anlayış az tartışılmadı. Yada faşizmi sadece askeri cuntalarla sınırlayan yaklaşımlar, parlamentonun varlığını faşizmle bağdaştırmayan teoriler ve değerlendirmelerin tümü ülkemizde faşizm tartışmalarının bir özeti niteliğindedir.

    Faşizm olgusunu değerlendirirken, onun ortaya çıkış şartlarını ve sınıfsal dayanaklarını doğru bir şekilde izah edemediğimizde ebetteki yanlış sonuçlara varmamızda kaçınılmazdır. Faşizmin sınıfsal dayanakları ve temsil ettiği sınıfların emperyalist ülkeler ile yarı-sömürge ülkelerde aynılığını aramak elbetteki faşizm konusunda bazılarını yanlış sonuçlara götürecektir. Faşizmi değerlendirirken, tek tek ülkelerin özelikleri, tarihi gelişmeleri, farklı faşistleşme sürecine yol açmaktadır. Buda faşizmin değişik biçim ve yöntemlerine götürmektedir. ‘’Bütünsel diktatörlük (Almanya, İtalya), Faşist askeri diktatörlük (Bulgaristan,Yugoslavya, Japonya), dinsel faşizm (Avusturya, ispanya), Parlamentarizmin belli bir görünüm olarak kalması (Polonya, Macaristan, Finlandiya) vb ..faşist diktatörlüğün sınıfsal niteliğinde herhangi bir değişiklik yapmaksızın bu farklılıklar, sosyal-demokrasinin rolünün sınırlanması, reformist sendikaların tavsiyesi, ile onlardan bazı grupların çekilmesi ve yararlanılması derecesinde kendisini göstermektedir” (Kom. Ent. faşizm tahlili s.158)

    Bizim gibi yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde faşizm, komprador burjuvazi ve toprak ağalarının ortaklaşa diktatörlüğüdür. Bizim ülkemizde faşizm ‘kurtuluş savaşı sonrası’ 1923 de ‘kurtuluş savaşına’ önderlik eden Kemalistlerin iş başına gelmeleriyle devlet askeri faşist diktatörlüğe bürünmüştür. İbrahim yoldaş ‘’Kemalizm, komprador Türk büyük burjuvazisinin ve orta burjuvazisinin sağ kanadının ideolojisidir” der ve devamla ‘’Kemalizmin faşizmle bağdaşması bir yana, Kemalizm bizzat faşizm demektir. Kemalist diktatörlük, askeri faşist bir diktatörlüktür” tespitini yaparak, ülkemizdeki faşizmin sınıf karakterini açık olarak ortaya koymaktadır.

