PİR SULTAN ABDAL ÜZERİNE

10801757_1524534271167595_5232083300542521759_n

 

PİR SULTAN ABDAL ÜZERİNE

16.yy Önasyasında birbirini kıran Osmanlı ve Safevi çatışmasının Anadolu’da bıraktığı binlerce kurbandan birsidir Pir Sultan Abdal. Başına gelecekleri bilirmişcesine :

“Kara toprak, senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.”

demiş, ruhu ve doğallıkla düşünceleri kara düşünceleri altedip bugüne değin gelmiş, elbette ki yarınlara da yürüyecektir.

Sislerle örtülü yaşamına eğilmeden önce bu yaşamın oluştuğu ve yayıldığı coğrafyaya da eğilmek istiyoruz.Bu yaşamın coğrafyasının odağı bugünkü Kuzey/Batı Sivas’tır. Yıldızeli’ne bağlı Banaz Köyünde yaşadığı bilinmektedir.

Ancak bu Banaz’ın, şimdiki yerinde olup olmadığı belli değildir. Köy yaşlıları bu Banaz’ın üçüncü Banaz olduğunu, ilk Banaz’ın Yıldız Dağına daha yakın olduğunu söylüyorlar.

Bir söylenceye göre de, birgün kümesinin kazları korkuya kapılarak ürküp uçmuşlar. Pir Sultan kazlarını yakalamak için peşlerinden gelmiş ve bugünkü Banaz Köyünün içindeki pınarda onları bulmuş. Pınarın görkemi kendisini büyülemiş ve o köy, o günden sonra, şimdiki yerine taşınmış.

Uşak iline bağlı Banaz ilçesinin ad benzerliğinin dışında bizim Banaz’la ilgili olup olamayacağı bilinmemektedir. Köy erenleri, atalarının oralardan geldiklerini de iddia etmektedirler.

1499 yılında Erzincan Tercan ilçesinin Sarukaya yaylağına gelmiş ve büyük umutlarla Batı Anadolu’ya kadar ilerlemiş olan 1. Şah İsmail’in, Uşak’tan geriye dönüp şimdiki Banaz’a gelmesi olasıdır.

Pir Sultan’ın yaşamını anlatırken bu coğrafya önemlidir. Köyün her yeri Pir Sultan söylencelerine bağlanmıştır. Şiirlerine ilham olan Yıldız Dağı, müsahibi Ali Baba ve çocuklarının annesi ile üzerine oturup söyleştiği, Horasan’dan asasının ucuna takıp getirdiği değirmen taşı… Taşlara basıp giderken çarıklarının kaytanlarının çözüldüğü köyün üstündeki ince dere… Kendisinden kaldığı söylenen harap ama görkemli evi…

Pir Sultan’ın yaşam öyküsünde iki yan vardır. Bu yanlardan biri, insanın öz kültürünü, inancını, doğruluğu ve insanca yaşamayı simgeleyen kendisi; öbür yan ise bir baskıcı inancın, zorlamaların, sömürünün ve geri kafalılığın simgesi olan Hızır Paşa…. Bu iki zıt gücün tarihteki yeri incelendiğinde Gölpınarlı’ya göre :

“Pir Sultan Abdal, Alevilerce ulu sayılan yedi büyük şairden birisidir. Öbürleri Nesimi, Hatayi, Pir Sultan’ın müridi Kul Himmet, Faziletname sahibi ve Kalenderi Otman Baba postunda oturan Akyazılı mensubu Yemini 16.yy ilk yarısında Necef’te vefat eden Virani ve Kazak Abdal..

Yedi büyük Alevi ozanından biri olan Pir Sultan Abdal’ın, “öğrencisi Hızır’ın O’ndan izin alıp Paşa olması, Hızır’ın halka zulüm etmesi , yemeğini köpeklerin bile yemeyişleri, Mürşidi Pir Sultan’ı çağırtıp içinde ŞAH kelimesi geçmediği üç deyiş söylerse bıraktırabileceği, ancak Pir Sultan’ın tümü ile bu isteğin tersine deyişler söylediği, sonunda asılması ama ertesi gün darağacından inmiş göründüğü ve Sivas’ta çıkıp dört yöne doğru gittiği anlatılagelmektedir. Sanki Pir Sultan gerek zindanda, gerekse darağacında bu söylenceleri doğuran deyişler söylemiştir.

Pir Sultan, Kepçeli’de “Siyaset Meydanında” bugünkü Mezbaha Meydanı asılarak idam edildi.

