HACI BEKTAŞ VELİ GERÇEĞİ

HACI BEKTAŞ VELİ GERÇEĞİ

Yüzyıllardan beri devasa bir sevgi ve saygı selinin muhatabı olmuş Hacı Bektaş Veli’nin kimliği ve soyağacı hakkında bilinen, yazılan ve söylenenlerin tamamı çok fazla tekrarlandıkları için doğru kabul edilen fakat doğrulukları son derece tartışmalı, çok söylenmekten kalıplaşmış çok kanıksanmış ancak hiç sorgulanmamış derme çatma beş altı cümleden ibarettir. Toplamda bir paragrafı doldurmayan Hacı Bektaş Veli’nin sözde soyağacı bilgilerinin kaynağı da ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ adı ile bilinen metindir.
‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nin ne zaman derlendiği ve derlendikten müdahaleye uğrayıp uğramadığı, uğradıysa da bu müdahalenin kaç kez ve hangi boyutkarda olduğu tam olarak bilinmiyor. Değişik araştırmacılar bu metnin ilk yazılış tarihini,on üçüncü yüzyılın ikinci yarısından başlayarak on beşinci yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan geniş bir zaman dilimi içerisinde değişik zamanlara yerleştiriyorlar. Ağırlıklı görüş ‘Vilayetname’nin on üçüncü yüzyıl sonlarında yada on dördüncü yüzyıl başlarında yazıldığı yönündedir; ancak elimizde Vilayetnamenin yazılış tarihini olabildiğince gerilere götürmeye çalışan bu zorlama tahminleri doğrulayacak hiçbir kanıt bulunmamaktadır; çünkü elimizdeki en eski Vilayetname nüshası 1624 yılına, Kalender Çelebi başkaldırısından yaklaşık bir asır sonrasına aittir.
Eldeki en eski nüshanın üzerindeki tarih ve metin içine serpiştirilmiş Osmanlı yandaşlığı ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nin Kalender Çelebi başkaldırısından sonra yazıya geçirildiği yada bu tarihten sonra son bir müdahale ile yeniden düzenlendiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.Kutsal kitabında Osmanlı’ya övgüler dizilen bir dergahın Osmanlı ile böylesine büyük kavgalara girişmiş olmasu olasılığı yoktur. (Kanaatimizce bu işlemin Kalender Çelebi başkaldırısından yaklaşık otuz yıl sonra dedebaba olarak dergaha atanan Sersem Ali Dedebaba zamanında 1555 yılından sonra yapılmış olmalıdır.)
‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ nin üslubu ve içeriği ile tartışma götürmeyecek derecede Osmanlı yandaşıdır.Bu durum, bu eserin Osmanlı memurları tarafından Osmanlı çıkarları gözetilerek yazıya geçirilmiş olduğunun çok açık bir kanıtıdır.Bir Osmanlı propaganda kitapçığı olarak ele alındığında ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ adı ile bilinen eserin içinde barındırdıklarını bütünü ile doğru olarak kabul edebilmenin imkanı kalmaz. Öte yandan üzerine Osmanlı propagandasına havi bir elbise giydirilmiş olsa da nihayetinde ve temelinde bu metin halk arasında dolaşan Hacı Bektaş Veli’ye ait geleneksel bilgilerin derlenmesi ile ortaya çıkmıştır ve bünyesinde görmezden gelinemeyecek ve ihmal edilemeyecek derecede kıymetli bilgiler barındırmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi görünen yüzü ile -zahirde- asla ciddiye alınmaması gereken resmi ruhsatlı bir devlet yalanı, gölgede kalmış tarafı ile -bâtında- son derece önemli gerçekleri çok zor koşullarda bünyesinde saklayarak bugünlere taşımayı başarmış eşine ender rastlanır bir eserdir.
‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ içindeki sırlanmış gerçeklerin üzerindeki örtünün kalkabilmesi öncelikle Vilayetname’nin orasına berisine acemice ve futursuzca serpiştirilmiş yalanları aradan çıkarılmasına bağlıdır.

‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ içinde kutsal bir bilgi gibi okuyucuya sunulan iki büyük yalan vardır. Bu yalanıları Vilayetnamenin sayfaları arasından ayıklayıp, uzaklaştırmadan gerçeğe ulaşmak için yapılacak bütün çalışmalar daha başlangıçta sonuçsuz kalmaya mahkum olacaktır.
Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi zümrelerini Osmanlı devlet safına çekmek amacı ile, ve Osmanlı İmparatorluğunun arzu ve ihtiyaçlarına göre kaleme alınan/yada yeniden düzenlenen Vilayetname’de Hacı Bektaş Veli’nin çocukluğundan başlayarak tüm yaşamı uzun uzun nakledilir. Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş Veli yedinci imam Mûsa-l Kazım’ın üçüncü kuşaktan torunu bir Arap soylusudur, altı aylıkken şehadet getirmiş, çocukken kuran okumayı öğrenmiş, hacca gitmiş, ömrü boyunca namazından geri durmamıştır.
İmam Mûsa-l Kâzım 799 yılında vefat ettiği biliniyor. Eldeki bütün veriler Hacı Bektaş Veli’nin 1270- 1271 yılları arasında hayata gözlerini yumduğunu gösteriyor. Abdülbâki Gölpınarlı’nın çok yerinde tespit ettiği gibi: ‘Bu tarihle , İmam Mûsa-l Kâzım’ın vefatı arasında tam beş yüz altmış beş yıl vardır ki; bu kadar yılın içinde Hacı Bektaş’la i Mûsa-l Kâzım arasında ancak üç kişinin bulunması mümkün değildir” Hacı Bektaş Veli’yi İmamlar soyuna bağlamak için Vilayetnamede yazılanların tamamen uydurma olduğu en başından bellidir. Vilayetnamenin sayfaları arasına sıkıştırılmış ilk büyük yalan budur.
İkinci büyük yalan Hacı Bektaş Veli’nin Türkistanlı Ahmet Yesevi’nin halifesi ve müridi olduğudur. Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş Veli gençlik yıllarında Türkistan’da bulunmuş ve Hoca Ahmet Yesevi’nin hizmetine girmiştir.
Vilayetname’de Hacı Bektaş Veli’nin Ahmet Yesevi ile olan ilişkisi Hacı Bektaş Veli’nin Türkistan’a yaptığı ziyaret ile başlatılır.
Hoca Ahmet Yesevi çok sevdiği ve güvendiği Hacı Bektaş Veli’yi esir olan oğlunu kurtarması ve öc alması için kafirlerin üzerine savaşa gönderir.
Hacı Bektaş Veli Ahmet Yesevi’nin oğlunu kurtarıp,kafiri kırıp kanını yere saçıp, Bedehşan ilini fethettikten sonra Ahmet Yesevi onu ”Git seni Rum’a saldık; Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik” diyerek Anadolu’ya salar.
Hacı Bektaş Veli Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya gelerek Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’i önünde diz çöktürür’ Elif Tac’ giydirir ve Selçuklu Sultanı Alaattin Keyhüsrev’e haber göndererek Osman Bey’e makam (beylik) verilmesini buyurur.
Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş Veli Osmanlı Padişahı Sultan I.Murat zamanında hayata gözlerini yumar ve I. Murat tarafından yaptırılan türbesinde ‘sır’lanır.
Türkistanlı Ahmet Yesevi 1160 yılında öldü.Hacı Bektaş Veli onu ziyaretinde ve onun adına savaşlara katıldığında, yirmili yaşlarında olduğunu varsayarsak, Hacı Bektaş Veli’nin 1160 yılından önce yirmili yaşlarına ulaştığını kabul etmemiz gerekir.Bu durumda Hacı Bektaş Veli’nin doğum tarihi 1130, 1140 arasında bir zamanda olmalıdır. Öte yandan yine Vilayetname’de Hacı Bektaş Veli Sultan I. Murat’ın saltanat yıllarında Hakka yürüdüğü öne sürülür ki bu da 1362-1389 yılları arasıdır. Vilayetname’de yazılan Hacı Bektaş Veli’nin yaşam öyküsünü doğru kabul edecek olursak Hünkar’ın iki yüz elli yıl gibi hiçbir insana nasip olmamış çok uzun bir yaşam sürdüğüne de inanmamız gerekecektir.Hacı Bektaş Veli iki yüz elli yıl yaşamadı.O Ahmet Yesevi’nin ölümünün üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra dünyaya geldi.Hacı Bektaş Veli ile Türkistanlı Ahmet Yesevi’nin yolları hiç bir zaman kesişmedi.
Bu kurgu, kurgu olduğu kadar da acemi işi senaryo, bizleri Hacı Bektaş Veli’nin yaşam öyküsü olarak Vilayetname’de yazılanların bütünüyle düzmece olduğuna ve onun asıl kimlik bilgilerinin bir ‘sır’ olarak saklandığına ikna edecek kadar güçlü bir delildir.
Karahöyük dergahının 1240’lı yıllarda Hacı Bektaş Veli eli ile kurulduğu ve bu ünlü Alevi mürşidinin Türkistanlı Nakşibendi şeyhi Hoca Ahmet Yesevi’nin icazetli halifesi ve yedinci imam Musa-l Kazım’ın üçüncü kuşaktan torunu olduğu, tartışılmaz doğrularmışcasına kuşaklar boyu anlatıldı belletildi.
Zamanla eklemeler ve çıkarmalarla tahrif edilmiş de olsa da, ’Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ tüm Alevi topluluklarının kutsal saydığı bir metindi.İçinde yazılanlar onu sevenler tarrafından pek sorgulanmadı.Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen akıldan ve izandan yoksun yaşam öyküsünün Vilayetname’nin kutsal satırlarının arasına yerleştirilmesi yüzyıllar boyu bu bilgilerden süphe edilmesinin önüne geçti. Ucuz bir yalan ruhani bir koruma kalkanının ardına saklanıp yüzyıllar boyu gerçekmişcesine itibar gördü .
Osmanlı’nın yazıcıları Vilayetname’yi kaleme alırken (yada bu metni yeniden düzenlerlerken yaptıkları eklemeler ve çıkarmalar esnasında) Hacı Bektaş Veli’nin kimlik ve aile bilgilerinin ortadan kaldırdılar.Onun soy ağacı bilgileri ile mensup olduğu geleneğin köklerini bir yanından Arap Çölleri öte taraftan Asya’nın bozkırlarına taşıdılar.Hacı Bektaş Veli’nin Baba İlyas ayaklanmasına katılanlardan olduğunu, -Aşıkpaşazade, Elvan Çelebi ve Eflaki gibi kaynaklarda ifade edildiği gibi- Malya bozgunundan kurtulduktan sonra Karahöyük’e sığındığı,Babai geleneğinden geldiği gerçeğini ustaca gözlerden kaçırdılar. Hacı Bektaş Veli’yi kendi gerçekliğinden uzak ve çok farklı bir ‘fiktif efsane’ haline getirdiler.
Osmanlı’nın buradaki temel amacı ocak sistemine ve dedelik kurumuna bağlı Alevileri dergahlarından, ocaklarından ve pirlerinden ayırarak kendisine bağlı ‘Osmanlı Alevileri’ne dönüştürebilmekti. Bu başarıldığı takdirde Osmanlı ülkesindeki Alevi zümreleri sürekli olarak devletle çatışan isyancılar olmaktan çıkacak ,devletin uslu vatandaşları olarak, Nakşibendi şeyhi Hoca Ahmet Yesevi’yi asıl pir kabul eden Sunni İslam geleneğin uysal üyeleri haline geleceklerdi.
Vilayetname’de Osmanlının ihtiyaçları doğrultusunda yazdırılmış,ispatsız,desteksiz ve izansız bölümleri tarihi gerçekler olarak kabul eden ve bunun üzerinden kendini inşa eden bilimsel ciddiyetten ve akademik ahlaktan yoksun resmi tarih tezi dört yüz elli yıl boyunca, çok geniş çevreler tarafından beslenilmiş, savunulmuş ve yayılmış olmasına rağmen artık inanırlığını yitirmiştir. Tarih araştırmaları,arkeolojik bulgular,Alevi sözlü geleneği ve Alevi toplumsal hafızası Aleviliğin Hacı Bektaş Veli’den önceki tarihini karartıp Alevileri asıl geçmişlerinden kopartmak üzere dört yüz elli yıl önce devlet dili ile söylenip, devlet eli ile yazıya geçirilmiş bu yapma tarih tezine itibar edilmesini zorlaştırıyorlar.
Vilayetname’ye Hacı Bektaş Veli’nin yaşamı ve soy ağacı ile ilgili yapılan eklemelerin bir tarih değil,tarihi alt-üst etmek üzere Osmanlı tarafından bir türlü sonu gelmeyen isyanların ruhani merkezini içten yıkmak amacı ile kaleme alınmış bir ‘münasebetsiz senaryo’ olduğu çok belirgindir.Osmanlı’nın Hacı Bektaş Veli adı üzerinde kurguladığı düzmece Alevi tarihi, bir iktidar aracı olarak yüzyıllar boyu çok işe yaradı , tahminlerden ve tahammülden uzun hüküm sürerek Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine miras olarak aktarıldı.