    Bizim gibi ülkelerde faşizm süreklidir. Parlamentarizmin muhafaza edilmesi yada dönem dönem askeri darbelerle iş başına gelmesi faşizmin özünü değiştirmemektedir. Bu değişim sadece faşizmin dozunu artırmak veya biraz gevşetmekle alakası vardır. Ülkemizde egemen olan komprador burjuvazidir. Komprador burjuvazinin zayıflığı onu sürekli bir zora başvurmaya iter. Buna toprak ağalarının iktidara ortak olması ve feodalizmin sopa ve cebrinin de iktidara taşınması, faşizmin ülkemizdeki sınıfsal özünü tamamlar. Dolayısıyla bizim ülkemizde faşizm, Komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının ortak diktatörlüğüdür. İbrahim yoldaş PDA’yla girdiği polemikte PDA’nın faşizm değerlendirmesine karşı Birincisi; ‘’Faşizm, herhangi bir emperyalist ülkede olduğu gibi tekelci burjuvazinin diktatörlüğü değildir; Türkiye’de ve Türkiye gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde faşizm, Komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının diktatörlüğüdür” Dimitrov ‘’Sömürge ve yarı –sömürge ülkelerde aynı şeklide bazı faşist gruplar gelişmektedir. Ancak tabii ki bu, Almanya’da, İtalya’da ve diğer kapitalist ülkelerde görmeye alışkın olduğumuz faşizme benzemez. Buralardaki tümüyle özel ekonomik, siyasi ve tarihi koşulları incelemeli ve dikkate almalıyız. Söz konusu koşullarda faşizm kendine özgü biçimler almaktadır. Ve alacaktır.” F. Karşı B.cephe s.142) Kaypakkaya devamla ‘’Ayrıca tekelci burjuvazinin komprador niteliği de bir kenara bırakılarak emperyalist ülkelerle yarı-sömürge ülkeler arasındaki son derece önemli ayrım çizgisini silmişlerdi. Bunun tabii sonucu da elbette, anti-faşist mücadeleyi şehirlerde, tekelci burjuvaziye karşı yürütecek bir mücadele olarak görmek ve köylülerin anti faşist mücadeledeki rolünü inkar etmekti. (veya en azından küçümsemekti. Revizyonist klik zaman zaman köylülerden de bahsediyordu fakat köylülerin anti faşist mücadeledeki rolünü küçümsüyordu.)” İkincisi; ‘’faşizmin iktidara askeri darbe yoluyla geleceği düşünülüyordu ki, bu son derece sığ bir görüştü. Faşizm iktidara askeri darbe yoluyla gelebileceği gibi başka yollarla da gelebilirdi.” Üçüncüsü; ‘’faşist diktatörlüğün parlamento ile asla bağdaşmayacağını yaydılar. Oysa, bugün en koyu faşizmin iktidarda olduğu bir yığın ülkede, mesela Endonezya’da, Güney Vietnam’da, Pakistan’da, Hindistan’da, İran’da, İspanya’da …..parlamento mevcuttur. Faşist klikler, parlamentoyu feshetmek yerine hem bu ülkelerdeki halk kitlelerini aldatmak bakımından, hem de dünya demokratik kamuoyunu aldatmak bakımından parlamentoyu faşizmin aleti haline getirmeyi menfaatlerine daha uygun görüyorlar.”(İK seçme yazılar s.352-53)

    Dimitrov yoldaş faşizmin parlamentonun bir perde olarak kullanılmasını çok önceden göstererek şunları belirtir ‘’Tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullar, ulusal özellikler, hatta bir ülkenin uluslararası durumu, faşizmin ve faşist diktatörlüğün değişik ülkelerde değişik biçimlerde gelişmesine yol açmaktadır. Faşizmin geniş bir kitle dayanağı bulamadığı ve faşist burjuva kampın çeşitli grupları arasındaki mücadelenin keskin olduğu birtakım ülkelerde bu rejim, öncelikle parlamentoyu feshetme yoluna gitmez. Sosyal-demokrat partiler de dahil olmak üzere öteki burjuva partilerinin biraz meşruiyet elde etmelerine göz yumar. Başka ülkelerde eğer yönetici burjuvazi erken bir devrimin patlak vermesinden korkuyorsa, faşizmin sınırlandırılmamış olan siyasi tekelini kurar. Bunu ya hemen, ya da rakip parti ve gruplara karşı terör yöntemini ve kan kusmayı artırarak yapar. Kendi durumu özellikle açıklığa kavuşunca bu durum faşizmin, kendi temelini genişletmesini ve sınıfsal yapısını değiştirmeksizin açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir parlamentarizmle birleşmesini engellemez.” (aktaran İK SE s.347)

    Ülkemizde faşizmin sürekliliği, devrimci durumun sürekliliğiyle koşut halindedir. Devrimci durumu var eden koşullar, faşizmin de sürekliliğinin varoluş şartlarını belirler. Ülkemizde faşizm gelip geçici bir olay değildir. Faşizmin bir hükümet değişikliğiyle ortadan kalkacağını savunan anlayışla, faşizmi askeri darbelere bağlayan anlayışlar tamamen iflas etmiştir. Bu faşizmin sınıfsal tahlilini çözümlemeyen, devletin yapısını kavrayamayan, küçük burjuva anlayışların ürünüdür. Kaypakkaya yoldaş ‘’ülkemiz açısından çıkaracağımız dersler şunlaradır” der şu doğru sonuçlara varır; ‘’Birincisi; Türkiye’de anti-feodal, anti-emperyalist cephenin sınıf muhtevasıyla anti-faşist cephenin sınıf muhtevası aynıdır. İçiler, köylüler, şehir küçük burjuvazisi, milli burjuvazisinin devrimci kandı. Bu sınıflar arasında birleşik cepheyi gerçekleştirme mücadelesi, aynı zamanda bizim şartlarımızda anti-faşist cepheyi gerçekleştirme mücadelesidir. (…..)