Sivas’ta Aleviler, Pir Sultan’ın asıldığı yeri tarif ederlerken diyorlar ki :

“Darağacı şimdiki mezbahanın bulunduğu yere kurulmuş. Ölümünden sonra da biraz ötesine gömülmüş. Yaklaşık olarak burası mezbahanın cümle kapısının biraz ilerisi. Burası geçen yüzyıllarda sur gibi olup adına “Siyaset Meydanı” denirdi. “

“Kimi söylentilere göre mezarı Sivas’la Banaz arasındaki Karaçayır bucağında, bir kısmı da Zile’nin bir köyünde olduğunu söylüyor. Belki her ikisi de doğrudur. Çünkü aynı tapşırma ile söylenen 5 şair daha var. Onların nerede yattıklarını bilmiyoruz.” (İ.Aslanoğlu, Pir Sultan Abdallar, Erman Yayınevi, 1984)

Bugünün Anadolu Aleviliğinde Pir Sultan Abdal olabildiğince yaşamaktadır. Bu da O’nun dönemindeki Hızır Paşa’ların bugün de yaşadığını gösterir. Pir Sultan’ın neden halen bu kadar kutsal ve canlı yaşaması için Alevi düşüncesine bir göz atmak gerekiyor.

Alevi düşüncesinde kutsallık, gözün görebildiği, kulağın duyabildiği elin değebildiği, özetle beş duyunun algıladığı tüm varlıklara yöneliktir. Bu kutsallık, aklın ötesine çıktığında sarsılır. Alevi insanı, soyut kavramlardan uzaktır. Bu nedenle tarihin kimi dönemlerinde kendisine dayatılan doğa ötesi varlıklara hep uzak kalmıştır. O, kendi inancını, kendi kültüründen çıkararak yapılandırmıştır.

Bu kültür, salt etnik bir temele dayandırılamaz. Alevi inancında Göktanrı ( Şaman ) kültürü yanında Zerdüşt ve Buda kadar asıl ve bunlarla dönem dönem ilişkiler kurulan Hristiyanlık, Yahudilik ve İslamlık izleri de vardır.

Bu durum Aleviliğin bireyselliğini değil, evrenselliğini gösterir. Bu yüzdendir ki, 10/11 ve 12.yüzyıllarda Batıni/İsmaili adı altında bir gizlenme göstererek yaşamını sürdüren bu din, 3. yüzyılda İran ve çevresinde egemen olan, bir dönemde Asya Türklerinin de devlet dini olarak algıladıkları MANİ dinini en yakın çağrıştıran inançtır.

Mani inancı, bugün Fransa’da Pirene Dağlarının doğu yamacında Tulus kenti çevresinde; Oniki sayısının kutsallığı, karşılaşan kişilerin üçer kez öpüşmesi, insana saygı, belli tapınak yerlerinin (onlarda kilise) olmazlanışı, din adamlarının bir lokma bir hırka ile yetinmesi, ele, dile, bele bağlılık, ateşin ve ocağın kutsanması vb. olarak yaşamaktadırlar.

Onlar Fransızca konuşurken, Mani dinin yaşatan Bogomi / Gazari Bosna’lıları da kendi dillerinde Bektaşiliği yaşamaktadırlar. Bu nedenle bin yıldan fazla bir zamandan bu yana bir takım değişiklikler elbette Anadolu Aleviliğini bugünkü görünümüne getirmiştir. Gene de Alevi inancından olmayan bir kişiye de yardım edilip onun inancına saygı duyulması Alevinin sınırsız laikliğini göstermektedir.

Yaşadığımız çağda bir sivil örgütlenme kurumu olarak kurduğumuz Alevi Derneklerinin, vakıflarının tümü de bir mezhebin, bir dinin yaşatılması amacından çok, demokratik ve laik bir yaşamın, özetle çağdaş bir yaşamın yerleştirilmesi amacına yöneliktir. Gerek üyeler arasında, gerekse yönetim kurullarında Alevi kökenden olmayan kişilerin varlığı bu amacın büyük kanıtıdır.

Pir Sultan, sömüren karşı emeği, zulme karşı özgürlüğü, kulluğa karşı eşitliği, yalana karşı doğruluğu, yabancıya karşı özü simgeliyordu. Doğaldır ki, O’nun adıyla bağlı kuruluşlar da o yoldan yürüyeceklerdir.

Nejat BİRDOĞAN Devamını Gör

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.