Genel olarak Hacı Bektaş Veli’nin 1209/1210 -1270/1271 yılları arasında yaşadığı, 1240 yılında ortaya çıkan ünlü Babai isyanına katıldığı ve Babailerle aynı sosyal çevreden olduğu kabul edilmekle birlikte onun tarihsel kişiliği hakkında elimizde onun çağından kalma yok denecek kadar az tarihi kayıt vardır. Vilayetname’de onun yaşamı budur diye önümüze konulan ‘münasebetsiz senaryo’ da bir kenara bırakakıldığında , Hacı Bektaş Veli’nin gerçek tarihsel kimliği tam bir belirsizlik içinde kalır.
Hacı Bektaş Veli’nin adının geçtiği en erken iki belge 1295 ve 1297 tarihli iki vakfiye senedidir.Bu iki vakıf senedinde Hacı Bektaş Veli’nin sadece ismi anılmakta, onun hakkında hiçbir bilgiye yer verilmemektedir.
Bunun dışında Baba İlyas’ın ikinci kuşak torunu Elvan Çelebi’nin (Ölümü 1359) yazdığı ‘Menakıbu’l Kudsiyye’ adlı eserde Baba İlyas’ın halifeleri sayılırken Hacı Bektaş Veli’nin adı da geçmektedir.
Eflaki’nin 1353 yılında tamamladığı ‘Menakıb’l-Arifin’ adlı yapıtında onunla ilgili ilk bilgilere ulaşırız.Bu eserde de onun hakkında aktarılanlar son derece sınırlıdır. Eflaki Hacı Bektaş Veli’nin Baba İlyas’ın halifelerinden biri olduğunu onaylar ve onun sırlara vakıf olmuş ve aydınlanmış biri olduğu ancak İslamiyetin kurallarını tanımadığını yazar.
‘Osmanoğulları’nın Tarihi’ adlı 1478 yılında yazdığı eserinde Aşık Paşazade, Hacı Bektaş Veli’nin hiçbir Osmanlı padişahı ile birlikte bulunmadığını,Kardeşi Menteş ile birlikte Horasan’dan Anadolu’ya geldiklerini, 1240 yılında başgösteren Babai isyanında Baba İlyas saflarına katıldıklarını, kardeşinin Sivas’ta şehit olduğunu bilgilerini verdikten sonra sözlerini ‘Hacı Bektaş sırrını, keşif ve kerametlerini her nesi varsa Hatun Ana’ya emanet etti. Kendisi meczup bir derviş idi; şeyhlik ve müridlikten uzaktı ‘ diyerek tamamlar.
Aşık Paşazade’nin ‘Osmanoğullar’nın Tarihi’ni Hacı Bektaş Veli’nin varsayılan ölüm tarihinden (1270/1271) iki yüzyıldan fazla bir zaman geçtikten sonra yazdığı göz önünde alıp, onu ‘tarihsel tanıklar’ listesinden çıkardığımızda elimizde Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığına şahitlik edecek Eflaki’ye ait birkaç cümleden ve iki vakıf senedinde yer alan Hacı Bektaş isminden başka hiçbir şey kalmaz.Bu durum doğal olarak onun tarihsel kimliği üzerinde çalışan araştırmacıları onun asıl kimliği konusunda derin kuşkulara sürüklemiştir.
İrene Melikoff ‘Hacı Bektaş-Efsaneden Gerçeğe’ adlı araştırmasında Elvan Çelebi’nin eserinde Hacı Bektaş Veli’nin adının geçmesini Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığının delili olarak kabul etmekte fakat ‘milyonlarca inananın -Türk halkının üçte birinin himmet umduğu Hacı Bektaş’ın tarihsel gerçekliği ile ancak pek az bir benzerliği vardır; ve belki de aralarında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır’ diyerek,tarihte bir Hacı Bektaş yaşamış olsa bile milyonlarca Alevinin inandığı haliyle bir Hacı Bektaş Veli’nin aslında hiç var olmadığını oldukça dikkatli bir üslupla ima etmektedir.
Benzer biçimde F.W.Hasluck da 1929 yılında yayınlanan ünlü ‘Christianity and İslam under the Sultans’ adlı eserinde Hacı Bektaş Veli’nin hiçbir tarihsel gerçeği olmadığını,Hacı Bektaş Veli’nin bir kabilenin din büyüğü olduğunu, Bektaşi tarikatı ile bir ilgisinin bulunmadığını, onun isminin bir ‘tarikat markası’ olarak sonradan ve rastgele seçildiğini, hatta kendisinin yaşayıp yaşamadığının bile şupheli olduğunu öne sürmüştür.