    İkincisi; Türkiye’de anti-faşist iktidar mücadelesi aynı zamanda anti-emperyalist ve anti feodal iktidar mücadelesidir.”der (age s.347)

    Ülkemizde faşizm bir darbe yada seçim yoluyla iş başına gelemedi. O ‘kurtuluş savaşı’ sonrası askeri bir diktatörlük olarak iş başına geldi. Parlamentoyu bir maske olarak kullandı. Uzun bir dönem tek parti olarak ‘demokrasi’ gösterisi sergiledi. 1946’lardan sonra burjuvazinin bir kanadının artan hoşnutsuzluğu, Kemalistleri çok partili bir döneme zorladı. DP”nin kurulmasıyla başlayan çok partili dönem, başka burjuva partilerin kurulmasını birlikte getirdi. Faşist diktatörlüğün resmi olarak temsilcileri olan partileri üzerinden çıkar çatışmalarının sürdüğü ülkemizde, orduya hakim olan kesim dönem dönem darbeler yaparak açık askeri faşist diktatörlüğe geçtiklerini ilan ettiler. 1960 darbesi bunlardan biridir. Burjuvazi kendi içindeki çelişkileri dahi dönem dönem şiddet yoluyla halletmeye gitmiştir. 1960 darbesiyle Demokrat parti yöneticilerinin tutuklanması ve ardından idam edilmeleri bunu gösteriyor. Keza halk muhalefetinin en çok ezildiği dönemde askeri faşist diktatörlükler dönemi olmuştur. 1971 ve 1980 askeri faşist darbeleri bunu açık örnekleridir.

    Ülkemizde, parlamento her zaman faşizmin ayıbını örten bir incir yaprağı gibidir. Göstermeliktir. Karalar sürekli orduyla birlikte alınmakta, perde arkasında alınan kararlar, sadece parlamentoda göstermelik tartışılıp oylamaya sunulup yürürlüğe konmaktadır. Demokrasi adına partiler serbesttir. Ancak Türkiye’de kapatılan parti sayısı dünyanın başka ülkelerinde yoktur. Türk şovenizmiyle şaha kalkan faşizmin Kürt örgütlenmelerine ve legal partilerine karşı nasıl bir uygulama içinde olduğu açıktır. Kapatılan Kürt legal partilerinin bir çok yöneticisi katledilirken, bir çoğu yüksek cezalara çarpıtılarak yılarca cezaevlerinde tutuldu. Keza muhalif devrimci ve ulusal güçler göstermelik bağımsız mahkemelerde yargılanmakta, bazen beraat kararları da çıkmaktadır. Ancak faşizminin özel silahlı (kontrgerilla) güçleriyle devrimci ve ulusal muhalefet güçleri ortadan kaldırılmaktadır. Hala naaşları bulunmayan binlerce insan kayıptır. Yine yayın serbestliği vardır. Ancak bu yayınlar her an polis denetimde olduğundan istenilen zaman bu yayınlar kapatılmakta, büroları basılmakta, çalışanları tutuklanmakta ve onlarca yıl hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. Sonuç itibarıyla ülkemizde faşizme karşı savaşım içte; Komprador burjuvazi ve toprak ağalarına, dışta ise emperyalizme karşı savaşım vermektir.