Vilayetname’de anlatılan ve yüzyıllar boyu yaygın olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli imajı on altıncı yüzyıl başlarında ortaya konmuş bir Osmanlı projesiydi.Bu proje Osmanlı sultanının Balım Sultan’ın Hacı Bektaş Dergahına ‘dedebaba’ olarak ataması ve Hacı Bektaş Veli dergahının ‘serçeşme’ nitelemesi ile öne çıkarılması ile başlatıldı. Projenin amacı Hacı Bektaş Veli ocağı başta olmak Balkanlar’da ve Anadolu’da yaygın olarak faaliyet gösteren ve İmparatorluk sathına yayılmış Alevi topluluklarının yönetimini ve denetimini elinde bulunduran tüm Alevi ocaklarını, İstanbul ataması, ‘Osmanlı devlet memuru’ bir dedebabanın yönetiminde bir dergaha bağlanmasıydı.Bu suretle Osmanlı, ülke sathına yayılmış Alevi topluluklarını, ‘isyan odağı’ ve ‘nifak yuvası’ haline gelmiş Işık tekkelerini ve derviş cemaatlerini kendisine bağlı denetlenebilir ve yönlendirilebilir bir üst yapının şemsiyesi altında toplayacaktı. Osmanlı bakış açısından ele alındığında, bu bir ‘akıllı proje’ idi. Bu ‘akıllı proje’yi hayata geçirmek için Osmanlılar saygın bir Alevi mürşidinine ait tüm kimlik bilgilerini ortadan kaldırdılar ve onun ile bağlı bulunduğu köklü gelenek arasındaki bağları koparıp attılar, ona ait tüm gerçekleri imha ettiler.Onun adını taşıyan ama esasta onunla hiçbir ilgisi bulunmayan Osmanlı’nın emellerine hizmet eden yeni bir Hacı Bektaş Veli yarattılar.

Bu noktada Melikoff ve Hasluck tespitleri son derece isabetli olduğunu belirtmek zorunluluğu vardır.Gerçekten de bir Osmanlı kamuoyu inşa girişimi olarak on altıncı yüzyılda başlatılan projenin merkezine yerleştirilen Hacı Bektaş Veli aslında hiç var olmadı. Yedinci İmam Musa-i Kazım’ın soyundan gelen, altı aylıkken şehadet getiren, çocukken kuran okumayı öğrenen,hacca giden, ömrü boyunca namazından geri durmayan,Ahmet Yesevi’nin müridi olan, onun emri ile kafirlerle cenge tutuşan, Osman Bey’e ‘elif tac’ giydiren Hacı Bektaş Veli tamamen kurgu bir şahsiyettir, Osmanlı imalatı bir ‘fiktif efsane’dir ve hiç yaşamamıştır.

Osmanlılar’nın Hacı Bektaş Veli’nin adınını kullanarak yarattıkları tarihi gerçeklerle ilgisi olmayan ‘fiktif efsane’yi ortadan kaldırdığımızda geriye ne kalır?

– Aşık Paşazade’nin dediği gibi ‘meczup bir derviş’ mi,

-Melikoff’un ifade ettiği gibi tarihsel gerçekliği ile arasında hiçbir benzerlik bulunmayan biri mi,

– ‘Hasluck’un iddia ettiği gibi yaşayıp yaşamadığı dahi belli olmayan olmayan rastgele seçilmiş ve tesadüfen marka olmuş bir isim mi ?