    Baskoylu

  2. Sayın Bülent Cidik, Aleviler Osmanlı döneminde zar zorda olsa savaşıp kendi değerlerini korymaya çalışırken, Cumhuriyetle birlikte hem tepkisiz hem de kültürsüzleşerek ne olduğu belli olmayan bir hiçliğe dönüştüler. Bunu gerçekleştirense sahte laik ve Avrupa’ya özenen, bilimsel değerlerin içini boşaltan 6 faşist takliçi Cumhuriyet ilkeleridir. Atatürk’ü selamladığını ifade ettiğiniz kişiler solculuk ya da devrimciliğin ciddiyetini kaldıramayan hırslarına yenik düşen kişiler veya dünyadan dışlanmış anlayışlardır. Madem öyle idi, Mustafa Suphileri, Alişer, Alişan Bey, Seyit Rızalara neden katliam yaptı? kahraman Kemal Ataürk’ünüz?. Üstelik sizin modernizm ve devrimcilikten anladığınız, saçını başını açıp pantolon veya etek giymektir. Esas devrim ve modernizm felsefe başta olmak üzere tarih ve edebiyattan teknolojik yenilik ve icatlardır. Felse Türkiye’de hâlâ düşman olarak görüldüğü gibi solculuk, demokrasi adına Devşirme Balkan Beyaz Türkik Milliyetçilikten başka bir şey değil. Çerkez Ethem’in Yunanlılarla yaptığı kısa süreli çatışma ve başarıyı inkar edip düşmanlaşarak, en ufak bir savaş olmadığı halde Kurtuluş Savaşı yalancıllığıyla modern toplum yaratıldığını düşünüyorsunuz. Sizler gerçekten ciddi bir bilgiye sahip olsanız, Laik olan bir devlette resmi din kurumu olmayacağını anlarsınız. Laik ülkelerde dini yapılar özerk olur. Bugün Tayyip gibi gerici yobazlar varsa ve türemeye devam ediyor ise, Sahte laik ve sahte dinci Cumhuriyetin eseridir. Kürtlükle suçlamanız bir kere çok basit birisi olduğunuzu gösteriyor. Ben her şeyden önce Türkmen bir Alevi Kızılbaşım. PKK ortaya çıkıp mevcut faşist düzeni yerinden sartığı 1990’lara kadar, hiçbir Alevi çarşıda, özel ve devlet kurumlarında Aleviyim diyemiyordu. Bu kadar açık somutlukları görmeden Alevilerin cumhuriyet sıgortasıdır demek, belliki askeri kafa ve kültürle demokrat, düşünmek ve devrimcilik ancak bu kadar olur. Selamlar

  3. Düpedüz saçmalamışsınız bu yazınızda !!! Asker kökenli olduğu için teorisyen olmadığını iddia ettiğiniz Atatürk; ders kitapları yazacak kadar bilgili, kadınlara avrupalı kadınların alamadığı hakları verecek kadar modern, çiftçi ve köylüsüyle kalkınacağını bilen müthiş bir teorisyendi.
    Mustafa Kemal i eleştirmeyi solculuk, devrimcilik sanan bazı kürt özentisi Alevi kesimi,nedense saidi nursi denen Alevi düşmanı, yobaz bir delinin heryıl anma etkinliklerini düzenleyen HDP ve Demirtaş ı eleştiremezler.
    Kürt ellerine sürgün edilen Alevilerin şafiî köylerinde yaşadıklarını, Hamidiye alaylarını, kürt aşiretlerinin otobüs kaldırıp maraşta yaptıklarını görmezler.
    Devrimcilikten bahsediyorsanız; Nazım ın,Deniz ‘in,Fidel Castro nun ve bunlar gibi (bugün bile yaşayan) gerçek devrimcilerin selamladığını Atatürk e bunları yazmak acziyet ve eziklik belirtisidir.
    Alevi deyiş ve türkülerini barlarda meze yapan,öğrendiği birkaç devrimci jargonu diline dolamış, Aleviliğin gerçek kaynağından kopup taşa toprağa ziyaret diye tapınan bir kitle oluştu.Ve bu kitle Aleviliğin özünü bilmeden,kökenini araştırmadan, sırf birilerine yaranmak için ” kanını içsek doymayız” diyenlere piyon olmuştur.
    Bugunkü iktidarla birlikte camide yanyana namaz kılan, işlerine gelince anlaşabilen,çıkarları dahilinde herşeyi yapabilecek toplum ve siyasetin kimler olduğu bellidir ve bunlar Kemalistler değildir.
    Son olarak; Aleviler cumhuriyetin teminatı ise, cumhuriyet de Alevilerin yaşam sigortasıdır. Atatürk ün devrimlerle kurduğu Laik TC olmasaydı bugün Anadoluda ne bir Alevi köyü ne de bir ocak kalırdı. Lütfen Kemalizm denince aklına faşist cuntacı askerler gelmesin. Kemalizm devrimdir, devrimciliktir !!!
    Umarım eleştiriyi kaldıracak devrimci birikimine sahipsinizdir.
    Selamlae

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.