Beş yüz yıl boyunca ülkenin her yanında bıkmadan usanmadan aralıksız tekrar edilmiş o büyük yalan ortadan çekildiğinde ne olur?
-Taşlar yerine oturur ve yalana hürmet etmeye, hurafeden himmet beklemeye programlanmış kalabalıklar içinde kayboldukları büyük bir boşluktan kurtulurlar mı?
-Büyük kalabalıkların ruhundaki kemikleşmiş dengeler sarsılır ve büyük bir kaos mu başlar?
Hemen ifade etmek gerekir ki; Efsane zannedilen , Aleviliği kendi vatanından koparıp, Asya bozkırlarına ve Arabistan çöllerine taşımaya programlanmış o derme çatma hurafe yıkılırken Anadolu’nun asıl efsanesinin bütün ihtişamı ile yeniden geriye dönüşü başlar.Üzerimize yeni bir güneş doğar, gözlerimiz kamaşır. Aşık Paşazade’nin de Melikoff’un da, Hasluck’unda konuyu anlamanın çok ama çok uzağında kaldıkları ortaya çıkar.
Anadolu Anadolu olalı beri, bu topraklar üzerinde onun kadar hürmet gösterilen onun kadar sadakatlla bağlı kalınan ve onun kadar sevilen pek az kişi olmuştur.Bu sevgi, saygı ve sadakat seline rağmen Hacı Bektaş Veli ‘sakıncalı mahpus’ olarak resmi tarihin karanlık hapishanesinde beş yüzyıldır tutukludur.Bugün aramızda Hacı Bektaş Veli kimliği ile serbestçe dolaşan hiç yaşanmamış bir hayatın ,hiç varolmamış bir öznesidir.O ortadan çekildiğinde gerçeklere giden yolun üzerindeki koca bir engel ortadan kalkmış olur.
O ulu bir mürşittir. Anadolu ve Balkan Aleviliğinin simgesi ve serçeşmesidir.Onun için yaşamadı demek asla mümkün değildir. Hacı Bektaş Veli yaşadı.O omuzlarına yüklenen çok ağır ve çok soylu bir misyonu tamamladıktan sonra kutlu hikayesiyle birlikte ‘sır’ oldu, gitti.’Sır olma makamı’ yokluk hali değildir. ‘Sır olma makamı’ uygun zamanda geri dönmek üzere ortadan çekilme halidir. O muhteşem hikayesiyle elbet tekrar aramıza dönecektir.
Osmanlı’nın gözümüzün önüne diktiği aldatıcı yön levhalarının kılavuzluğuna itibar edip, Hacı Bektaş Veli’yi yüzyıllar boyu Arap çöllerinde, Asya’nın hiç bilmediğimiz steplerinde aradık. Halbuki o,bu coğrafyanın malı ve bu ülkenin kıymetlisidir. Hacı Bektaş Veli’yi yeniden tanımlamak, onun kendi kimliği ve tüm gerçekliği ile varlık sahnesine yeniden çıkarmak, iki temel disipline riayet ile mümkündür.

-Hacı Bektaş Veli’nin izlerinin aramasına, bu izler nerede kaybedilmişse, oradan başlamak

-Hacı Bektaş Veli’yi yalnızlaştırmadan onu kendi adı ile anılan dergahın tarihinden, ve geleneğinden koparmadan, onu misyonu ve çevresiyle birlikte bir bütün olarak ele almak

Osmanlı Hacı Bektaş Veli’nin izlerini ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ adı verilen metnin sararmış sayfaları arasında yok etti.Vilayetname’nin tozlu yapraklarında yapılacak dikkati bir incelemede Osmanlı’nın Mürşit’e giden izlerin tamamının üzerini örtemediği görülecektir.Gerçek Hacı Bektaş Veli’ye giden doğru yolun başlangıcı tam da burasıdır yani izlerin kaybolduğu yerdir.
‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ içinde ‘mana dili’ ile kayda geçmiş, ehil olmayanın göremeyeceği bizleri gerçeklerle yüz yüze getirecek olan pasajların derin anlamlarını daha rahat kavrayabilmek için öncelikle Hacı Bektaş Veli Dergahının geçmişi, misyonu ve ilk sahipleri hakkında zihinlerin arındırılması ve belleğimizin tazelenmesi gerekecektir.
Erdoğan Çınar/DERGAHIN SIRRI

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.